Aramak

Fetih Ruhu ve Eyüp Sultan (R.A.)

Rasulü Ekrem (A.S.), Akabe tepeciklerinde nice insanlardan söz aldı. Bu sözlerin, taahhütlerin bir tek anlamı vardı. O da şuydu: “Allah kendilerinden canlarını ve mallarını Cennet’e karşılık satın almıştı.” (Tevbe/111)
Akabe, Mescid-i Haram’a 3 km. uzaklıkta, şeytanın taşlandığı kuytu bir vadinin adı. Kelimenin anlamı sarp yol, dağdaki aşılması zor, dik geçit demek. Tasavvufta zirveye ulaşmak için son aşılacak tepe, geriye bakıldığında dönüşü olmayan nokta anlamında... Allah dostlarının ifadesiyle, dönenlerin yoldan döndüğü, erenlerin dönmediği yer; Akabe. Övülecek bir çıkışla Mekke’den hareket ederek, şerefli bir girişle Medine’ye girmek üzere (İsra/80) yola çıkan Rasulü Ekrem (A.S.), Akabe tepeciklerinde nice insanlardan söz aldı. Bu sözlerin, taahhütlerin bir tek anlamı vardı. O da şuydu: “Allah kendilerinden canlarını ve mallarını Cennet’e karşılık satın almıştı.” (Tevbe/111)

 Kâinata Vurulan Mühür...

Nübüvvet mührünü taşıyan kainatın efendisi Rasulü Ekrem (A.S.) Medine’de... Askerlerini çok önceden sokmuştu şehre. Her şehir silahla alınırdı ama Medine Kur’an’la fethedilmişti. Bu, Allah tarafından verilen apaçık bir fetihti. Fetih dediğin böyle olmalıydı. Ve böyle oldu... Müminin kalbine Allah sevgisi en çok Akabe’yi, engelleri aşınca girerdi. Artık bir kalbe bir sevgili yeterdi. İşte kalplere yerleşen Yüce Sevgili’nin sözü: “Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadı.” (Ahzab/4) İçeriden fethedilen kalenin gönül burçlarından semaya yükselen fetih marşının besteleri, Rasulü Ekrem (A.S.)’in devesi Kusvâ’nın iplerine yapışmış insanların ellerinde “Ey Allah’ın Rasulü! Bize in, bize gel! İşte bak şurası benim evim”gönül sözleriyle güfteleniyordu Rasulullah (A.S.) Medine’ye girerken... Böylesi kutlu bir misafiri ağırlamayı, O’nun bastığı ayak izlerini korumayı, yediği yemeğinde el izlerini aramayı kim istemezdi ki?.. İlahi irade, saadetli yolcunun mübarek dudakları arasında ifade edildi: “Devenin yolunu açınız. Nereye çökeceği ona emredilmiştir.” Devenin yularını Rasulullah (A.S.) serbest bıraktı. Deve insanlar arasından yolunu buldu, yerine kondu. Gönüller fatihi Rasulullah (A.S.) devesinden indi. Şerefli inişin, gören gözlere, inanan gönüllere bir çift sözü vardı: “Menzilimiz, inşaallah burasıdır.”

 Mihmandar-ı Nebi: Ebu Eyyüb el-Ensarî (Eyüp Sultan) (R.A.)

Mihmandar, misafir eden, ağırlayan demek. Menzil, inilen yer, Eyüp Sultan (R.A.)’ın evinin yanıbaşı. Bu Allah’ın bir ikramı... Belki inanan bir mümin için o ev, ilahi iradenin akabe tepesiydi. Kesinlikle tesadüf, rastlantı değildi. Zira rastlantı yok, tevafuk yani Allah’ın dilemesine, iradesine uygunluk vardı. İşte ilahi irade Eyüp Sultan (R.A.)’in gönlünü ve evini aydınlatmıştı. “Ey Allah’ın Rasulü! Evimi sizlere hazırladım. Şereflendirseniz?..” Ev iki katlı. Ama Eyüp Sultan büklüm büklüm... Geceleyin kırılan testiden akan sular yerlerde. Bir tek yorganları var. Akan sular bu yorganla kurulandı. Zira Allah’ın Rasulü, o gece alt kattaydı. Müminlerin gelişiyle bir anda büyüyen ev, Eyüp Sultan ve hanımının gönlünde daracık kalmıştı. Ya Allah Rasulünü incitirler, O’nun gönlünü kazanamazlarsa?.. Hedefe ramak kalmışken nefsin sarp yokuşunda yapayalnız kalırlarsa!... Hayır, sarp yokuşu aşmalı, gönül tahtına tek sevgiliyi koymalı. Derdini sevdiğine açmalıydı... Ve nitekim derdini açtı: “Ey Allah’ın Rasulü! Ben yukarıda, siz alt katta, bu bana çok ağır geliyor Üst kata teşrif etseniz?..” Teşrif, bir kaç kez ısrarın sonucunda gerçekleşti. Artık Rasulullah (A.S.)’ı başına tac etmişti. Rasulü Ekrem (A.S.) kendi evine yerleşinceye kadar burada yedi ay kaldı. Eyüp Sultan (R.A.) yaşadığı sırlardan birini anlatıyor. Herhalde sırlar yaşanır, pek azı anlatılır!.. İşte o azdan biri:

 Yemekte Aranan El İzleri

“Bir gün Rasulullah (A.S.) gönderdiğimiz yemeği geri çevirmişti. Yemekte Rasulullah (A.S.)’ın elinin izlerini göremeyince, feryad ederek yanına gittim. Acaba ne olmuştu da yemeğimizden yememişti?.. “Ya Rasulallah! Anam-babam sana feda olsun. Akşam yemeğini yememişsiniz. Yemekte elinizin izlerini göremedik. Oysa ben ve hanımım geri çevirdiğiniz yemekte elinizin değdiği yerleri bir bir aradık, ama bulamadık!...” Bu ne güzel takipti! Rasulullah (A.S.)’ı izlemek; Kimi O’nun izlerini bulur da arar, kimi de arar ama bulamaz. İman ve imanın yurdu olan gönül, Allah’ın ne güzel bir nimeti ve lütfudur!... Rasulullah (A.S.)’ın el izlerini takip eden Eyüp Sultan (R.A.), Akabe tepesinde bey’at eden, tepeyi aşan müminlerdendi. Rasulü Ekrem (A.S.) O’nun sorusuna cevap verdi: “Ben Cebrail’i rahatsız etmekten korkarım.” Eyüp Sultan: “Ya Rasulallah! Soğan ve sarmısaklı yiyecek haram mıdır?” deyince Rasulullah (A.S.): “Hayır, ama ben kokusundan hoşlanmam” buyurdu. Eyüp Sultan (R.A.): “Ya Rasulallah! Sizin hoşlanmadığınızdan ben de hoşlanmam” deyince, Allah Rasulü (A.S.): “Hayır, siz onu yiyiniz.” buyurdu. Eyüp Sultan (R.A.) bir daha Rasulullah (A.S.) için soğan ve sarmısaklı yemek yaptırmadı.

 Takip Edilen İzler

Rasulullah (A.S.)’ı takip, sadece yemekte ve sadece yedi ayda kalmadı. Eyüp Sultan (R.A.) Bedir Muharebesinden itibaren her savaşa katıldı. Rasulullah (A.S.)’ın vefatından sonraydı. Efendimiz (A.S.)’in bir sözünü yeni öğrenmişti. Bu hadisi, bizzat Peygamberimizden işiten sahabi Mısır’da yaşıyordu. Atına bindi. Bir tek hadisi öğrenmek için Medine’den Mısır’a gitti. Zira takip edilecek iz, Allah Rasulü (A.S.)’nün hem sözleri hem de yaşantısıydı. Hedef, sahip olduklarını sevdiği uğruna, O’nun yollarına dökebilmekti. Bunu ancak gül fidanlarını sulayanlar, dikenler arasından tepecikleri devirenler yapabilirdi. Allah’ın “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle, kendinizi tehlikeye atmayın!...” (Bakara/195) emri, Eyüp Sultan (R.A.)’ın yüreğinde şöyle yer edinmişti: “Ey Müslümanlar! Bu ayet bizim hakkımızda indirilmiştir. Allahu Tealâ, Peygamberine yardım edip, İslamı üstün kılmıştır. Şimdi bizler, mallarımızın başında durup, onları çoğaltmakla mı meşgul olalım?! Allah adını yüceltmemek, kendi elimizle kendimizi tehlikeye atmak demektir!..”

