Aramak

Harabeler Ne Anlatır

Tarihe baktığımızda, bütün insanlık ailesini gayeleri açısından iki ayrı topluluk olarak görmekteyiz: Biri dünyaya yönelmiş ve sadece ona hizmet etmiş. Diğeri ise dünyada ebediyyet için yaşamış. Ebedi hayatı unutmadan dünyaya hizmet etmiş. Tarih boyunca bu her iki topluluk da canhıraş gayretler içerisinde olmuş. Ne var ki, hayatı bu ömürden ibaret görenlerin gayretleri hüsranla sonuçlanmaya mahkûm.
Yüce Rabbimiz’in “insan, ancak ardından koştuğu şeyin karşılığını elde eder” fermanı gereği, herkes neye hizmet ediyorsa ona kavuşacak. Dünyaya hizmet eden dünyaya, ahirete hizmet eden ebedi saadete... Her iki topluluk da şehirler inşa etmiş. Dünyayı yaşanır hale getirmek için gayret sarf etmişler. Biri insanın zahirî ve batınî kemaline hizmeti gaye edinmiş, öteki yalnız insanlığın sefil hazlarına ve maddi ihtiyaçlarına... Aslında çoğu zaman bunu bile yapamamış, sadece onu sömürmüş. Birinin tesis ettiği cemiyet ahlâkı ve insanî meziyetleri aşındırırken, ötekinin kurduğu cemiyet bir irfan mektebi olabilmiş ve insanlığın ebediyyetine hizmet etmiş. Birinin sanat eserleri ve kurduğu muhteşem şehirler İsrafil A.S.’ın Sûru’yla yokluğa mahkûmken, ötekinin amelleri cennette köşklere, altlarından ırmaklar akan saadet yurduna dönüşecek. Sûr’un üflenişiyle İslâm mabedleri de, şirk tapınakları da elbette harap olup gidecek. Ama İslâm mabetlerine hizmet eden emeğe ruh veren ihlas, yani Allah rızası onu inşa edenleri ebedi kılacak. Bu yüzden mübarek ve kutsal olan belki emeğin kendisi değil, emeğin özündeki ilâhi maksattır. Yani halis niyettir. Boşa gitmeyecek, hezimet olmayacak hizmet işte budur.

 Heba Olan Emek ve Gerçek Hizmetkârlar

Tarihi eserlerde insanlığın hizmeti, emeği ve alın teri saklıdır. Selimiye’leri de katedralleri de inşa eden insan emeğidir. Ama hangi emeğe İlâhi Kitab’ın anlattığı manada hizmet diyeceğiz? O devâsâ piramitlere harcanan emek kölelere ne kazandırmış olabilir? Onların inşasına hizmet ettiren firavunlar piramitlerle ne kadar yad edilirler? En fazla kıyamete kadar. Ya sonrası?!. Ve onlar nasıl hatırlanır? İnsanlığın hizmetkârları ve kurtarıcıları olarak mı? Hayır!.. İnsanlığın hizmetçileri ve kurtarıcıları insanlığı ebedileştiren, onun her iki cephesine, bütün bir varlığına hizmet eden insanlardır. İslâm’da  manasını bulan hizmet ise bu maksada hizmet eden bir gayretin adıdır. Surlarda, kral saraylarında, şirk tapınaklarında da insan emeği var, İslâm mabetlerinde de... Ama özünde iman olmayan medeniyetlerin kalıntılarında, insanlığın boşuna yorulmuşluğu okunur. Mısır’ı inşa eden Firavunlar, Asur’u, Babil’i kuran krallar, kölelerin alın teri ve emeğiyle bayındır olan şehirlerde debdebeli bir hayat sürmüşler. O ihtişam ile yaşamış ve ölmüşler. Kölelerin hizmeti efendilerin dünyevî refahını sağlamış. İnsanlığın ruh dünyası ise bu görkemin içinde çürümüş. Tarihi böyle bir şuur uyanıklığıyla mütalaa ettikçe, insanlığın hizmet ettikleri değerlere göre alçalış ve yükselişlerini görürüz. Ama insanlığın bu tarihi akış içerisinde daha çok yokluğa sürüklendiğine şahit oluruz. Yazık ki insanlığın hizmeti daha çok dünyayı imar etmiş. Dünya ise insanlığın ahiretini yutmuş. İnsanlığın gerçek hizmetçileri ve efendileri      olan peygamberler, içinde ruhumuzun ve insanî özümüzün kaybolup gittiği şehirler inşa etmemişler. Aksine, bu şehirlerde yokluğa giden insanlığı kurtarmaya, onların ebediyyetine hizmete gelmişler. İnsanlığa dünyayı ahirete sermaye etmeyi öğretmişler. Gerçek hürriyete giden yolları göstermişler. Onların iki dünyalarına hizmet edecek olan bir din getirmişler. Bu yüzden onların eserleri kâmil insanlar, yüzleri Hakk’a dönük gönül erleri olmuş. Piramitlere, devasa sütunlu saraylara değil.

 Yeni Medeniyetin Eski Yanlışı

Şimdiki inkârcı toplumlarla, inkârcı eski toplumların bir farkı var mı? İnsanlığa hizmet açısından bakıldığında, farkları olduğunu söylemek pek mümkün gözükmüyor. Çünkü ikisinin de hizmeti insanı yüceltmeye, yüce değerlere kavuşturmaya yönelik olmamış. Aksine, insanları medeniyetlerine köle etmişler. Mesela modernliği her kıymetin üstünde tutan çağdaş insan, ideolojileriyle, felsefesiyle, bilumum dünyevî bilgi ve teknolojiyle insanlığın mutluluğuna, ruh dünyasına, asıl ve en önemli boyutuna hizmet edebildiğini iddia edebilir mi? Bütün bu araçlar ancak bir mümin ihlâsıyla sunulduğunda gerçek hizmete dönüşür, aksi durumda birer yıkım aracı olabilir. Bu yıkımı artık inkârcı dünya da kabul ve itiraf etmiyor mu? Son iki asırda her ideoloji insanlığa bir kurtuluş reçetesi sundu. Siyasiler, mühendisler, bilim adamları hep insanlığa hizmet edip durdu. Evet, kısmen de olsa insanlığın maddi refahına hizmet edilmedi değil. Dünyanın bir yarısındaki aç insanlara rağmen bu refahın tadını yudumlayan insanlar var. Ama onlar da ruhlarına hizmet edecek bir medeniyete hasret yaşamaktalar. Teknoloji, bu ihtiyaca cevap verebilmekten ne kadar uzak! Göklerin derinliklerinde uçmak, uzayın ürkütücü yalnızlığında Allah’tan, ahiretten, ebediyetten habersiz yüzmek, modern insanın ruhunu huzura erdiremedi. Sadece bilimselliğe dayalı anlayış, insanı doğum ile ölüm kıskacında, beyni biraz fazla gelişmiş, ekonomik faaliyetlerde de bulunabilen bir organizma olarak tanıttı. Bırakın insan ruhunun ızdıraplarını dindirmeyi, ruhun varlığını inkâr etti. Sadece gökdelenlere, asfalt yollara, mamur şehirlere ve bilimsel araştırmalara harcanan emeği, insanlığın ruhî huzuruna yönelik bir hizmet olarak algılayabilir miyiz? İnsanî meziyetleri çürüyen bir toplumu, gittikçe çıtası düşen ahlâkî seviyeyi göre göre, insanlık manevi yönüne hizmet edildiğine nasıl inansın? Şuuru uyanık insan, piramitlerin, eski tapınakların, her türden hayasızlığın işlendiği antik şehirlerin, Sodom ve Gomore’nin, Bizans ve Roma’nın inşasında boşa harcanan bir emeği nasıl okumaktaysa, bu tarihi eserlerde insanların köle kılınışını ve sömürülüşünü nasıl seyretmekteyse, yirminci asrın dev karyelerinde de modern insanın ruh dünyasının ihmalini, boşa giden emeğini ve hizmetinin nasıl hezimet oluşunu da okumakta. Ve modern insanın sanatının da bu hezimete tanıklığını görmekte.

 İlâhi Mesajla Gelen Uyarı ve Müjde

İnanan insan bu izlerde, Yüce Rabbimız’in “Dünya hayatındaki gayretleri boşa gidenler, güzel bir sanat icra ettiklerini sanmaktaydılar” ayetinin mesajını duyar. İnanan insan, ebedi saadet getirmeyecek hiç bir gayrete hizmet olarak bakmaz. Kısaca, çağın inançsız insanı, yalnızca insanlığın  fani ömrüne hizmet eden yeni bir medeniyetin insanı. Eski medeniyetlere hizmet etmiş insandan bu bakımdan bir farkı yok. O da alın terini bu medeniyetin tekâmülüne harcıyor. Onu kemale erdirmek için dehasını sarfediyor. Ahiret hayatını inkâr ederken başka gezegenlerde hayat arıyor. Bu gayretlerinin tamamını da kendine ve insanlığa hizmet addediyor. Oysa Yüce Rabbimiz “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. Ancak inanan ve salih ameller işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna!” mealindeki sureyle bu zannı reddediyor. Bu ilâhi bildiri, eski-yeni bütün insanlığa “hizmetler, ruhunda Allah rızasını barındırmıyorsa, boşuna yoruluştur, hüsran ve hayal kırıklığıdır” mesajını vermekte. İşte böyle bir son pişmanlığa düşmemek için, hizmetimizin hüsran ve hayal kırıklığı olmaması için, toprağa attığımız alın terimizin bize bedbahtlık getirmemesi için, hizmetin ruhundaki niyete bakmalı ve onu düzeltmelidir. İnsanlığın ebedi saadetini unutarak yalnız dünyasına hizmeti, ona ihanet saymalıdır.  
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy