Aramak

DÜNYA HALİ

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok

Alman yazar Remark 1929 yılının ocak ayında bir kitap yayınladı. Eser tam yirmi altı dile çevrildi. Savaşın anlamsızlığını, siyasetçilerin çıkarları uğruna hayatını boşu boşuna kaybeden insanların dramını aktardığı romanı “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”, aradan geçen doksan iki yıl sonra yeniden yazılsa, sanırım farklı bir şey anlatmayacaktı. Çünkü Batı dün neyse bugün de o. Beş yüz sene önce de aynıydı.

Afrika ve Amerika kıtalarını kanla boyayan Avrupalılar, 20. yüzyılda da iki kez savaşarak milyonlarca insanın katledilmesine sebep oldular. Şimdilerde her ne kadar insan hakları ve demokrasi naraları atsalar da, mültecilere reva gördükleri muamele asıl yüzlerini yansıtıyor. Afganistan, Irak ve Suriye’nin vaziyeti ortada. İnsanlar canlarını kurtarmak, çocuklarına yeni hayat kurmak için vatanlarını, memleketlerini terk ediyorlar. Yaşananlar ve mültecilerin göç konusundaki ısrarcı tutumları sosyolojik değerlendirmeye muhtaç. Fakat güvenlik açısından tehdit oluşturmamalarına rağmen adeta terörist damgası yemeleri kesinlikle kabul edilebilir değil.

Özellikle 2011’de başlayan Suriye’deki iç savaşla birlikte yoğun şekilde yaşanan göçler, dünyanın tamamı için büyük probleme dönüştü. Başta Türkiye olmak üzere bölgenin kimi ülkeleri bu süreçte üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Ancak, on yıllık dönemde Avrupa, göçmenlere insanlıkla bağdaşmayacak şekilde davrandı. Batı’nın sınır karakolu vazifesini yürüten Yunanistan, sığınmacıları engellemek için üzerlerine ateş açmak da dahil, her türlü vahşete imza attı. Macaristan’da kucağında çocukla polislerin sıktığı biber gazından kaçmaya çalışırken, sözde gazeteci bir provokatörün çelme taktığı babanın görüntüsü hafızalardaki tazeliğini koruyor. Güç bela Balkanları geçebilenlerin durumları içler acısı. Avrupa’da kaybolan çocukların sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Çoğu maalesef organ ticaretinde kullanılıyor. Kendilerine yeni baştan hayat kurma hayaliyle her türlü acımasızlığa katlanan milyonlarca insanın hayatı karartılıyor.

Geçtiğimiz günlerde Belarus-Polonya sınırında aslında artık alışageldiğimiz görüntülere yenileri eklendi. Irak, Suriye, Afganistan ve İran uyruklu göçmenler, Belarus üzerinden Polonya’ya geçmek için uzun süredir bekliyorlar. Polonya güvenlik güçleri, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu bu göçmenlere oldukça sert şekilde müdahale etti. Her şeye rağmen sınır noktasında bekleyen mültecilerin bazıları, ormanlık arazide kısıtlı imkânlarla kurdukları barakalara sığınmak zorunda kaldı. Kimileri de Belarus Devlet Başkanı Luşaçenko’nun talimatıyla yine Polonya sınırında bulunan Grondo şehrindeki lojistik merkezine götürüldü. Günlerce açlığa ve soğuğa, yetmiyormuş gibi şiddete maruz bırakılan göçmenler, en sonunda Belarus Devleti’nin oluşturduğu kapalı alana sevk edildi. Burada ne kadar kalacakları bilinmiyor. Çünkü yapılan iyi niyet gösterisi değil, tamamen uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmemek üzerine kurulan bir imaj çalışması.

Oluşan tablo, Batı’nın sırf kendi çıkarları için Doğu’ya yönelik işgal politikasının sonucu. Eğer başta Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği’nin güçlü devletleri olmak üzere kendini hâlâ dünyanın efendileri olarak görenler; Afganistan, Irak ve Suriye gibi ülkeleri parçalamaya çalışmasalardı ortaya böyle bir manzara çıkmayacaktı. Hiç kuşku yok ki, Doğu’da yaşayanların bir kısmı, daha iyi şartlarda çocuklarına güzel gelecek kurmak amacıyla Batı’ya gitmeyi istiyorlar. Fakat bu şartlarda değil. Hiç kimse durup yere ailesini peşine katarak hiç bilmediği dere tepelere, insanlığın haysiyet ve onurunu zedeleyici şartları da göze alarak gitmez.

Batı, işgal yetmiyormuş gibi, tarumar ettiği ülkelerden canlarını kurtarmak için kaçmaya çalışanlardan “işe yarar” olduğunu düşündüğü küçük bir grup hariç, kalan binlercesini sınırlarından geçirmemek için her türlü vahşiliğe tevessül ediyor. Roger Garaudy, “Batı, tarihin en büyük günahıdır.” der. O günah bütün pervasızlığı, şiddeti ve acımasızlığıyla insanların hayatına çökmeyi sürdürüyor. Ve öyle görünüyor ki bir zamanlar medeniyetin, merhametin, insanlığın, sevgi ve şefkatin beşiği olmuş Doğu ilerlemedikçe, kendisini toparlamadıkça bu günah yeryüzünde hüküm sürmeye devam edecek.

Kovid Yangını Devam Ediyor

Koronavirüs salgını gündelik hayatımızın tam merkezinde bulunuyor. Birkaç farklı aşı üretilse de hastalık salgın özelliğini yitirmiş değil. Her gün yakın çevremizden birilerinin yakalandığını duyuyoruz. Ölenler de var. Aşı kuşkusuz önemli. Çünkü iki doz aşı yaptıranların hastalığı hafif atlattıkları ispatlandı. Ve tabii ki diğer önemli husus da temizliğe ve mesafeyi korumaya dikkat etmek. Hollanda ile ilgili mevzuya girmeden şu hakikatin altını çizelim: Birileri ısrarla, inatla komplo teorisi üretiyor. Virüsün laboratuvarda hazırlandığı, “küresel güçler”in oyunu olduğu, herkese çip takılacağı şeklinde tevatürler var. Ancak kimse böyle olduğuna dair kesin ifadeler de kullanamıyor. Çünkü ispatlanan bir şey yok. Koronavirüsünün varlığı kesin. Verdiği zarar ve öldürücü etkileri de öyle. O halde bize düşen, her ne olursa olsun tedbiri elden bırakmamak. Tıp uzmanlarının yüzde doksan dokuzu aşı üzerinde ittifak yapmışken aşıya değil, akıl dışı iddialara karşı ön yargılı olmak gerekiyor.

Devletler de salgının daha da çok yaygınlaşmaması için tedbir almayı önceliyorlar. Türkiye, ekonomideki daralma artmasın diye kontrollü hayatı tavsiye ederek kısıtlamaları büyük ölçüde kaldırdı. Hollanda’da ise vaka sayılarında artış yaşanınca üç haftalık kısmî kapanma kararı alındı. Bu durumdan hoşlanmayan binlerce insan sokaklara döküldü. Ülkenin ikinci büyük şehri Rotterdam’da protesto gösterileri başladı. Alınan karar nedeniyle hükümete yönelik tepkilerin dozunu kaçıran binlerce Hollandalı slogan atmakla kalmadı, polise taş ve havaî fişeklerle saldırdı. Araçlarını ateşe verdi. Tazyikli su ve biber gazıyla müdahale eden polisler sonuç alamayınca, göstericilerin üzerine doğrudan ateş açtı. Yaşananlar neticesinde ülkede acil durum ilan edildi. Yaralananların da olduğu hadiseler sonrasında yirmi kişi gözaltına alındı.

Hollanda’nın nüfusu 17 buçuk milyon. Hastalığa maruz kalabilecek yaşta bulunanların yüzde seksen beşi aşılanmış. Her şey yoluna giriyor, denilip kısıtlamaların büyük ölçüde kaldırılmasından kısa süre sonra vaka patlaması yaşandı. Günlük vaka sayıları yirmi bine kadar çıktı. Böyle olunca da kapanma kararı mecbur hale geliyor.

Sadece Hollanda değil, Avrupa’nın diğer ülkeleri de ekonomik, sosyal ve siyasî bakımdan Kovid’den etkilendi. Yaptığı sanayi atılımlarıyla II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisinden hızla sıyrılan Almanya’da bile enflasyon 1994’ten sonra ilk kez yüzde dördün üzerine çıktı. İstatistik Ofiti’nin paylaştığı bilgi ilginç. Enflasyonun en önemli tetikleyici unsuru tüketici fiyatları yüzde 18,4 artarak 1951’den bugüne en güçlü yükseliş eğilimini gösterdi.

Bu bilgileri neden veriyoruz? Sebebi şu: Dünya genelinde çalkalanma yaşandığı herkesçe biliniyorken, dalgalanmaların yalnızca Türkiye’de görüldüğü şeklinde algı oluşturulmaya çalışılıyor. 2008’de de küresel kriz yaşanmış ve Türkiye en az seviyede etkilenerek çıkmıştı. Şimdi de dünya ekonomik türbülansa girerken Türkiye’nin her şey yolundaymış gibi devam etmesi imkânsız. Fakat bir avantajımız da var. Biz krizlere pek çok başka ülkeden daha alışkın ve dayanıklıyız. Her ne olursa olsun, Türkiye son on yılda iki sivil bir askerî darbe girişimini püskürttü, başka nice gerilimleri de göğsünde söndürdü. Bu badireyi de salimen atlatacaktır inşallah.

