Güçlü Türkiye Güçlü İslâm Dünyası Demek
“İslâm dünyasının hali ne olacak?” Bu soru uzun yıllardır gündemimizi meşgul ediyor. Ve fakat cevabını bir türlü veremiyoruz. Çünkü âlem-i İs-lâm’ın mevcut hali hiç iç açıcı değil. Zulüm altında ezilenlerin çoğunlukla Müslümanlar olması bir yana, yaşananlara gür şekilde ses çıkaracak güçlü bir devlet de yok. Bir zamanlar vardı. İsmi anıldığında yeri göğü titreten Fatihler; gönderdiği ferman Fransa’da bir asır yankılanan Kanunî-ler; Hz. Peygamber’e hakarete cüret ettiği vakit Amerika’da, İngiltere’de, Fransa’da, İtalya’da tiyatro oyunu yasaklatan Abdülhamidler İslâm dünyasının hâmisiydi bir zamanlar. Sadece Müslümanlara değil, bütün mazlumlara kol kanat geriliyordu. Yani güçlü bir Müslüman devlet, zalime korku mazluma umut olmuştu. Konuştuğunda gidişatı değiştirebilen bir gücün yokluğu, masumlar için kâbus dolu zamanların da başlangıcı oldu.
Türkiye Cumhuriyeti, her ne kadar kuruluş yıllarında reddetse de Devlet-i Aliyye’nin vârisi olarak siyaset sahnesinde yerini aldı. Uzun yıllar kendi içine kapanan, kendi meseleleriyle uğraşmak durumunda kalan devletimiz uzak coğrafyaları zaten göremedi, yakınında yaşananlarla da ilgilenemedi. İkinci Dünya Savaşı’na bile son anda yaptığı manevrayla girmeyen Türkiye, o dönemin şartları gereği uluslararası arenada vuku bulan hadiselerle alakadar olamadı. Ama artık masaya yatırılan değil, masanın etrafında olan bir Türkiye var. Şangay toplantısında verilen görüntü, yıllardır Türkiye’yi kendilerine göbekten bağlı gören devletleri rahatsız etse de önümüzdeki süreçte durumun nasıl değişebileceğini tüm dünyaya göstermiş oldu. Bu mazlumlar adına da yeni bir umut ışığının doğduğu anlamına geliyor. Çünkü Türkiye ne kadar güçlü olursa mazlum coğrafyalar da aynı oranda güçlü olacak.
Kış Daha Gelmeden Avrupa’yı Titretiyor
Ukrayna ile Rusya arasında gerilimin başladığı günlerde Batı’nın hamleleri ile Rusya’nın büyük bir hezimete uğrayacağı ve pişman olacağı şeklinde bir kanaat ha-kim olmuştu. Hesaba göre ekonomik olarak oldukça ileri düzeyde olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin destek verdiği Ukrayna Rusya’yı yıldıracak ve Kremlin yönetimi Kiev’de toprağa gömülecekti. Batı, uyguladığı ambargolarla bu mücadelenin fitilini ateşlediğini iddia ettiği Putin’i dize getireceğini düşünüyordu. Aslına bakılırsa AB ülkele-rinin de ABD’nin kışkırtmalarına kandıklarını söylemek mümkün. Çünkü enerji alanında Rusya ile telafisi hayli zor iş birliklerine imza atan AB ülkeleri, olası bir an-laşmazlıkta neler yaşanacağını az çok kestirebiliyordu. Washington’dan gelen talimat ve teklifler Avrupa’yı bu anlamda rahatlatıyordu. Fakat işler başta Almanya ve Fransa olmak üzere AB ülkelerinin hiç de hesapladığı gibi gitmedi. Ambargolar işe yaramadı, ABD’nin vereceğini öne sürdüğü destek bir türlü gelmedi. Rusya karşı hamle yapınca da Avrupa ülkeleri için olan oldu.
Adım adım kışa doğru ilerlerken, Rusya’nın Avrupa için doğalgaz akışını kesme kararı alması, özellikle Almanya ve Fransa’yı kara kara düşündürüyor. Almanların gayriresmî yayın organı olan Der Spiegel dergisinin yayınladığı kapak, sanayi devi Almanya’nın vaziyetini gözler önüne seriyor. Emekliler kışı Türkiye’de geçirme planları yapıyor. Fabrikalardaki işçiler için soğukta çalışmalarına imkân sağlayacak kıyafetler alınmaya başlandı. Dahası, Kovid salgını sonrasında ortaya çıkan ekonomik zorluğun tamamen ekonomik durgunluğa dönüşeceği konuşuluyor. Amerika her ne kadar enerji krizi yaşamayacak olsa da Avrupa’daki olumsuz geliş-melerden etkilenecek. Kaybettiği imaj da cabası tabii. Soğuk hava dalgası Avrupa’ya bu sene erken geldi. Öyle görünüyor ki Avrupa, Rusya’yı ciddiye almamanın bedelini oldukça ağır ödeyecek.
Emperyalizmin Kraliçesi
İnsanoğlu doğar, büyür, yaşar ve ölür. Dünyanın kanunu böyle. Allah bizi imtihan etmek için dünyaya gönderdi. Yapmamız gereken, O’nun rızasını kazanmak için çalışmak, İslâm’ın iyi insan olarak tanımladığı vasıfları taşımak zorundayız. Bu biz Müslümanlar için böyle. İnanmayanlar ise hiç değilse iyi bir isim bırakmak isterler. Fakat şu yeryüzü sahnesinden öyleleri gelip geçiyor ki arkalarından kaç kişi iyilikleri ile anar bilinmez. Geçtiğimiz günlerde ölen İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth bunlardan biriydi.
İngiliz Sömürge İmparatorluğu’nun yaşayan tek temsilcisi konumundaki Elizabeth, 1874 doğumlu Churchill’e de, 1975 doğumlu Truss’a da başbakanlık yetkisini veren kraliçe olarak öne çıkıyor. Aralarında Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın da bulunduğu on dört ülkenin kraliçesi sayılan İkinci Elizabeth 1952’de tahta oturdu ve tam yetmiş yıl kaldı. Dolayısıyla onun tahta oturduğu yıllar İngiliz sömürgeciliğinin zirvede olduğu ve artık yavaş yavaş dağılmaya başladığı devre denk geliyor. Yani, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945’ten, Hong Kong’un Çin’e verilmesiyle sona eren “kolonizasyon süreci”nin baş kişisiydi. Bu zaman zarfında katledilen, esir edilen, kaynakları sömürülen milyonlarca insanın kanında; hayallerinin, ümitlerinin ve beklentilerinin yok edilmesinde payı hayli fazla. İngiliz menşeli cinayetlerin ve sömürge sisteminin yeni usullerle devam ettiğini düşünürsek, milyonlarca mağdur ve mazlum onu hiç de iyi anmayacak.
ABD’nin Yeni Denemeleri
Soğuk Savaş’ın 1992’de sona ermesiyle ABD dünyada tek hâkim güç olduğu vehmiyle dünyanın herhangi bir yerine saldırmada beis görmedi. Şartların lehine oluşmasını da beklemeden üstelik. Nasıl ve kimler tarafından yapıldığı henüz net şekilde ortaya çıkarılamayan 11 Eylül saldırılarıyla birlikte Afganistan’a ve Irak’a saldıran ABD, milyonlarca masum insanın canına kıy-dı. Altından kalkılamayacak yükleri ülkelerin üzerine bıraktı. Ta ki kendine denk bir güçle karşılaşana ka-dar. Irak’tan enkaz bırakarak çekilen, Afganistan’da bir zamanlar düşman ilan ettiği ve uğrunda insanlara acımasızca saldırdığı Taliban’a yönetimi bırakan ABD, şimdilerde de yeni düşmanı Rusya ve onunla birlikte hareket eden devletleri tehdit etmekle meşgul.
Ukrayna’yı galeyana getirerek Rusya’yla baş başa bırakan Washington yönetimi, Karadeniz’e sınırı olan ülkeleri silahlandırarak bölgeyi abluka altına almaya çalışıyor. Yunanistan da silahlandırdığı ülkelerden biri. Mezhep olarak Rusya ile aynı şemsiyenin altındaki Yunanistan da gelen paraların cazibesinden olsa gerek, topraklarını Amerikan üslerine açmakta herhangi bir problem görmüyor. Sırtını Batı’ya dayadığı için Türkiye’yi de açıktan tehdit ediyor. Rusya’dan aldığı ve Girit’te konuşlandırdığı S-300’lerle Türk F-16’larını hedef haline getiriyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de egemenlik haklarına sahip çıkmasıyla başlayan gerginlik, 2021’de Almanya’nın ve NATO’nun girişimleriyle yumuşama eğilimi göstermişti. Ancak Yunanistan Başbakanı’nın Mart 2022 ABD Kongresi’ndeki konuşmasında Türkiye’nin almak istediği kırk adet F-16’nın satılmaması çağrısında bulunması, yeniden ipleri kopma noktasına getirdi. Ve bugünlerde Ege adalarının silahlandırılması nedeniyle tartışmalar devam ediyor. ABD, Ukrayna üzerinden denediği oyunun benzerini bu kez Yunanistan üzerinden Türkiye için deniyor. Ne kadar başarılı olacağı sorusunun cevabını öğrenmek için Ukrayna’nın haline bakmak sanırım yeterli olur.
Avrupa’da Birlik Sözde mi Kalacak?
Tamamen ekonomik gerekçe-lerle kurulan ve uzun yıllardır küresel siyasette öne çıkma-ya çalışan AB, İngiltere’nin ayrılmasıyla büyük bir sarsın-tıyla karşı karşıya kalmıştı. İki lokomotif devlet olan Fransa ve Almanya’nın ayakta tutma çabasına rağmen Avrupa’da “birlik”ten bahsetmek çok da mümkün değildi. Kovid salgını ile başlayan yeni dönemde her Avrupa ülkesi kendi derdine düştü. Öyle ki bazıları arasında da maske savaşları yaşandı. Peşi sıra dünya genelinde baş gösteren ekonomik kriz de bütün Avrupa’yı ciddi manada etkiledi.
Her şeye rağmen Almanya ve Fransa’da poli-tikacılar her fırsatta birlik vurgusu yaparak, AB’nin çok kutuplu dünyada denge unsurlarından biri olduğu ima-jını korumaya çalışıyorlardı. Fakat geçtiğimiz günlerde Almanya ve Fransa’da gündeme gelen dijital verileri yasaklama yasası ortalığı karıştırdı.
AB’nin en yüksek mahkemesi Avrupa Adalet Divanı, veri saklama kurallarının AB hukukunu ihlal ettiğine hükmetti. Almanya’da uygulanan iletişim yasasına göre, hizmet sağlayıcılar dijital verileri on haftaya kadar saklamak, gerekirse bunları yetkili makamlarla paylaşmak zorunda. Alman Telekom şirketi ve internet hizmeti sağlayan SpaceNet, söz konusu kanun için Avrupa Adalet Divanı’na dava açmıştı.
Uzunca bir süredir uluslararası siyasette hayli silikleşen AB, yaşanan bu gelişmenin ardından hepten çıkmaza girecek. Ekonomik açıdan derin kırılmalar yaşayan Birlik ülkelerinde, adalet gibi mekanizmalar da tartışılmaya başlandığına göre önümüzdeki dönem için durumun parlak olduğunu söyleyemeyiz. Görünen o ki, İngiltere’nin ayrılmasıyla deprem etkisi yaşayan AB’nin artık kağıt üzerinde yaşama ihtimali hiç az değil. Tarihinde büyük savaşlar yaşayan, mezhep çatışmalarının kanlı mücadelelere dönüştüğü Avrupa için yeni bir sayfa açılıyor.
Yemen’de Kan Durmuyor
Arap Baharı hikâyesinin en dramatik sahneleri ma-alesef Yemen’de yaşanmaya devam ediyor. Daha demokratik bir idare iddiasıyla başlatılan eylemler, bir türlü sonuçlanmayan iç savaşa kapı araladı. Su-udi Arabistan ve İran gibi ülkelerin müdahalesiyle de iyice açmaza doğru sürükleniyor. Bugüne kadar binlerce insan katledildi. Ülkede hali hazırda büyük insanî krizler yaşanıyor. Çocuklar açlıktan hayatlarını kaybediyor. Salgın hastalıklar ülkeyi pençesine almış durumda. Uluslararası kuruluşlar geçici çözümler önermenin dışında bir hamle yapmıyor. Birleşmiş Mil-letler (BM)’in geçen nisanda başlattığı geçici ateşkes de Suudi Arabistan’ın desteklediği hükümet ve İran’ın omuz verdiği Husiler’in çatışmaları sebebiyle akamete uğruyor. Özellikle de Husiler, Tahran’ın kışkırtmalarıyla Yemen’de huzur atmosferinin inşasına izin vermiyor. BM temsilcilerinin konuyla ilgili İranlı yetkililerle yaptığı görüşmelerden de sonuç çıkmadı. İran Dışiş-leri Bakanı, Husilerin kontrolündeki bölgelere yönelik ambargo kalkmadıkça eylemlerin süreceğini söylüyor.
Hükümet, vicdanları yaralayan görüntülerin sona ermesi için taviz de verdi. Arap Koalisyonuyla koordineli olarak “Yemenlilerin insanî sıkıntılarının hafifletilmesi” için Husilerin elde edeceği mali kazanımlara rağmen bazı ambargoların kaldırılmasını kabul etti. Buna rağmen Husiler, yedi yıldan bu yana kontrol altında tuttuğu Taiz kentine ulaşan ana yolları açmadı. Halbuki ablukanın kaldırılması ve barışın kalıcı hale gelmesinin en önemli köşe taşlarından biri buydu. İran, kendi iç meseleleriyle uğraşmak yerine sınır komşusu bile olmayan bir devlette taşkınlık yapan kitleleri sırf mezhep saikiyle destekleyerek büyük bir zulme ortak oluyor. Suriye’de de yapmıştı bunu. Rusya bölgede etkin güç haline gelince Yemen’deki kadar müdahil olamamıştı. Şimdi Yemen’de insanî krizin sona ermesi için insan hakları kavramını kimseye bırakmayan kuruluşların devreye girmesi gerekiyor. Gerçi ölen Müslüman, dökülen kan Müslüman kanı. Ve bu, uluslararası kuruluşların umurunda bile değil!