Basiret
Günlük dilde; ileri görüşlülük, sezgi, bir şeyin iç yüzünü görebilme gibi anlamlara gelen “basiret”, aynı zamanda tasavvufî bir kavramdır. “Müminin, kalbindeki iman nuru sayesinde olayların iç yüzünü, varlıkların hakikatini görmesi” demektir. Ferasetle yakın anlamdadır. “Kalp gözü” olarak da tarif edilir. Nasıl ki varlıkların ve olayların zâhiri gözle görülüyorsa, bâtını yani hakikati basiretle görülür.
Sûfîler basiretle ilgili olarak şu mealdeki ayet-i kerimeyi örnek gösterirler: “(Rasulüm!) De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben basiret üzere Allah’a çağırıyorum; bana uyanlar da böyledir. Allah’ı (her türlü ortak ve emsalden) tenzih ederim. Ben Allah’a şirk koşanlardan değilim.” (Yusuf 108)
Buradaki “basiret üzere çağırmak” körü körüne değil, Allah’tan gelen deliller ve müşahede ile yapılan davettir. Bu konuda İbn Acîbe el-Hasenî rahmetullahi aleyh şöyle der: “Bazıları, kulları Allah’a ‘ihsan ilmi’ ve hali üzere davet eder. Onlar müşahede halinde kulları Allah’ın yüce zâtını tanımaya davet edenlerdir. Kalplere sirayet eden nura sahip ârif-i billah zatlardır. Öyle ki kim onlarla yüz yüze gelirse bu nur onun iç âlemine yansır. Hakiki davet ve kalpleri etkileyen ilim budur. Bu makamdakiler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin usulü üzere terbiye veren kimselerdir.”
Bu ayet-i kerimenin tefsiri ile ilgili olarak Hakîm-i Tirmizî rahmetullahi aleyh hazretleri şöyle buyurur: “Allah’a basiret üzere, yani müşahede haline sahip olarak davet eden kimse, kalbi Allah katında olan, basiret üzere bulunan, kalbin manevi mertebelerin hangisinde olduğunu bilen, Allah’ın özel izniyle ilmi O’ndan alarak konuşan kimsedir. Bunun için onun sözü bütün perdeleri delip geçerek dinleyicinin can kulağına girer. Bu, Allah’ın nurudur. Çünkü o söz nurla dolu bir kalpten çıkmıştır. Bunun için günahlara bulanmış kalplerin perdelerini delip geçer; onu arındırıp tevhid nuruna ulaştırır.”
Kalp gözünün kapanması hakkında ise Allah Tealâ mealen şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünde dolaşmadılar mı? Dolaşsalardı da düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olsaydı ya! Gerçekte gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (Hac 46)
Kalbin körlüğü insanın tefekkür etmesinin önüne geçer. Bu sebeple karşılaştığı olayların iç yüzünü göremez. Varlıklar ile onların yaratıcısı arasındaki bağlantının farkına varamadığı için ibret de alamaz. Yani basireti kapanmıştır.
Basiretin kapalı olmasının sebeplerinden birini İbn Ataullah el-İskenderî rahmetullahi aleyh Hikem-i Ataiyye’sinde şöyle açıklar: “Yüce Allah’ın senin için kefil olduğu şeyde var gücünle çalışman, senden istediği şeyde ise kusur etmen basiretinin kapalı olduğunun delilidir.”
Allah Tealâ’nın kulu için kefil olduğu şey rızık ve kulundan istediği şey ise kulluktur. Bir kişinin kulluğu terk edip sırf rızık peşinde ömür tüketmesi basiretinin yani kalp gözünün kapalı olduğunu gösterir. Çünkü baki olan yerine fani olanı seçmiş ve dünyaya hak etmediği değeri vermiştir. Kısacası kulun hakiki vazifesini terk etmesi basiretinin kapalı olmasındandır ve bu sebeple rabbânî hakikatleri müşahede edemez.
Velîler, basiretin açık olmasının alametleri olarak şunları sayarlar:
- Allah Tealâ’ya ibadette zorlanmamak,
- Allah dostlarının sohbetinde bulunmaktan zevk almak,
- Bütün gayreti ile marifetullaha tâlip olmak,
- Dünya sevgisinin kalpte yer etmemesi,
- Allah Tealâ’dan gayrısından kalben uzaklaşmak,
- Allah Tealâ’nın kendisini her an gördüğünün bilincinde olmak.
Abdullah Ensârî Herevî kuddise sırruhû hazretleri basiret gözünün üç özelliği olduğunu söyler:
- Her varlıkta ve durumda (ilâhî) şefkati görmek; böylece savaş ve kavga ortadan kalkar.
- Nasibin her taksiminde hikmeti görmek; böylece hırs ve acelecilik ortadan kalkar.
- Her yaratılmışta Hakk’ın işaretini görmek; böylece aşinalık ve saadet doğar.
Basiret, aynı zamanda manevi hakikatleri de görmektir. Basiret ehlinin gözünden perdeler kalktığı için şeyleri kendi hakikati üzere görürler. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin “Allahım! Bana şeylerin hakikatini göster.” şeklindeki duası bu manaya işaret eder. Bu bakımdan basiret, Hakk’a yakınlığın da bir alametidir.
Kalbe ait bir güç olan basiret, her insanda potansiyel olarak mevcuttur. Fakat onu işler hale getirmek için kulun nefsini terbiye etmesi gerekir. Nefs terbiyesi aynı zamanda kendini tanıma yolculuğudur. Kulun, Cenab-ı Hakk’ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu idrak ile onu hakikate körleştiren perdeleri kaldırmaya çalışmasıdır. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh hazretleri meseleyi şöyle açıklar: “Basiretin açılması için tek yol, nefsle mücadeleyi ön plana alarak çirkin huylardan arınmak ve kalbin Allah Tealâ’dan gayrı her şeyle ilişkisini keserek tüm gayretle O’na yönelmektir.”
Kalbin Allah Tealâ ile tam bir irtibat ve huzur haline ermesi, dünyalık ilgilerin de doğru mertebede olmasını temin eder.