Kardeşler arası ilişkilerin düzenlenmesi ve çatışmaların kontrol altına alınması, çocuk eğitiminde aileleri son derece zorlayan bir konudur. Bu önemli konu üzerinde hassasiyetle durulmaz ve çözüme kavuşturulmazsa, çocuklarda ruhî sıkıntılar doğabildiği gibi, ömür boyu yaşanacak izler de kalabilir.
Kardeşler arası ilişkiler dendiğinde, doğal olarak akla ilk gelen konu kardeş kıskançlığıdır. Kıskançlık duygusu, kişinin büyümesiyle ters orantılı olarak küçülüp yok olmaz. Aksine haset ve çekememezlik olarak, yani biraz daha genişleyerek ve toplumsal hayatı etkileyerek varlığını sürdürür. Çevremizde gördüğümüz yaşını-başını almış, ancak hâlâ yakınlarıyla küs ve kırgın olan insanlar genellikle bu tip insanlardır. Bu insanlardaki kıskançlığın önüne erken yaşlarda geçilmediği için, büyüyüp şekil değiştirerek topluma zararlı bir hale gelmiştir.
Hiç Kimse Melek Değil
Hiç şüphesiz insan fıtratında iyi ve kötü vasıfların özleri birlikte yer alır. Yani kıskançlık da insan tabiatında var olan doğal bir duygudur. Çocuk terbiyesinin temel işlevi ise, bu olumsuz unsurun gelişerek çocuğa ve çevreye zarar vermesini önlemektir. Bunun yolu da, çocuğa öz disiplin kazandırıp bu eğilimlerini zararsız alanlara yönlendirmektir.
Kıskançlık duygularını kontrol altına alamamış kişilerin, toplumsal hayatta çevreleri için büyük bir problem oluşturduğunu görebiliriz. Sevgi ve paylaşımda bencil, doyumsuz olan kıskanç insanlar çevrelerine de rahatsızlık verirler. Oysa bu duygular, çocukluğun erken yıllarında iyi yönlendirilmiş ve kıskançlıkları körüklenmemiş olsaydı, bugün mutlu olan ve mutlu edebilen sağlıklı bireyler olabilirlerdi.
Birden fazla çocuğun bulunduğu aile ortamında kardeşler arasında nerede başlayıp nerede bittiği, suçlunun kim, haklının kim olduğu pek anlaşılamayan, bir çok tartışma ve çatışma cereyan eder. Bu çatışmalarda barışı sağlama görevi daha çok annelere düşer. Ancak tarafları memnun etmek hemen hemen imkansızdır. Sonuçta anneler de üçüncü bir taraf olarak kendilerini çatışmanın içinde buluverirler. Üstelik taraf tutmak veya haksızlık yapmak gibi ithamlarla da karşılaşır anne. Anne-babalar, hakkaniyet çerçevesinde muamele etmeye özen gösterseler bile, çocukta kıskanma ve kıskandırma eğilimi var ise, mutlaka sorun çıkaracak bir bahane bulunabiliyor.
Mesela, iki çocuğunuz var ve gezerken ikisine de birer dondurma alıyorsunuz. Birisi efendice doğru-düzgün yiyor. Diğeri ise yiyormuş gibi görünerek bir el çabukluğu ile dondurmasını saklıyor. Kardeşinin dondurması bittiğinde kendi dondurmasını eline alıyor, onun karşısına geçerek ballandıra ballandıra yiyor. İşte böyle sık rastlanan olaylarda kardeşlerin farklı tutumlarda olduklarını görürüz.
Kıskançlık mı? İntikam mı?
Çocuklar neden böyle davranır? Onların meselesi kardeşleriyle mi yoksa anne-babalarıyla mı? Kardeşleriyle kavga ederken bize duydukları kızgınlığın intikamını mı alıyorlar? Yoksa daha çok ilgi çekmek üzere mi bu tür davranışlara başvuruyorlar?
Çocukların mizaçları birbirinden farklı olduğu için, ne kadar çaba sarfedilse de, aralarında kesin eşitlik sağlamak neredeyse imkansızdır. Biri büyük, diğeri küçüktür. Biri hiç bir şeyi umursamaz bir tavır takınırken, diğeri olaylar karşısında hassastır. Biri çalışkandır, diğeri bir yolunu bulup kaytarma düşüncesindedir.
Nihayetinde anne-babaların da belki farkında olmadan veya zorunlu olarak yaptığı yanlışlar vardır. Örneğin küçük kardeşi kendinden büyüklerden arta kalan giysilerle büyütmek durumunda olabiliriz. Eğer imkansızlık söz konusu değilse, böylece israfı önlemeye çalışırız. Küçük çocuğun bundan rahatsız olmasını gözardı etmek işimize gelebilir. Yetişkinlerce önemsenmeyen bu ayrıntı, küçük çocuğun kişiliğinde öyle önemli izler bırakabilir ki, kendini ikinci planda, değersiz bir insan olarak hissedebilir.
Sevgiyi Paylaşma Zorluğu
Kıskançlık duygusunun psikolojik temelinde, sevgiyi paylaşmama isteğinin olduğu görülür. Çünkü sevgi, bir çocuk için en az anne sütü kadar önemli olan temel bir gıdadır. Sevgi ihtiyacının giderilmesinin bir üst sınırı da yoktur.
Küçükken kucağa alınarak okşanan çocuk, büyüdüğünde söz ile okşanmak ister. Sevme ve sevilme ihtiyacı hiç bitmez. Günlük yaşamdaki övgüler, güzel sözler hep ruhumuzu okşar, sevgi ihtiyacımızı karşılar. Küçük çocuk bu sevgiyi, bu temel gıdayı asla kaybetmek istemez. Doğal olarak paylaşmak da istemez. Çünkü paylaşınca sevginin azalacağını zanneder. Sevginin paylaşıldığı, anne-babanın çocuğa ayırdığı zaman ve gösterdiği ilginin azalmasıyla kendini hissettirir. Çocuklara alınan hediyeler ve oyuncaklar da onlar için birer sevgi sembolüdür. Bu nedenle çocuklar eşyalarını ve oyuncaklarını da kardeşleriyle paylaşmak istemezler.
Kardeşler arasında yaş farkı arttıkça, kıskançlığın da daha az görüleceği zannedilir. Oysa 5-6 hatta 8-10 yıl süresince evin tek çocuğu, diğer bir ifade ile kral konumundaki çocuk, tahtını bir kardeşle paylaşmakta oldukça zorlanır. Bir kardeşi olmasını çok istemesine rağmen bu zorluğu yaşar. Küçük kardeş büyüyüp onunla oynayacak yaşa gelinceye kadar, o daha da büyür ve “bebelerle oynamayan” bir ergen statüsüne geçer. Yaşı ne olursa olsun, büyük çocuk, yeni doğan kardeşe anne-baba çok ilgili davrandıkça içten içe alınabilir. Böyle durumlarda büyük çocuklara da yaşlarına uygun tutum ve davranışlarla sevildiklerini hissettirmek gerekir.
“Benim oynayacak bir kardeşim bile yok!” diyerek üzülen çocuklar ise arkadaşlık yapabileceği kardeşini de kıskanır.
Kardeşlerinin birbirini kıskanması, birbirlerini sevmedikleri anlamına da gelmez. Çocuklar hem severler hem kıskanırlar. Yetişkinler de sevdikleri kişileri kıskanmazlar mı? Öyleyse çocukların sevgili annelerini ve biricik babalarını kardeşlerinden kıskanmaları da doğaldır. Küçük çocuklar kıskançlıklarını daha açık ortaya koyarlar. İlk günlerde beşikte sürekli uyuyan ve arasıra kucağa alınan bebek, biraz büyüyüp etrafa gülücükler dağıtmaya, annesinin kucağından inmemeye başladığında tehlike çanları çalmaya başlar.
'Bilmeden Oldu Anne!'
Çocuklar kıskançlıklarını iki şekilde ifade edebilirler. Ya açıkça bebeği istemediklerini söylerler, ya da hastaneye veya alındığı yere geri verilmesi gibi ilginç isteklerde bulunabilirler. Bazen de çok seviyormuş numarası yapıp bebeği gizlice hırpalamaya çalışırlar. Mesela öperken ısırıverirler. Anneleri ağlayan kardeşlerini avutmalarını istediğinde itiraz etmezler. Ancak öyle bir beşik sallarlar ki, bebek daha da beter ağlamaya başlar veya göstermelik bir kaza sonucu beşikten bile düşebilir.
Anne-babaların çocuklara karşı hatalı tutumları bazen vahim sonuçlar doğurabilir. Çocukları üzmemek için onlara yalan söylenir. “Ben onu sevmiyorum, seni seviyorum” denilerek bir tür iki yüzlülük yapılır. Hatta yeni gelen kardeşin bir süre sonra başkasına verileceğini söyler, çocuğun gönlünü almaya çalışırız.
Yıllar önce şöyle bir olay duymuştum: Apartmanda yaşayan bir kadının 3-4 yıl sonra ikinci çocuğu olur. Lakin ilk çocuk kardeşine hiç ısınamaz. Annesine sürekli “anne bu bebeği atalım” dedikçe, annesi de onu hoşnut etmek için “olur, atalım” dermiş. Birgün anne çamaşır yıkamak için banyoya girer. İşi bittikten sonra bebeği emzirmek için gelir, ancak bebeği beşiğinde bulamaz. Telaşla “kardeşin nerede?” diye sorar. Küçük çocuk “hani anne, onu atacaktık ya! İşte ben de onu pencereden aşağıya attım!” cevabını verir. Gerçektende açık olan pencereden aşağıya bakan anne, bebeğini yerde görünce yığılır kalır.
Evdeki çocuk sayısı arttıkça kıskançlık da şekil değiştirir. İkinci ya da ortanca çocuklar yeni bir kardeşi daha çabuk kabullenirler. Çünkü onlar zaten dünyaya paylaşılan bir ortamdan gelmişlerdir. Büyük çocuklar ortanca kardeşle işbirliği yapma eğilimindedirler.
İlk veya büyük çocuklara fazlaca iş ve sorumluluk yüklemek, yaşının üzerinde olgunluk beklemek, çocuk baktırmak onların kıskançlık duygularını körükleyebilir. Çocuklarımızın bazılarını kendi psikolojik zaaflarımızdan dolayı ya fazla önemseriz veya dışlayabiliriz. Bilinçsizce sergilenen bu tavırlar da çocukların çatışmasına sebep olur. Bazı ailelerde cinsiyete verilen önem de bir kıskançlık nedenidir.
Çocuk da Anlaşılmak İster
Böylesine hassas ve karmaşık bir konuda her duruma uyacak pratik öneriler sunabilmek oldukça zordur. Prensip olarak çocukları dinlemek, davranışlarının nedenlerini anlamaya çalışmak ve kendi tutum ve davranışlarımıza dikkat etmek gerekir. Olayları ve durumları çocuk gözüyle değerlendirebilme yeteneğimiz olmalıdır. Onların kavgalarına çok sık karışmak ve müdahale etmekten ziyade, onları aynı ortamdan uzaklaştırma, ayrı ayrı konuşma yolu tercih edilmelidir.
Kıskançlığın en yoğun yaşandığı dönem, yeni kardeşin ilk doğduğu zamanlardır. İlk çocuğun odası ayrılacaksa, yeni kardeş gelmeden epeyce önce ayrılmalıdır. Bazen, bebek doğduktan sonra büyük çocuk tekrar anne-babanın odasında yatmak isterse, kısa bir süre buna da izin vermek uygun olur. Büyük çocuklar kıskançlığa bağlı bir bebekleşme sürecine girerek biberondan süt içmek, kardeşinin mamasını yemek isteyebilir. Hatta kasıtlı olarak altını bile ıslatabilir. Bu durumları anneler sabırla karşılamalıdır. Çocukları ayıplamamalı, cezalandırarak acılarını arttırmamalıdır. Bu tür anormal davranışlarını çocuğa duyuracak şekilde gelip-gidenlere anlatarak mahçup etmemelidir.
Bebekle geçinemiyor diye veya bakımlarını bahane ederek büyük kardeşi evden uzaklaştırmak, az da olsa büyük bir yanlıştır. Çocuk anneannesini dünyalar kadar sevse, çok iyi bakılsa bile, eve yeni kardeş geldiği için anneannesi onu yanına aldıysa, bilin ki aklı evde kalmış, sürekli olarak annesi ile bebeği düşünmektedir. Çocuklar bazen bu nedenlerden dolayı okula dahi gitmek istemezler, okul başarıları da düşebilir.
Kardeşler arasındaki kıskançlığı tatlı bir rekabete ve yarışa dönüştürmek, çocukların bedensel ve duygusal enerjilerini harcayacakları oyun ortamları hazırlamak, bazen de iyi geçindikleri, güzelce oynadıkları anlarda onları ödüllendirmek, anne-babalara yapılabilecek diğer tavsiyelerdir. Unutulmamalıdır ki onlar birbirini kıskanır ama kardeşsiz de olamazlar.