Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iş birliği içinde olduğu gizli yapılanmalar kadar içeriden ve dışarıdan desteklenen gazete ve dergilerin de etkisiyle başarıya ulaşmıştır. Özellikle Sultan’ın yurt içinde ve yurt dışında imajını zedelemede, halk arasında muhalefet oluşturmada bu gazete ve dergilerin çok önemli bir işlevi olmuştur. İmparatorluk içinde dağıtılması yasaklanan gazete ve dergiler, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadın kolları aracılığıyla, bu kadınların aslında karşı oldukları çarşafın altına saklanarak İstanbul’a sokuluyordu. Şikago’dan Rio de Janeiro’ya, Selanik’ten İstanbul’a, Kahire’den Paris ve Cenevre’ye kadar pek çok şehirde basılan muhalif gazete ve dergilerin ana amacı, ortak bir dil oluşturarak Sultan’ın karşısında halkı toplamaktı. İngilizlerin, Fransızların, Masonların, Carbonari Örgütünün, Siyonistlerin, Rumların, Ermeni Komitacılarının, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir araya gelerek savaştığı bu ortak düşman II. Abdülhamid Han idi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesi ve II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi için hangi yöntemleri kullandı?
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yurt dışı bağlantılı olarak basın yoluyla Sultan II. Abdülhamid Han’a karşı çok güçlü bir kampanya başlattığını biliyoruz. Bu kampanyaların merkezinde elbette o dönemin basın organları vardı. Basın yoluyla fikirlerini yaymak isteyen Cemiyet, bu sayede arzu ettikleri halk desteğini arkalarına alacaklarını ve böylece Sultan’ı tahttan indireceklerini düşünüyorlardı. Fakat istedikleri halk desteğini bulamadıklarını görünce halkı kışkırtmaya, yalan haberlerle sarayı yıpratmaya çalıştılar. Bu faaliyetlerde belli ölçüde başarılı da oldular. Konunun detaylarına girdiğimizde göreceğiz ki Cemiyet, Sultan’ı devirmek ve Meşrutiyet’i ilan ettirmek için her yolu deneyecek bir ruh halindeydi. Ne olursa olsun Sultan devrilmeliydi ve bunun için kiminle iş birliği yapıldığının bir önemi yoktu. Zaten yurt dışında Cemiyet’e destek veren örgütlere ve basına bakıldığında nasıl kirli bir ilişki ağı içinde olunduğu da ortaya çıkar. Selanik, Manastır ve Paris yapılanmalarını tamamlayan Cemiyet, bu aşamadan sonra istedikleri ihtilalin hazırlıklarına başladılar. Yurt dışındaki merkez üsleri Paris’ti ve buradan gönderilen mektuplara baktığımız zaman darbe için zamanın ve şartların olgunlaştığına olan inanç görülüyordu. Mesela Paris’ten Makedonya ve Beyrut şubelerine gönderilen iki mektup var ki, bunlar ihtilal için harekete geçilmesi yolunda açık talimat içeriyordu. Dr. Bahaeddin Şakir tarafından Cemiyet’in Köstence şubesine gönderilen Kasım 1906 tarihli mektupta, “Sultan Abdülhamid’in kahreden elinde aciz olan milletin yarın aslanlar gibi ayaklanacağının” reddedilemeyeceği söyleniyordu. Dr. Bahaeddin Şakir mektupta ihtilal için şartların hazır olduğunu iddia etse de dönemin sosyal ve siyasî olaylarına bakıldığında, halkın çok büyük çoğunluğunun Sultan’ın safında olduğunu net bir şekilde görürüz.
Diğer mektup da mı böyleydi?
Beyrut şubesine gönderilen ikinci mektup yine Dr. Bahaeddin Şakir tarafından yollanmıştı. Fakat bu mektubun birinci mektuptan farkı daha sert bir içeriğe sahip olmasıdır diyebiliriz. Mektupta kesin talimatlar dikkat çekiyor, ihtilal için her şeyin göze alındığı görülüyordu. Özellikle vatanın kurtuluşu için silah ve kanın gerekli olduğu vurgulanıyor, “çare-i vatanın davası silah ve baruttur” deniliyordu. Farklı milletlerin ihtilalleri incelendiğinde neticenin “hep ölüm, hep kan” olduğu da söyleniyordu. Bu mektuplarda “şiddet, barut, kan, silah, ölüm” gibi ifadelerden de anladığımız üzere Cemiyet artık ihtilal için “nasıl olacaksa olsun ama olsun” gibi bir havaya girmişti. İhtilal için halkın ayaklanması ve ordunun harekete geçmesi isteniyordu. Mektupların ardından kısa süre içerisinde faaliyetler daha da hızlanacak ve Cemiyet içinde yer alan subaylar ihtilal için farklı şehirlerde örgütlenmeye başlayacaktı. Böylece yeni gizli hücreler de kuruluyor ve bu sayede halk saray aleyhine kışkırtılıyordu.
