Tarih, geçmişte kalmış anlamsız bir hadiseler yığını mı, yoksa bugünü ve yarını inşa edip zirveleri yakalamayı sağlayan bir güç kaynağı mı? Geçmişe, kendimizi avutup eğlendirecek efsunkâr hikaye ve masallar olarak mı bakmalıyız; yoksa ayaklarımızı yere sağlam basıp, geleceğin doruklarına kanat çırpmamızı sağlayacak ikmal kaynağı olarak mı görmeliyiz?
Kuşkusuz tarih, geçmiş kuşaklardan miras kalmış, mutlu ve aydınlık bir yarını kurmada emsalsiz bir tecrübeler hazinesi, değerler pınarı ve kudret kaynağıdır.
Tarihçi Will Durant, tarihin bahsettiğimiz bu değeri ile ilgili şu isabetli tespitleri yapmakta:
“Tarih her şeyden önce bir mirasın işlenmiş şeklidir. Gelişmişlik ise bu mirası muhafaza etme, geliştirme, istifade etme ve sonra daha zengin bir şekilde gelecek nesle bırakmadır. Tarih, severek meşgul olanlar için sadece insanların hatalarının ve cinayetlerinin bir yekûnu değildir. Aynı zamanda binlerce maneviyat ehlinin, devlet adamının, kâşifin, alimin, şairin, sanatkârın, müzisyenin, aşığın ve filozofun yaşadığı, konuştuğu, öğrettiği, sanatını icra ettiği bir meclis, bir okuldur.”
Kökü Mazide Âti
İstikbâlde üstün bir mevkiye yerleşmek isteyen bir milletin, evvela özünde barındırdığı gücü keşfettiren ve kendine güvenini kazandıran tarihiyle barışık olması ve sürekli diyalog içinde bulunması gerekir. Yahya Kemal’in “kökü mâzide âti” esprisine bağlılığı ölçüsünde geleceğin dünyasında yer alacağını akıldan çıkarmaması icap eder.
Parlak bir gelecek elde etmenin yeter şartlarından biri de yüksek idealler peşinde koşmak, hamle ruhuna sahip olmak ve yenilikçi kabiliyeti diri tutmaktır. Toplumların, kendilerini sürekli canlı kılacak gücü toplayıp geleceği kucaklayabilmeleri için vazgeçilmez kaynak yine tarihtir. Bu yüzden, tarihe duyduğumuz alâka ve onun hayatımızdaki yeri; nasıl bir gelecek düşlediğimiz ve kendimizi nerede görmek istediğimizle doğrudan ilişkilidir.
Edward Hallett Carr’ın bu husustaki tahlilleri yukarıdaki kanaatin doğruluğunu pekiştirir mahiyettedir: “Durağan bir dünyada tarih anlamsızdır. Tarih özünde değişimdir, harekettir ya da ilerlemedir. Gelecekte gelişme yeteneğine inancını kaybeden bir toplum, geçmişindeki ilerlemeyle ilgilenmekten de çabucak vazgeçer.”
Geçmişle Teselli Bulma Hastalığı
Mâzinin parlak sayfaları, ihtişam ve güzelliklerle bezeli tabloları tarihte bir anlam taşımakla birlikte, daha muhteşem şaheserlere imza atmaya basamak yapılmadığı takdirde bugün için manasız olmaktan kurtulamaz. Mazinin güzelliklerini, işleyip daha güzel yarınlara kavuşmanın esin kaynağı haline getirmezsek, atalarımızın başarılarıyla övünüp göğsümüzü kabartmamız, doğrusu teselliden öte hiçbir pratik fayda sağlamaz.
Üstelik bu hal, bugünü idrakten sıyrılıp tarihte yaşamak ve ona mahkum olmak şeklinde kendini gösteren bir tür sosyal hastalık demektir. Tarihi o günkü şekliyle yeniden diriltmek gibi akıl ve gerçek dışı bir saplantıda boğulmakla eşdeğerdir. Geçmişin hayal dünyasında yaşamak, geleceğe dair ümit ve beklentilerin bitmesi, hayatla bağları koparıp dışına itilmeyi kabul etmektir. Aslında bu, tarihin yüklediği mesuliyetten kaçma, bir mirasyedi misali atadan kalanlarla yetinme, gelecek kuşaklara hayat hakkı tanımama, nihayet kendini tembellik ve miskinliğe atma kolaycılığıdır.
Leon E. Halkin’in, bu konudaki değerlendirmesi oldukça anlamlıdır: “Bazıları geçmişin bizzat kendisine bağlanmakta, bazıları da geçmişin gelişmedeki rolü hakkında kafa yormaktadır. Birinciler, tarihte bir kaçış imkanı aramakta, diğerleri ise ondan bir açıklama değeri beklemektedir.”
Dün Büyüktük, Yarın Neden Olmayalım?
Buraya kadar sözünü ettiğimiz hususlar hakkında Erol Güngör, tarihe nasıl yaklaşmamız, hangi çerçevede irtibat kurmamız ve geleceği tesis etmede ona ne tür bir rol biçmemiz gerektiğine dair şu görüşleriyle önemli bir fikir vermekte ve sağlam bir bakış açısı sunmaktadır:
“Tarihimizin büyüklüğü bizim için kuvvet kaynağıdır. Derme-çatma bir millet olmadığımız için, bazı aydın çevrelerin bütün yürek karartıcı sefaletine rağmen, gururumuz ayakta kalıyor ve gelecek için büyük ümitler besleyebiliyoruz. Dün büyük olduğumuz gibi, yarın da büyük olabileceğimizi düşünüyoruz...
Bu tarih şuuru sayesinde, arkamızda sonsuz bir geçmişin bulunduğunu ve önümüzde sonsuz bir geleceğin bulunabileceğini düşünüyor, bu düşüncenin verdiği azim ve metanet içinde hareket ediyoruz.”
Netice itibariyle, sırtımızı mazinin ulvî değerlerine yaslar ve gür kaynaklarından beslenir, günün şartlarına göre kendimizi sürekli yenileyip zinde tutarsak, dün olduğu gibi gelecek yüzyılların da bizim olması ve bütün zamanlara mührümüzü vurup, hak ettiğimiz yeri yeniden almamız imkan dahilindedir. Bilhassa da, mazinin gerisinde kalıp düşkünleştiğimiz ve zaafa uğradığımız; daha kötüsü çağa yenik düştüğümüz şu zamanda, tarihin diriltici iksirine en fazla ihtiyacımızın olduğu su götürmez bir hakikattir.
Bizi biz yapan hasletlerimizden uzaklaşmadığımız, öz dinamiklerimizden kopmadığımız, kendimize güven hissimizi yitirmediğimiz ve maziyle doğru ve sıkı bağımızı kesmediğimiz takdirde, geleceğin zirvelerinde arzuladığımız mevkiye erişerek tarihî yürüyüşümüzü devam ettireceğimizin en büyük habercisi yine tarihtir.
Bu gerçeği, insanı heyecana sevkedip adeta iliklerine işleyen ve muazzam bir dinamizm ve ideal aşılayan Tahsin Banguoğlu’nun şu müthiş sözleriyle taçlandırmak isabetli olacaktır:
“Biz tarih boyunca lider millet olageldik. Yeni çağda da taklitçi, kuyruk bir millet olamayız. Medeniyet yarışında ileri, kültür alanında müstakil ve iddialı bir millet olacağız. Geleceğin tarihinde de bir misyonumuz bulunmalı... İnanıyoruz ki, bu yoldan giderek taklitçilik duvarını aşacağız. Kendi kültürümüzün, kendi manevî hayatımızın kaynaklarına ulaşacağız. Kendimizi, kendi kişiliğimizi bulacağız. Kendimize geleceğiz.”