İmam Muhammed rh.a., İmam Azam Ebu Hanife hazretlerinin iki meşhur öğrencisinden biridir. İmam Ebu Yusuf rh.a. ile beraber “İmameyn: İki İmam”ın diğeridir. Yani fıkıh alimleri arasında güzide bir yere sahiptir.
Hanefî mezhebinde fetva verilirken önce İmam-ı Azam’ın görüşüne bakılır. Onda bulunmazsa İmam Ebu Yusuf’a, onda da bulunmazsa İmam Muhammed’in kavline başvurulur. Hanefî mezhebi müçtehidi olarak kaleme aldığı eserler ve yetiştirdiği talebelerle bu mezhebin yayılmasında etkili olmuştur.
Kimdir?
İmam Muhammed’in künyesi Ebu Abdullah’tır ve Şeybanî nisbesiyle anılır. Dünyaya gelmeden önce babasının Şam bölgesinden çıkıp Irak’ın Vâsıt şehrine yerleştiği ve İmam Muhammed’in hicretin 132. yılında Vâsıt’ta doğduğu kaynaklarda zikredilir. Çocukluğu Kûfe’de geçer. O tarihlerde Kûfe, Arapça lügat, fıkıh ve hadis ilimlerinde çok büyük bir merkez durumundadır. Sahabi ve Tabiînden birçok zat orada yaşamış, ilmî birikimlerini çevresindekilere aktarmışlardır.
Küçük yaşta Kur’anî ilimlerle beraber Arap dilini öğrenen Muhammed, devrin önde gelen hadis alimlerinin derslerine devam etmeye başladı. Yaşı küçük olmasına rağmen zekâsı ve ezber kabiliyetiyle hocalarının dikkatini çekti.
İmam-ı Azam Ebu Hanife ile tanışması ise şöyle olmuştur: Henüz 13-14 yaşlarındayken babası ile birlikte bir soru sormak için İmam-ı Azam’ın ders meclisine gitti. Ders bittikten sonra yanına yaklaşarak yatsı namazıyla ilgili bir soru sordu. Aldığı cevap üzerine de bir kenara çekilerek yatsı namazını iade etti. İmam-ı Azam Ebu Hanife onun namaz kıldığını görünce haline şaşırdı ve “Bu çocuk inşallah kurtuluşa erenlerden olur.” diye dua etti.
Bu olaydan sonra fıkha karşı muhabbet duyan İmam Muhammed, İmam Azam’dan talebesi olmak için izin istedi. İmam kendisine “Hafız mısın?” diye sorunca, Kur’an-ı Kerim’in üçte birini ezbere bildiğini söyledi. “Önce Kur’an’ı ezberlemelisin. Çünkü fakih olmak isteyen kimsenin Kur’an-ı Kerim’i çok iyi bilmesi gerekir.” cevabını alınca yedi gün gibi kısa bir zamanda hafızlığını tamamlayarak babasıyla birlikte İmam-ı Azam’ın yanına gitti ve “Verdiğiniz vazifeyi yerine getirdim.” dedi. İmam onu ders halkasına kabul etti ve dört yıl boyunca bizzat ilgilendi. İlim meclisinde sorulan soruları ve cevaplarını devamlı not alırdı. İmam-ı Azam vefat edince yerine dersleri devam ettiren Ebu Yusuf’tan ders alarak fıkıh ilmini tamamladı.
İmam Muhammed, İmam-ı Azam ve Ebu Yusuf dışında Süfyan-ı Sevrî, Mis’ar b. Kidam, Malik b. Miğvel, Kays b. Rebi’, İsmail b. İbrahim el-Becelî gibi (Allah cümlesinden razı olsun) alimlerden de ders almıştır. Ayrıca Mekke, Medine, Horasan, Basra, Şam gibi devrin ilim merkezlerinde muhaddislerin ders halkalarına katılmıştır. Henüz yirmili yaşlarında Malikî mezhebinin kurucusu Malik b. Enes rh.a.’in ders halkasına katılmış, üç yıl kadar ondan hadis dinlemiştir.
Onun İmam Malik ile tanışmasının da ilginç bir hikâyesi vardır. İmam Malik’in talebelerinden Mucaşa b. Yusuf anlatıyor: “Medine’de İmam Malik’in yanında idim. İnsanlara fetva veriyordu. Bu arada İmam Azam’ın talebesi Muhammed b. Hasan geldi ve şu soruyu sordu:
– Ya İmam, mescitten başka yerde su bulamayan cünüp hakkında ne buyurursun?
İmam Malik:
– Cünüp olan kişi mescide giremez, dedi. Muhammed b. Hasan:
– Namaz vakti olunca ne yapacak, mescitte suyu görüyor, deyince İmam Malik yine aynı cevabı verdi.
Muhammed b. Hasan ısrar edince, İmam Malik:
– Sen söyle bakalım, ne yapması lazım, diye sordu. İmam Muhammed:
– Teyemmüm alır, mescide girer. Suyu çıkarır ve gidip gusleder, dedi.
Bu cevap üzerine İmam Malik etrafındakilere bu gencin kim olduğunu sordu. İmam Azam’ın talebesi Muhammed Şeybanî olduğunu söylediler.”
İmam Muhammed, İmam Malik’ten üç yıl ders aldıktan sonra Kûfe’ye döndü. Kûfelilere İmam Malik’in meşhur hadis kitabı
“Muvatta”yı aktardı. Onun bu aktarımı müstakil bir eser halinde neşredilmiştir. Muvatta İmam Muhammed’den başka alimler tarafından da rivayet edilmiştir. İmam Muhammed’in rivayetini yayına hazırlayan Ezher Üniversitesi Hadis Bölümü başkanı Abdülvahhab Abdüllatif, yazdığı önsözde İmam Muhammed’in rivayet ettiği Muvatta’nın diğer rivayetlerden üstün olduğunu zikretmiştir.
İlim halkasında bulunanlar
İmam Muhammed, ilmini kemale erdirip ders halkasını kurunca, ondan ders alanlar gün geçtikçe arttı. Meclisine gelenler ondaki ilim cevherinin farkına varıyor, etrafından ayrılmıyorlardı. Muhammed b. İdris, meşhur ismiyle İmam Şafiî’nin ondan ders okuduğu, onun rivayet ettiği hadisleri dayanak kabul ettiği rivayet edilir. İmam Şafiî ilim halkasında bulunduğu üstatlarından şöyle bahseder: “Allah bana iki insanla yardımda bulunmuştur. Bunlardan birisi hadis ilminde Süfyan b. Uyeyne, diğeri fıkıhta İmam Muhammed b. Hasan’dır.”
İmam Muhammed’le ilk karşılaşmasını ise şöyle anlatır: “İmam Muhammed bir odada oturmuş ve insanlar da onun başına toplanmışlardı. Sohbet ediyordu. Yüzüne baktım, insanların en nurlusuydu. Alnı sedef gibi parlıyordu. İnsanların en güzel giyinenlerindendi. İhtilaflı bir meseleden sordum ve zaafa düşmesini istedim. Fakat meseleyi derinlemesine izah etti. Böylece ilmiyle tabi olduğu mezhebi kuvvetlendirdi.”
Şafiî mezhebinin büyüklerinden İdris b. Yusuf Karadisî, İmam Şafiî’den şu sözü işittiğini nakletmiştir: “Ben, helal ve haram ile nâsih ve mensuhu (bir ayetle verilen hükmün başka bir ayetin gelmesiyle değişmesini) Muhammed b. Hasan’dan daha iyi bileni görmedim.”
Ebu Ubeyd de, İmam Şafiî’den şu sözü işittiğini naklediyor: “Eğer insanlar insaf sahibi olsalardı, Muhammed b. Hasan gibisini göremeyeceklerini bilirlerdi. Çünkü ben fıkıh ilmini ondan daha iyi bilen bir alimin dizinin dibine oturmadım. Benim lisanım fıkıh ilminde onun lisanı gibi açılmadı. O, gerçekten büyük alimlerin bile aciz kaldığı fıkhî meseleleri çok güzel açıklardı.”
İmam Muhammed, İmam Şafiî’nin hem hocası hem de üvey babasıydı. İslâm tarihçilerinin rivayetine göre İmam Şafiî, İmam Muhammed’in
“Kitabu’l-Asl” adlı eserini ezberlemiş ve
“El-Ümm” isimli kitabını bu eserden faydalanarak yazmıştır. İmam Şafiî’nin diğer eserlerini de İmam Muhammed’den ders aldıktan sonra yazdığı kaynaklarda zikredilir.
Yine Ebu Ubeyd naklediyor: “İmam Şafiî’den duydum, buyurdu ki: ‘İmam Muhammed’den öğrendiğim ilimle bir deve yükü kitap yazdım. Eğer o olmasaydı ilim kapısının eşiğinde kalmıştım. Bütün insanlar ilimde Irak alimlerinin, Irak alimleri de Kûfe alimlerinin çocuklarıdır. Onlar da Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.’”
Malikî Mezhebinin imamlarından Esed b. Furat da İmam Muhammed’den ders almış, yazdığı eserlerde İmam Muhammed’in kitaplarından istifade etmiştir.
Hanbelî mezhebinin kurucusu İmam Ahmed b. Hanbel rh.a de kendisine sorulan soruları cevaplarken İmam Muhammed’in kitaplarından faydalandığını söylemiştir. İmam Ahmed b. Hanbel’e, İbrahim Harbî:
– Ey Ahmed, bu kadar ince meseleler sana nereden geliyor, diye sorunca:
– Muhammed Şeybanî’nin kitaplarından, demiştir.
Buradan anlaşılacağı üzere İmam Muhammed’in Hanefî mezhebiyle beraber, Ehl-i Sünnet olan diğer üç mezhebe de çok emeği geçmiştir.
Ayrıca İmam Muhammed, Allah dostlarının büyüklerinden Davud Taî k.s. hazretlerinin sohbetlerinde bulunmuş, onun övgü ve teveccühlerine mazhar olmuştur.
Takvayla süslenen ilim
İmam Muhammed çok mütevazı, dünyaya tamah etmeyen, bütün malını ilim yolunda harcayan takvası yüksek bir zat idi. Babasından kendisine yüklüce bir miras intikal etmişti. Şöyle buyurmuştur: “Babamdan 30 bin dirhem miras kaldı. Bunun yarısını hadis ve fıkha, yarısını da Arap dilinin grameri ve edebiyatına harcadım.”
İmam Muhammed her zaman ilminin gerektirdiği şekilde davranmıştır. O, ilmin izzetini asla ayaklar altına almamış ve hiçbir zaman ilmi ile kibirlenmemiştir. Nakledilir ki, bir gün talebeleriyle otururken dönemin Halifesi Harun Reşid gelir. Herkes ayağa kalkar fakat İmam Muhammed kalkmaz. Biraz sonra halife tarafından çağrılınca yanındakiler endişelenmeye başlar. O ise telaşa kapılmaz. Halifenin huzuruna girer. Bir müddet sonra yine vakar ve heybetle talebelerinin yanına gelir. Etrafındakiler halife ile aralarında geçen hadiseyi merakla sorarlar. İmam Muhammed:
– Halife niçin ayağa kalkmadığımı sordu. Ben de kendisine, “Beni ilmiye sınıfına siz koydunuz. Ben de sınıfımı muhafaza etmek istedim. Hizmetliniz sınıfına geçmek istemedim. Çünkü ilmiye sınıfının yeri, hizmetlilerin yeri gibi değildir. Efendimiz s.a.v. ‘
Kim (dünyadaki makamından dolayı) insanların karşısında ayakta durmasını severse ateşte oturacağı yeri hazırlasın.’ buyurmuştur.’” dedim.
İmam Muhammed ilimde olduğu gibi ibadet hususunda da üstadı Ebu Hanife rh.a.’ye uyardı. Çok Kur’an okur, çok ibadet ederdi. Gecesini üçe ayırırdı. Bir bölümünde dinlenir, bir bölümünü ibadet ve taate ayırır, kalan kısmında ise ilmle meşgul olurdu. Çok geceler hiç uyumadan ilim ve ibadetle meşgul olurdu. Kendisine “Niçin bu kadar çok çalışıp uykusuz kalıyorsunuz?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Müslümanlar bana güvenerek istirahat ediyor, bir konuda dara düşersek Muhammed halleder diyorlar. Eğer ben de uyursam, Allah korusun, din tahrip edilir.”
İmam Muhammed rh.a. cömertliği ile de meşhurdu. Talebeleri onu cömertlikte üstadı İmam Azam’a benzetirlerdi. Bir kere talebesi Muhammed b. İdris (İmam Şafiî) kendisine bir soru sormuş, cevabı da yazarak kayıt altına almıştı. Talebesinin bu davranışını takdir eden İmam Muhammed, İmam Şafiî’ye yüz dirhem vermiş: “Eğer ilimden nasibini almak istiyorsan meclisimize devam et.” buyurmuştu. İmam Şafiî birkaç defa dünyalık hususunda zor duruma düşmüş, İmam Muhammed ona bir defasında yüz bin dirhem, bir defasında da yetmiş bin dirhem vererek ilme teşvik etmiştir.
İmam Şafiî, İmam Muhammed hakkında şöyle demiştir: “Eğer İmam Muhammed bize seviye gözeterek konuşmasaydı, biz onun sözünü anlayamazdık. Fakat o bizim seviyemizi gözetiyordu.”
İslâm kaynaklarında İmam Muhammed, döneminin alimleri arasında en çok eser verenlerden biri olarak zikredilmiştir. Devrin halifesi Harun Reşid onu bir süre Rakka şehrine kadı olarak atamış, fakat İmam Muhammed kısa zaman sonra bu görevi bırakmıştır.
Muhammed b. Selam anlatıyor: “Rüyamda gökyüzünde bulunan iki ay yeryüzüne düşüyordu. Gördüğüm bu rüyadan bir süre sonra İmam Muhammed b. Hasan ile İmam Kisâi’nin vefat ettiği haberini aldım.”
İmam Kisâi ile İmam Muhammed b. Hasan’ın vefatı aynı gündür. Halife Harun Reşid, hicri 189 yılında Rey şehri üzerine sefere çıkacağı zaman, istişarelerde bulunmak üzere İmam Muhammed ile İmam Kisâi’yi yanına almıştı. Rey şehrine yaklaştıklarında iki büyük alimin sağlık durumu bozulmuş, ordunun şehre girdiği gün ikisi de vefat etmiştir. Halife bu olaya çok üzülmüş ve “Fıkıh ile lügati Rey’de defnettim.” sözleriyle üzüntüsünü dile getirmiştir.