Paşinyan’dan Geri Adım Sinyalleri

Dağlık Karabağ, kapanmayan bir yara olarak öylece duruyordu. Ta ki, 2020 yılının 27 Eylül’ünde başlayıp 10 Kasım’ında biten İkinci Karabağ Savaşı’na kadar. 1988-1994 arasında yaşanan Birinci Karabağ Savaşı’nda yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiş, bölgenin tarihî ve nüfus dokusuna zarar verilmişti. Ermenistan’ın kazandığı savaş Bişkek Protokolü ile sona ermişti.

Fakat yine durmadılar, 27 Eylül 2020’de Rusya’nın da kışkırtmalarıyla Azerbaycan mevzilerini topa tutmaya başladılar. Paşinyan yönetimi yine bölgede istediği gibi at koşturacağını ve Azerbaycan’ı büyük yıkımla geri çekmeye mecbur bırakacağını düşünüyordu. Ama hesap edemediği bir şey vardı: Türkiye’de üretilen SİHA’lar. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev Türkiye’den destek istedi. Talebi karşılıksız bırakmayan Ankara, henüz karşı konulması neredeyse imkânsız olan SİHA’ları göndererek Rusya’yı şaşırttı, Ermenistan’ı perişan etti. Birinci Karabağ Savaşı’nda altı yılda “zafer” elde eden Ermenistan, kendisine hediye edilen o kadar silaha ve mühimmata rağmen Türk SİHA’ları karşısında bir buçuk ay dayanabildi. Ve Azerbaycan ordusu büyük ve gerçek zaferle intikamını almış oldu.

Ermenistan Başbakanı Paşinyan savaşı kaybetmesinin ardından istifa etti. Fakat sonra, enteresan şekilde Haziran’daki seçimlerde tekrar aday olarak oyların yüzde elli üçünü aldı. Rusya’nın kendisini yarı yolda bıraktığı ve cepheden hezimetle dönen Paşinyan’a böylesine teveccüh gösterilmesini açıklamak zor. Ama Ermenistan Başbakanı’nın yaşadıklarından ders aldığı ortada. Çatışmalar başlamadan önce keskin dil kullanmayı tercih eden Paşinyan, şimdi Azerbaycan’la orta yolda buluşmanın hesaplarını yapıyor.

Zengezur, bir asır önce Ermenistan’a adeta hediye edilmiş bir Azerbaycan toprağı. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki karayolu, Zengezur’un Ermenistan’ın kontrolünde bulunması nedeniyle İran hududundan geçmek zorundaydı. Haliyle güvenlik açısından risk taşıyor ve Türkiye’nin yalnızca Azerbaycan’la değil, Türk dünyası ile de karayolu irtibatını kısıtlıyor. Karayolu Zengezur üzerinden geçirilirse, Türkiye ile Azerbaycan arasında gelişecek ilişkiler kültürel boyutun ötesine taşınacak ve iki ülke için de yeni imkânlara kapı aralayacak. Şimdi, açılacak olan Zengezur Koridoru’ndan Ermeniler ister istemez endişeleniyorlar. Çünkü bu, düşman olarak gördükleri Azerbaycan’nın her açıdan güçlenmesi anlamına gelecek.

Paşinyan ise, yaptığı açıklamalara bakılırsa, pek rahatsız olmuş görünmüyor. Ermenistan’ın barışın enstrümanı haline gelecek her türlü girişimi destekleyeceğini belirterek şöyle diyor: “Azerbaycan toprakları üzerinden Rusya ile karayolu ve demiryolu bağlantısı, İran ile demiryolu bağlantısı sağlayacağımız anlamına geliyor. Azerbaycan da Nahcıvan ile bizim topraklarımız üzerinden demir yolu ve karayolu bağlantısı sağlayacak.” Türkiye ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik görüşmelerin başlamasının da bu konuda rolü olabileceğinin altını çizen Paşinyan, aslına bakılırsa kendisinden beklenmeyecek bir hamle yapmış oldu.

Ermenistan eğer sözlerinde samimi olur ve yeni dönemde haksız bir öç alma peşine düşmezse Kafkasya’da tertemiz bir sayfa açılabilir. İsrail’in Ortadoğu’da konuşlandırıldığı gibi Ermenistan’ın da bölgede kurdurulduğuna şüphe yok. Ülkenin haritadan silinmesi de imkânsız. Dolayısıyla en iyi çözüm barış atmosferi oluşturarak belirsizliği en aza indirmek olmalı. Azerbaycan, Karabağ zaferinin kendisine kazandırdığı hakları sonuna kadar kullanacak. Tabiatıyla asıl iş Ermenistan’a düşüyor. Yani Ermenistan’ın geleceği kendi elinde. Neler olup biteceğini hep beraber göreceğiz.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy