Aramak

Fincan Zarfları

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır derler. Hatır kahvede mi yoksa ev sahibinin misafirperverliğinde mi bilinmez, ama kahve hazırlanışından sunuluşuna kadar bir incelik gerektirir. Aslında sunulan ne olursa olsun, kullanılan eşyanın bu sunuştaki etkisi inkâr edilemez. Hele bu eşyalar estetik olduğu kadar sanatsal bir değer taşıyorsa... Osmanlı, hemen hemen her işinde estetik ve zerafeti günlük hayatına taşımayı başarmıştır. İşte bu estetik ve zerafetin en güzel örneklerinden biri fincan zarflarıdır. Kahvenin Osmanlı’da içilmesinin yaygınlaşmasıyla birlikte, fincan kullanma ihtiyacı da doğdu. İznik ve Kütahya’daki atölyelerde üretilen çok zarif çini fincanların yanı sıra, Çin ve Avrupa’da da Osmanlılar için özel fincanlar üretilmiştir. Yakın zamana kadar kulpsuz olan bu fincanlar, toprak, çini, porselen, cam, ahşap gibi malzemelerden yapılmışlardı. Fincanı korumak, diğer yandan kahve içenin elinin yanmasını önlemek için tasarlanan fincan zarfları, ait oldukları devrin ve bölgenin kültürel birikimini yansıtmaları açısından değerli eserlerdir. Fincan zarfları, gümüş, pirinç, bakır, altın gibi madenlerin yanı sıra, abanoz, kuka gibi ağaçlardan ve fildişi, boynuz gibi maddelerden de yapılagelmiştir. Madenden yapılan zarfların yapımında kakma, kalem işi, telkâri ve tombaklama gibi teknikler kullanılmıştır. Bunların yanında mercanlı, değerli taşlarla kakmalı zarflar da imal edilmiştir. Kakma fincan zarfları yapılırken, ince maden levha kullanılırdı. Bu levhaya ya dövülerek fincan şekli verilir ya da fincan modeline sarılan levha kaynak yapılırdı. Sonra da önceden hazırlanmış desen bu zarfın üzerine çizilierek çelik kalemlerle işlenirdi. Kakma denilen bu işlem, arzu ediliyorsa iç kısma da uygulanırdı. Üst kısmı tamamlanan zarfa, dik durması için aynı teknikle hazırlanmış bir de ayak monte edilirdi. Bazen kakma işi uygulandıktan sonra ayrıca tombak yapıldığı da olurdu. Kalem işi zarflar ise, kakma tekniği ile yapılmış şekillerin içinin çok keskin çelik kalemlerle oyulup boşaltılmasıyla elde edilirdi. Bu sanatı icra eden kalemkârlar, çok ince kanallar açarak fincan zarflarını adeta oya gibi işlerlerdi. Telkâri zarfların yapımında ise, haddeden geçirilerek iyice inceltilmiş maden teller kullanılırdı. Bu teller farklı şekillerde çok zarif bir örgüye dönüştürülür, sonra da fincan şekli verilerek uçları kaynak yapılırdı. Sert ve kokulu ağaçlardan üretilen fincan zarfları, malzemenin dayanıksız ve kırılgan oluşundan dolayı yazık ki günümüze fazlaca ulaşamamıştır. Hoş kokularının yanı sıra çok güzel desenlere sahip bu fincan zarflarının üzerine, bazen ince gümüş levhalardan kesilmiş şekiller yerleştirildiğini ve çatlamaması için ağızlarına gümüş tel geçirildiğini biliyoruz. Kaplumbağa kabuğu, fildişi, boynuz zarfların yapımı ise çok özel bir maharet gerektiriyordu. Bunun için önce sert ağaçtan fincan kalıpları hazırlanıyor, levha haline getirilmiş boynuz ya da kabuk sıcak suda yumuşatılarak iki kalıp arasına sıkıştırılıyordu. Bu malzemeler üzerine altın ya da gümüş kakma yapıldığı da olurdu. Çok değerli olan fildişi zarfların süslenmesine daha çok özenilir, bu zarflar kabartma nakışlarla bezenirdi. Hangi alanda, hangi teknikle yapılmış olursa olsun, yeni kuşakların geleneksel el sanatlarımızdan habersiz olması üzüntü verici. Aslında bir fincan zarfı hayatımızda önemsiz küçük bir detay gibi gözükebilir. Fakat basit de olsa bir işin en iyisini yapmayla çalışmak, mükemmele ulaşmak adına iyi bir örnek. Ve dedelerimiz, en büyüğünden en önemsizine, yaptıkları her işin hakkını veriyor; dahası, imanlarından kaynaklanan muhteşem incelik ve zerafeti her ayrıntıda yansıtıyorlardı. Bir gün zarflı bir fincanda kahve ikram edilirse, geri çevirmeyin. Bir dönemin kültürünü yaşama fırsatını bulmuşken, kahvenizi bu hazla yudumlayın. Bambaşka tat alacağınıza eminim...
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy