Kainatın kalbi ve ilâhî hükümlerin icra makamı olan Arş-ı Azam, duaların yükseldiği ve kabul edildiği yerdir. Her kul için semada Arş'a açılmış kapılar vardır. Tevbe kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı, amellerin arz kapısı gibi. Bu kapılar insan ölene kadar kapanmaz. Yeter ki insan, bu kapılardan içeri girmesini bilsin.
Dua, ilâhî huzura sunulan bir dilekçe gibidir. Dua, kulun gönlünü ve derdini Yüce Rabbine açmasıdır. Ve arz edildiği makama uygun olan her dua muhakkak kabul edilir.
Duaların arz edildiği makama uygunluğu derken, işin usül ve adabından söz etmiş oluyoruz. Bunlar manevi edepler ve zahiri edepler olarak ikiye ayrılır. Duanın Cenab-ı Mevlâ katında kabulü için önce manevi usül ve adaba dikkat etmek gerekir. Zira manevi edepler duanın özü, ruhu gibidir ve kalple ilgilidir. Zahiri usül ve adabın, ancak manevi edeplere uyulduğunda bir mana ifade edeceğini unutmamamız gerekir.
Önce Samimiyet ve İçtenlik
Duanın manevi edeplerini şöyle özetleyebiliriz:
İnsan, önce duasız kulluğun ve ilâhî dostluğun olmayacağını bilmelidir. Dua ibadetlerin özüdür. Bütün ibadetler Yüce Allah'a kulluğun bir ifadesidir. Dua bu kulluğu en güzel şekilde ifade ve ispat eder. Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak Yüce Yaradan’a yönelmesi en büyük kulluktur. Bunu bilmek ve O’na yönelmek farzdır,
Dua, ümit, sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır. Çünkü kendisinden bir şey istediğimiz Yüce Allah, bizim hakiki dostumuz ve sahibimizdir. O bize gönlümüz kadar yakındır. Kalbimiz O'na yöneldiğinde ve derdimiz dilimizden döküldüğünde bizi dinlemekte ve “ne istiyorsun kulum?” diye karşılık vermektedir (Bakara/186). Bize kendisinden istemeyi O emretmiştir. “Benden isteyin ki size vereyim” demiştir. Duadan kaçanları kınamıştır. Güzel kulluk ve samimi dua edenlere cenneti müjdelemiş, kibirlenip dua ve ibadetten kaçanlara cehennemi hazırlamıştır. (Mümin/60)
Rasululllah A.S. Efendimiz’in belirttiği gibi Yüce Rabbimiz öyle zengindir ki, kendisinden istendikçe hoşnut olur. Kendisinden istemeyene kızar, kapısını çalmayana gazap eder. Kapısı herkese açıktır. Bütün kullara her istediklerini verse, hazinesinden hiçbir şey eksilmez. O, affedilmek isteyeni affeder, hidayet isteyeni hidayete ulaştırır, sıhhat ve afiyet isteyeni rahatlığa kavuşturur, rızık isteyeni genişliğe çıkarır, ateşten korunmak isteyeni cehennemden uzaklaştırır. Sevgi ve rızasını isteyeni rahmetiyle destekler, cennet yoluna sevkeder. (Buharî Müslim, Hakim)
Kısaca kendisinden isteyeni seven, her istenene gücü yeten Yüce Rabbimiz’den bir şey isterken devamlı sevinçli, ümitli ve tevazu içinde olmalıyız. Bir arifin dediği gibi, eğer Allahu Tealâ kullarına vermek istemeseydi, benden isteyiniz diye emir vermezdi.
Duada samimi ve ısrarlı olmalıdır. Bir kere istedim verilmedi demek yanlıştır, Allahu Tealâ'dan bir şey istemek kendi başına bir ibadettir. Her ibadete en azından on sevap verilir. Rasulullah A.S.: “İnsan, ben Allah'tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir.” buyuruyor. (Müslim, Tirmizî)
Dua ederken, kul kimden ne istediğini bilmelidir. Yani dil ucuyla değil, kalbin içiyle dua etmelidir. Çünkü kalp ile Yüce Allah arasında gafletten başka bir perde yoktur.
Efendimiz A.S.'ın şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir: “Allahu Tealâ, yeryüzünde dua eden hiçbir müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir. Ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü kaldırır ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar.” (Tirmizî, Hakim)
Ayrıca kul şunu bilmelidir ki, Allahu Tealâ devamlı kendisine yalvaran kullarını çok sevmektedir. Onun için bazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği şeyi geciktirir. Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel zikir çeşididir. Bu hal ayrıca kulun acizliğini ispat etmekte ve nefsi Yüce Rabbi’ne yöneltmektedir.
Demek ki kul Rabbinden bir şey ister, Rabbi onu dinler ancak verilecek şeyi O tercih eder. Bu, hastanın durumuna benzer. Hasta doktoruna rica eder, ondan şifa bulacağını umduğu bir şey ister. Fakat doktor bazen hastanın arzu ettiğini değil, başka bir ilacı verir. Çünkü hastanın şifa sebebi ondadır. Kısaca, “ey Rabbim!” diye yakaran hiç bir kul eli boş dönmez.
Usülsüz Vusül Olmaz
Duayla ilgili bu manevi edeplerin yanı sıra, dualarımızı Arş'a yükseltecek ve ilâhî huzurda kabulüne vesile olacak diğer hususları Allah Rasulü A.S.’ın tavsiyeleri ışığında şöyle sıralayabiliriz:
Rasulullah A.S. Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz dua ederken, ‘ya Rabbi! Dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle’ demesin. İstediğini, sağlamca ve kesin bir ifade kullanarak istesin. Çünkü Allah'ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kuvvet yoktur.” (Buharî, Müslim)
Buradan anlaşılan odur ki, mümin kul birşey dilemek için Rabbi'ne yöneldiğinde, o şeyin olmasını bütün benliğiyle istemeli, kalbinde “olmasa da olur” şeklinde bir gevşeklik bulunmamalıdır.
Duaya, Allah Teala'ya hamd ve sena, Rasulullah A.S. Efendimiz'e salât ve selam ile başlamalıdır.
Efendimiz A.S., bir adamın duasını duydu ve “bu adam acele etti” buyurdu. Sonra da onu yanına çağırtıp şöyle dedi: “Biriniz namaz kılıp arkasından dua için ellerini kaldırdığında, Allah'a hamd ve sena ile başlasın, sonra Peygamber’e salât ve selam okusun, ondan sonra istediği duayı yapsın.” (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî)
Duayı, "amin" kelimesi ile bitirmelidir. Bu kelime, “Rabbim, kabul eyle” anlamına gelir.
Sahabe'den birisi şöyle anlatır:
Bir gece Rasulullah A.S. ile dışarı çıkmıştık. Israrla dua eden bir adama rastladık. Rasulullah A.S. durup onu dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder.”
Cemaatten birisi, “Ey Allah'ın Resulü! Duayı nasıl bitirmesi gerekir?” diye sordu. Allah Rasulü A.S.: “Amin kelimesi ile... Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir.” buyurdu.
Rasulullah A.S.'a soran adam, oradan ayrılıp dua eden kişinin yanına geldi ve şöyle dedi:
“Duanı Amin kelimesi ile bitir ve gözün aydın olsun.” (Ebû Davud)
Dua ederken elleri açarak kaldırmalıdır. Rasulullah A.S. Efendimiz, dua ettiği zaman ellerini kaldırdığında (elbisesinin yenleri geniş olduğu için) koltuk altlarının göründüğü olurdu. (Buharî)
Dua ettikten sonra elleri yüze sürmelidir. Rasulullah A.S. Efendimiz dua için ellerini kaldırdığı vakit yüzüne sürmeden indirmez ve ashabına da böyle yapmalarını söylerdi. (Ebu Davud, Tirmizî)
Alimlerimiz, dua adabı olarak bunlardan başka, yine Rasulullah A.S.'ın hadislerine ve uygulamasına dayanarak aşağıdaki hususları da tavsiye etmişlerdir:
- Abdestli bulunmak.
- Namaz sonrasında dua etmek.
- Kıbleye yönelmek.
- Eğer kıtlık, umumî sıkıntı ve felaketlerin kalkması için dua ediliyorsa, elleri kaldırarak avuçların içi aşağya gelecek şekilde dua etmek ve böyle dualardan sonra elleri yüze sürmemek.
- Rızkını helal yollardan kazanmaya ve helal lokma yemeye titizlikle dikkat göstermek.
- Sünnetullah'a, yani varlığa hakim tabiat kanunlarına aykırı birşey istememek.
- Duada, Allah Tealâ'nın rızasına uygun olmayan şeyler talep etmemek.
Şunu da ilave edelim: Mümin, kendisi, sevdikleri ve malı hakkında bedduada bulunmamalıdır. Rasulullah A.S. Efendimiz bundan sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:
“Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Hizmetçilerinize beddua etmeyin! Mallarınıza da beddua etmeyin! Çünkü o bedduanız Allah tarafından kabul edileceği bir saate rastlar da, kabul edilir (ve sonunda yine kendiniz üzülürsünüz.)” (Ebu Davud)
Ayrıca mümin, sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında Rabbi'ne yönelmez. Aksine, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğu zamanlarda da duayı ihmal etmez ki, darlık ve sıkıntı zamanlarında Yüce Allah onunla birlikte olsun.
Resulullah A.S. Efendimiz'in bu konudaki tavsiyesi açıktır:
“Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin.” (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel)
Evet, dua başlı başına bir ibadettir ve diğer bütün ibadetler gibi ancak usül ve edebine riayet edildiğinde makbul olur. Arifler, “usül olmadan vusül, yani hedefe ulaşma olmaz” derler. Edebe dikkat etmeyene dost kapısının açılmayacağı da bilinir.
Dua İçin Zaman ve Mekan Tercihi
Efendimiz A.S.’ın hadislerinde dua etmek için hassasiyet göstermemiz gereken zamanlar şöyle haber verilir:
Gecenin son üçte birlik kısmı.
Farz namazların sonrası.
Secde hali.
Hac veya Umre.
Ezan okunduğu vakit.
Ezanla kamet arası.
Namaz için kamet okunduğu zaman.
Düşman karşısında iken.
Yağmur yağdığı zaman.
Kur'an hatminden sonra.
Gözlerimiz iman hasssiyetiyle yaşardığı zaman.
Bizi sadece Allah Teala'nın gördüğü tenha yerler.
Kâbe'de Rükn ile Makam arası.
Kabul Olunacağı Bildirilen Dualar
Rasulullah A.S. Efendimiz'in hadislerinde, şu kimselerin duasının reddolunmayacağı haber verilir:
Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası.
İyileşinceye kadar hastanın duası.
Mü'min bir kimsenin, diğer mü'min kardeşi için gıyaben yaptığı dua.
İftar edinceye kadar oruçlunun duası.
Adaletli devlet başkanının duası.
Babanın evladına duası.
Esma-i Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile tevessül edilerek yapılan dua.
Misafirin ev sahibine duası.
Mazlumun duası ve bedduası.