Tüm bu kara propagandalar ağır vergilerin neden olduğu huzursuzluk ortamının da etkisiyle meyvesini vermeye başlayacak ve 1907 yılının sonlarına doğru birçok şehirde ayaklanma çıkacaktı.
Cemiyet, bazı sorunları da kullanarak istediği karışıklıkları çıkarmaya muvaffak oldu diyebilir miyiz o zaman?
Cemiyet, gizli örgütlenmelerle Anadolu’da istediği ayaklanmaları kısmen de olsa başlatmayı başardı. Ancak ayaklanmalara katılmak istemeyen büyük bir kesim de vardı. Cemiyet bunların varlığından, kendilerine katılmamalarından rahatsız oluyordu. Bunu nereden çıkarıyoruz ya da nasıl böyle bir sonuca ulaşıyoruz? Çünkü kışkırtmalara kapılmayanlar bizzat Cemiyet tarafından tehdit ediliyordu. Bu arada ağır vergilerin neden olduğu eylemler vardı ve Cemiyet de bu eylemleri kullandı. Zaman ve zemin birbirine uygun düştüğü için bu noktada bir başarı kazandıklarını söylememiz gerekiyor. Meselenin bir de asker boyutuna bakmak lazım. Mesela Rumeli bölgesindeki askerlerde huzursuzluk hali net şekilde görülüyordu. Merkezden gelen emirleri dinlemiyorlardı. Bu durum da zaten zayıf olan merkezî otoritenin zayıflamasına neden oluyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından başlatılan Anadolu’daki halk isyanlarına ek olarak Makedonya bölgesinde ciddi bir askerî hazırlık sürdürülüyordu. Devletin mevcut şartlarda buraya müdahale etme imkânı da çok kısıtlıydı. Bütün bunların üzerine bir de basın yoluyla yapılan algı yönetimini de eklerseniz, az çok dönemin resmini görebilirsiniz.
Dönemin basınının ihtilaldeki payı nedir?
Öncelikle şunun altını kalın çizgilerle çizmeliyiz: Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bütün dünya büyük çalkantılar içindeyken ve Osmanlı devleti dört koldan kuşatılmışken padişahın yetkilerini elinden alıp son derece kozmopolit bir meclise devreden II. Meşrutiyet’in ilanını bir başarı olarak görürsek, buradaki başarının birinci aktörü İttihat ve Terakki Cemiyeti ikinci aktörü ise hiç kuşkusuz dönemin basınıdır. Özellikle ihtilalin fikrî planda alt yapısını dönemin gazeteleri hazırlamıştır, diyebiliriz. Mesela Avram Galanti’ye bakılırsa o dönem Sultan’ın aleyhinde yayın yapan tam 68 gazete mevcuttur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin basın yayın ilişkileri üzerine yapılan akademik çalışmalara baktığımız zaman bu rakamın 153’ü bulduğu görülür. 1900’lü yılların başlarından bahsediyoruz, bu sayının o dönem için ne kadar büyük olduğunu bir düşünün. Sarayın hayli sınırlı etki alanına karşılık, içeride ve dışarıda her yere ulaşabilen 153 gazete dergi aleyhte çalışıyor! Sarayın kendini anlatacak böyle bir imkânı yok. Bir de bu gazetelerin yayınlandığı bölgeleri ve bulundukları merkezleri inceleyin. Mesela Paris, Kahire ve Cenevre... Ayrıca dünyanın öbür ucunda Rio de Janeiro, Şikago, Palermo.
Bu gazete ve dergiler bu kadar farklı ülkelerde basılıyor olmasına rağmen aynı muhtevayı ve mesajı mı taşıyordu?
Evet. Bunlar muhtelif ülkelerde çıkan değişik gazete ve dergilerdi, fakat aralarında ortak bir nokta vardı. Onları tehlikeli kılan da bu ortak akıldı. İşin sonuçlarına baktığımızda aslında buna “ortak şeytanî akıl” da diyebiliriz. Birincisi bu gazetelerin ortak bir düşmanı vardı ve hepsi aynı “çözümü” öneriyordu. Bu ortak hedef ve “çözüm teklifi” onları olduklarından çok daha güçlü kılıyordu. İkincisi ise bu gazete ve dergilerin kullandığı ortak dildi. Bu dil son derece sert, iftira ve aşağılamadan hiç çekinmeyen yıkıcı bir dildi. İşte meselenin kilit noktası da bizce burasıdır. Farklı yüz kişinin orasına burasına rastgele balyoz vurduğu bir duvar düşünün, bir de organize olmuş ve duvarın hep aynı yerine vuran yüz kişi düşünün. Bu misal hangisinin daha etkili, güçlü ve yıkıcı olduğunu gösterecektir.
Cemiyet’i ve Meşrutiyet fikrini en çok savunan gazeteler hangileriydi?
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni ve Meşrutiyet’i en hararetli şekilde savunan gazeteler arasında ilk olarak sayabileceğimiz Osmanlı Gazetesi’dir. Gazeteyi, Cemiyet’in kurucuları arasında gördüğümüz Dr. Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti 1897’de kurmuştur. Her iki isim de sıkı bir II. Abdülhamid muhalifiydi. Abdullah Cevdet, İslâm düşmanlığı ile de bilinen bir kişidir. Bunun dışında yine ateist kimliği ile bilinen ve şedit bir Abdülhamid Han düşmanı olan Ahmet Rıza’nın Paris’te 1895 yılında çıkardığı Meşveret Gazetesi vardı. Gazete Paris’te yayınlanmakla birlikte hem Fransızca hem de Türkçe yayınlanıyordu. Bu gazete İttihat ve Terakki’nin yayın organı durumunda idi. Yine 1908 ihtilalinin başarılı olmasında önemli bir yeri olan Şûra-yı Ümmet Dergisi’ni de saymak lazım. Bu dergi de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı olarak 1902-1910 yılları arasında tam 220 sayı çıktı. Bahaeddin Şakir ile Samipaşazade Sezai tarafından Kahire’de kurulmuş; İstanbul, Selânik ve Paris’te yayın hayatına devam etmişti. Günlükten aylığa kadar çeşitli formatlarda yayınlanan dergide Ali Kemal, Ahmet Ferit, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Samipaşazâde Sezai başlıca yazarlardandı. Mizancı Murad Bey tarafından çıkarılan Mizan Gazetesi de Cemiyet’e ve amaçlarına hizmet etmişti. Bu gazete 1886–1909 arasında üç dönem yayınlanmıştı. Bu gazetenin Cemiyet’in sözcüsü olarak görüldüğü yayın dönemindeki dili dikkat çekicidir. Mizancı Murad Bey, hilâfet ve saltanat merkezi İstanbul’u ikinci Bastil, II. Abdülhamid’i de hilâfet makamını gasp etmiş “soyu belirsiz bir şahıs” diye niteler. Dönemin önemli yayın organları arasında İçtihat Dergisi’ni de sayabiliriz. Bu dergi 1904-1932 tarihleri arasında 358 sayı çıkmıştır. Derginin yayın politikası Batıcılık ve Batılılaşma doğrultusundadır. Ayrıca yine örnek olarak Tanin ve Tercüman-ı Ahval gazetelerini de zikredebiliriz. Siz bu gazete ve dergilere bir de Sultan Abdülhamid düşmanlığı üzerinde bir araya gelen yayın ekibini ve yazar kadrosunu ekleyin.
Anladığımız kadarı ile Padişah, bu yıkıcı basın yayın faaliyetlerine karşı önlem alamıyordu. Özellikle de Selanik’teki yapılanmaya karşı.
İttihatçıların ve dolayısıyla Abdülhamid Han düşmanlarının merkezi durumunda olan Selanik, özel statüsü gereği Sultan’ın müdahale edemediği bir alan durumundaydı. Buradaki gayrimüslim unsurlardan olan Yahudi ve Selanikli dönmeler genellikle İtalyan pasaportu da taşıdıkları için en küçük bir adlî soruşturmada ya da sorgulamada İtalyan vatandaşlıklarını öne sürüp kurtuluyorlardı. Bu kişilerin evleri de aranamıyordu. O yüzden Cemiyet buralarda çok kolay toplantı yapıp organize olabiliyordu. Selanik’te bulunan Mason Locaları ve Carbonari Cemiyeti’nin uzantıları İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne her türlü desteği sağlıyorlardı. Mason Locaları, Carbonari Cemiyeti, Siyonistler, Selanikli Dönmeler, Ermeni ve Rum komitacıları başından sonuna kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni desteklemişlerdi. Cemiyet de ilk yapılanma aşamasında Carbonari Cemiyeti’ni kopyalamış, gizlilik yeminlerinde ise Masonların yeminlerini örnek almıştı. Ama İstanbul neticede Osmanlı’nın başkentiydi ve bu şehirde Selanik’teki gibi rahat hareket edemezlerdi. Yine İttihat ve Terakki Cemiyeti, Cemiyet’e dâhil kişilerin eşleri üzerinden bir kadın yapılanması kurarak İstanbul’da belli bir seviyede faaliyet yapmanın yollarını arayıp buldu. İttihat ve Terakki Kadın Cemiyeti’nin başkanlığına ise tanıdık bir isim getirilmişti: Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı Emine Semiye Hanım. Batıcılık akımının karşısında yer alan ve Osmanlı duruşunu koruyan muhafazakâr bir isim olan Ahmed Cevdet Paşa’ya rağmen kızı Emine Semiye Hanım, Selanik’te bulunduğu sıralarda ihtilal rüzgârına kapılmış bir isimdi.
Bildiğimiz kadarı ile İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadın kolları yapılanması önemli. Onların iddiaları ve tezleri ne idi?
Öncelikle şunu bilmekte fayda var, Cemiyet’in kadın örgütlenmesinin ilk toplantısında, 1908 yılında Semiye Hanım amaçlarını açıklarken İslâm kadınlarının zavallı olduğunu, yüzlerindeki kalın ve siyah peçeler gibi cehalet örtüsüne büründüklerini söylüyordu. Onlar bu cehalet örtüsünü delip geçecek hissiyatı uyandıracaklardı. Yani hedef Batılı kadınlar gibi fikren ve yaşantı olarak “özgürleşmekti.” Fakat garip bir çelişki, bu kadınlar yasaklı gazetelerin dağıtımını karşı oldukları “kara çarşaf”ın altına gizleyerek yapıyorlardı. Kısacası Cemiyet, kadını ve erkeği ile bir “köhne” dönemin kapanıp yeni “aydınlık” bir dönemin açılması için çalışıyordu. Cemiyet kadınları örgüt üyelerinin gizli mektuplarını ulaştırmada kurye olarak da çalışıyordu.
Sonuç olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti, istediği ihtilali basın yoluyla elde etti diyebilir miyiz?
Sadece basın yoluyla bu ihtilalin gerçekleştiğini söylemek elbette tarihe ve hakikatlere sırt çevirmek olur. Ancak bu yolla ihtilal için gerekli ortamı hazırladıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. İttihat ve Terakki Cemiyeti, iş birliği yaptığı karanlık odaklarla, gizli cemiyetlerle ve mason localarıyla ortak çalışırken, eş zamanlı olarak gazete ve dergileriyle Sultan Abdülhamid’e saldırdılar ve onun tahttan indirilmesi için bütün güçleriyle hareket ettiler. Hatta bu uğurda Ermeni ve Rum komitalarıyla, yani ayrılıkçı militanlarla ortak hareket etmek gibi bir ihanete girmekten de çekinmediler. Abdülhamid Han’a karşı düzenlenen ve başarısız olan 1905 Yıldız suikastında Ermeni teröristlere yardımcı olacak kadar gözleri kararmış bir grup da Cemiyet içinde bulunuyordu. Sonuç olarak 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildi. Bir sonraki aşamada ise Sultan Abdülhamid Han’ın “Benden sonra devleti 10 sene idare edebilirlerse 100 yıl idare etmiş saysınlar!” dediği oldu ve dokuz yıl içinde koca imparatorluğu çöküşün kapısına getirip bıraktılar. Ardından da ülkeyi terk edip kaçtılar.