İslâmî kaynaklarımızda “hubb-u câh” olarak geçen makam mevki sevgisi yerilmiş, nefsin bir zaafı sayılmış, müslüman ahlâkına yakıştırılmamıştır. Başta hadis-i şerifler olmak üzere, ahlâk ve tasavvuf kitaplarında müminler bu hususta uyarılmış, asıl odaklanılması gerekenin Cenab-ı Hak katındaki hakiki makam ve itibar olduğu ısrarla hatırlatılmıştır.
Bu meyanda tasavvuf kitaplarımızda bir tek söz ya da işaretle uyanıp dünya sultanlığını terk ederek fukara dervişler arasında ahiret sultanlığına tâlip olanların menkıbeleri sıkça geçer. En bilinenlerden biri İbrahim b. Edhem kuddise sırruhûnun hikâyesidir. Bu anlatımlar kıymetlidir; çünkü bir taraftan en prestijli makamların bile Allah yolunda terk ve feda edilebileceğine işaret eder, diğer taraftan bizi kendi gönül dünyamızda bir sorgulamaya çağırır.
Bu noktada bir hatırlatma yapmamız lazım. Kitaplarımızdaki makam ile bugün dilimizdeki makam kelimesi tam olarak aynı değil. Biz bugün makam deyince öncelikle üst düzey devlet görevlilerinin pozisyonunu anlıyoruz. Emrinde bir grup memurun çalıştığı herhangi bir müdür, vali, daire başkanı vs... Kitaplarımızın bahsettiği makam ise bunları da kapsamakla birlikte daha geniş manada. En azından insanların bir kısmından üstün, itibarlı, sözü ve hükmü geçme hali demek. Dolayısıyla makam sevgisi “herhangi bir yoldan her türlü itibar ve üstünlük sevgisi” olarak anlaşılmalı.
İtibar ve üstünlüğü sevmeyi, talep etmeyi yanlış görmenin bugünün dünyasına ne kadar yabancı olduğunun elbette farkındayız. Çocuklarımızı iyi bir konum isteği ile yetiştiriyor, hayatta itibarlı bir yer edinmeleri hedefiyle eğitiyoruz. Sosyal ağlarda çok kişi tarafından takip edilmek, önemli bir kişi olmak, kendimizi göstermek, görülmek, itibara alınmak istiyoruz. Yanlış anlaşılmasın; güzel bir meslek, bir alanda uzmanlık, ilim, bilgi, kimseye muhtaç etmeyecek mal mülk istemek yanlış değil. Yanlış olan, ahireti unutarak, bir yolcu olduğumuzu ve burada “kısacık bir mola” için bulunduğumuzu göz ardı ederek sadece dünyaya odaklanmak. En kötüsü de Âlemlerin Rabbi’nin huzurundan gaflete düşüp insanlar nezdinde itibar ve prestij aramak. Yani dünyaya ve insanlara tamah etmek.
Zaman nereye akarsa aksın, dünya nereye giderse gitsin, hak ve hakikat aynı. Bu hak ve hakikati talep edenlerin karakteri, kişiliği, ahlâkı da aynı. Bunun için klasik kitaplarımız başımızın tâcı. Onlar, bu denli tefessüh etmemiş bir dünyada, hakiki ilmin ve sahih anlayışın kaynağına bizden çok ama çok daha yakın devirlerde kaleme alındı. İnananlara kıyamete kadar değerini muhafaza edecek miras olarak bırakıldı. Bu yüzden bu ay sizi makam sevgisi ve tedavisi hususunda Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî rahmetullahi aleyhi okumaya davet ediyoruz. Ayın konusunu onun Kimyâ-yı Saâdet’inin “Helâk Ediciler” bölümünden dergimize uyarladık ve “İtibar ve Üstünlük Düşkünlüğü” başlığını koyduk.
Bu ay yine kalbinizi ferahlandıracak, bu zor günlerde manevi direncinizi artıracak dopdolu bir muhteva ile karşınızdayız. Hayırlı, faydalı olmasını temenni ederiz.
Şubat sayımızda buluşmak üzere inşallah.