 Bir Söze Canlar Feda

Yeter ki sözü, Rasulullah (A.S.) söylemiş olsun. Nefsin zorlu geçidi akabe kuytularından sıyrılanlar, ancak tek bir söze teslim olabilirler. Aklın sarp kayalıklarını aşanlar, ancak Allah ve Rasulünün bir tek nakline, tek sözüne can feda ederler. İnanmıştı bir kere Eyüp Sultan (R.A.): Konstantiniyye (İstanbul) fethedilecekti. Medine’de misafir ettiği O son peygamber hiç yalan söylemezdi. Ya Rab! Geri durmak; tam zirveye ulaşacakken, beri mi durmak? Hayır, Rasulullah (A.S.) çok açık söylemişti: “Konstantiniyye mutlaka  fethedilecektir. Orayı fetheden komutan ne güzel komutan, orayı fetheden asker ne güzel askerdir!...” Bu haber, Rasulullah (A.S.)’dan nakledilen şüphe götürmeyen sağlam bir sözdü.

 Beklenen Vakit

Hicretin 49. yılı... Bizans diyarına Allah dinini, Rasulullah (A.S.)’ın davetini, insanlara ve bütün gönüllere yerleştirecek olan askerler çoktan hazırdı. İlahi irade yolları açtı. Fatih Sultan Mehmed’in yolunu açacak olan fethin askerleri yola revan oldu. İbn-i Ömer, İbn-i Abbas, İbn-i Zübeyr, Ebu Eyyub el-Ensari (Eyüp Sultan) ve daha niceleri bu orduda yer almıştı. İslam ordusu Haliç yakınlarında... Eyüp Sultan ağır hasta. Ordunun komutanı Yezid b. Muaviye başı ucunda: “Bir isteğin var mı?” diye sordu. Eyüp Sultan: “Bana sizin dünyanız gerekmez. Fakat beni elinden geldiği kadar düşman toprakları içine götür. Ve defnet. Zira Rasulullah (A.S.)’ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Konstantiniye surlarının dibine salih bir kimse defnedilecektir.’ Ümid ederim, o salih kişi ben olurum.” Bizans İmparatoru, Müslümanların ölen bir askerlerine çok kıymet verdiklerini öğrenince haber gönderdi: “Yezid!.. Herkes babanın dahi öldüğünü söylüyor. Sen ise bir askerini ısrarla benim toprağıma gömmek istiyorsun. Düşünmüyor musun, sen dönüp gidince ben onu mezarından çıkartır, vahşi hayvanlara yediririm!..” Yezid: “Sana bir şey söyleyeyim. Bu söz kulağına küpe olsun! O’nun cesedine bir şey yaparsan, Arap memleketinde öldürmedik hıristiyan, yıkılmadık kilise bırakırsam ben de Muhammed’i inkar etmiş olayım!..” Kalbine Allah hakim olmayan, sarp yokuşta kalmaya mahkumdu. Bizans imparatoru itiraf etti: “Baban seni, benden daha iyi tanıyormuş. Mesih’e yemin ederim, ben de bu kabri koruyacağım...”

***

İnsanlar, ancak itaatle emrolundular. Dini koruyan hakikatte Allah’tır. Yüce Allah bu dini facir, kâfir veya çok günahkar bir kimse ile de destekler. Hicri 328 yılına kadar Eyüp Sultan (R.A.)’ın kabri üzerinde bir kubbe vardı. İçinde de bir kandil daima bu mezarı aydınlatırdı. Meşhur Türk alimi el-Aynî... Buhari’nin Sahih’ini şerh etmiş. Antepte doğdu. Fatih’in İstanbul’u fethetmesinden iki yıl önce, miladi 1451’de Mısır’da vefat etti. O anlatıyor: “Eyüp Sultan’ın kabri bugün, surların yanında mevcuttur. Halen insanlar O’nun kabrini vesile edinerek yağmur duasına çıkarlar...” Hayatı canlı yaşayanlar, cansız görünüp de ruhları canlandırmaya vesile olanlardı. Ayakta duranlar, ancak koşabilirdi. Yorulmayanlar Rasulullah’ın izini arayanlardı. Sadece sözlerine değil, Efendimiz (A.S.)’in hayatını kendi yaşantılarına hakim kılanlardı. Nefsin ılık yutuşlarında Allah ve Rasulüne beyat edip söz verenler, fethin ruhunu taşıyanlardı. İstanbul’a Fatih’i taşıyan Akşemseddin’ler, Allah’a giden yolda dik yokuşları aşanlardı. Eyüp Sultan (R.A.)’ı takip edenler, dönenlerin yoldan geri döndüğü, erenlerin dönmediği, nefsin sarp yokuşlarını aşmaya gayret eden hakiki müminlerdi. Allah Tealâ, Eyüp Sultan (R.A.)’ın hatırına gönüllerimize genişlik versin. Amin.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy