Aramak

İnsan Ancak Arınarak Rabbine Yaklaşır

Allahu Tealâ buyuruyor: “Allah’ın sana verdiği şeyler ile ahiret yurdunu talep et. Ama dünyadan nasibini unutma.” (Kasas/77) Yani sana hangi cins nimet verildiyse, ahiretin kazancını temin etmek için sarfet. Allah’ın sana dünyada verdiği şeyler ile cenneti iste. Neden hoşnut ve razı isen, ahirette hangisinin eline geçmesini umut edersen, eline onu al. Unutma ki, senin dünyadan en son nasibin cesedin, bir de kefenindir. İnsanoğlunun bildirilen hükümlere göre ölüme hazırlanması gerekirken, fıtratında bulunan bazı karanlık unsurların etkilemesinden dolayı ölümü ve ahireti unuttuğu bir gerçektir. İnsanoğluna ‘insan’ denilmesinin sebebini müfessirler şöyle izah ederler: Mukaddes Kitabımız’da insandan söz edilirken, iki tür unsur ile dikkatimiz çekilmiştir. Bu iki tür unsurlar beşer adettir. Birinci grup unsurların birincisi nefs, diğer dördü ise su, toprak, hava ve ateştir. İkinci beş unsur ise, insanın kalbi, ruhu, hafî, sır ve ahfadır. İnsanda, yaradılışındaki toprak tabiatı ile tembellik vardır. En verimli toprak dahi kendi haline bırakılırsa, ekilip işlenmezse, bir verim elde edilemez. Ateş unsuru ise gazabı meydana getirmiştir. Su, hangi kaba konulursa o kabın rengini alır. Böylece insanların riyakârlık sıfatının su unsurundan olduğunu anlıyoruz. Havanın asli sıfatı yükselmek olduğundan, insandaki kibir ve ucubun bu unsurdan olduğunu görüyoruz. İşte bu hallerin zıddını elde edinceye kadar nefisle mücadele etmek lazım geldiğini ulema-yı kiram haber vermiştir. Yine ulemanın bildirdiğine göre, kul nefs sebebiyle kötü ve fena fiiler işler. Halbuki insanoğlu yine yaratılışı gereği ruh, kalp, hafî, sır ve ahfa sıfatlarıyla Allah’ı bilmelidir. Ruh ve kalp, yüksek unsurlar olarak Allah’ın emriyle letaif ve nur-u ilâhiyeden yaratılmıştır. Kalp, asli vazife olarak kalp ilâhî huzuru, ruh ise ilâhî muhabbeti ister. Sır, tevhidden ayrılmamak lazım geldiğini, hafî ise Allah’ın azametine karşı ibadet ve taatın gerekliliğini ortaya koyar. İşte “ölmeden evvel ölünüz!” sırrı, insanoğlundaki hayvanî sıfatların değiştirilmesi gerektiğine işarettir. İmam-ı Rabbanî Hazretleri Mektubat’ında bu hususları ayrıntılarıyla anlatmakta ve Allah’a ulaşmanın yedi adım olduğunu bildirmektedir. Bu yolda yürüyen kişi, bu yedi adımın her birinde kendi nefsinden uzaklaşır, noksan sıfatlardan münezzeh olan Rab Tealâ’ya yaklaşır. Sonunda insan has bir velâyete ulaşır. Bu yolda zikr-i ilâhînin rolü başta gelir. Allahu Azimüşşan’ın esma-i hüsnasından her birisini, her gün bir miktar söylemeye vird denilir. Ulema-yı kiram buyurmuştur ki: “Virdi olmayanın varidatı olmaz.” Varidat, Allah’tan kula inen rahmet, merhamet ve inayettir. Şu halde Allah’ın rızasına yaklaşmak için seyr u sülûk ile, yani nefsin terbiye, tezkiye ve latifelerin tasfiyesi ile Allah’ı zikretmek lazım gelir. Böylece o zikirlerin tecellileri ve esma-i ilâhîyenin nuru, vücut iklimindeki nefsin sıfatlarını kuşatarak tezkiye ve terbiye eder.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy