Aramak

Namaz Yine Namaz

Cenâb-ı Rabbül Âlemîn’in huzurunda bulunma halinin korunmasına her vakit, bilhassa namazda dikkat ve itina etmeliyiz. Çünkü namaz ibadetlerin en büyüğüdür. Cenâb-ı Hakk’a yakarmadır. Hem de kendi sözümüzle değil, Rabbül Âlemîn hazretlerinin ilâhî kelâmı ile yine kendisine münâcâttır.

Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak her şeyden büyük ve önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 45)

İftitah tekbirinde, “Allahüekber” dediğimiz zaman fikrimiz başka yerde olursa ve yalnız dilimizle söylersek hazır olan melekler bize der ki: “Hayır! Bu namaz, namaz olmadı.” Bu manadan yoksun kılınan namaz, şeriat bakımından edâ olunmuştur. Fakat tarikat ve hakikate göre bu namaz, namaz sayılmaz.

Namaz kıldığımız zaman şeytan yanımızdan kaçar. Halbuki biz yirmi, otuz, kırk seneden beri ibadet ve taatte bulunduğumuz halde kötü alışkanlıklarımız olduğu gibi duruyor. Şeytan insanı namaz dışında olduğu gibi namazda da saptırmaya çalışır. İnsanın yanından ayrılmaz. Bunun sebebi ise gafil olmamızdır. Sinekler pekmezin başında nasıl toplanırsa, kalbi katmaksızın namaz kılanın başına da şeytanlar öyle toplanır.

Bu kadar şeytanın arasında huzurla namaz kılmak nasıl ve ne şekilde mümkün olur? Hani namaz çirkin ve kötü işlerden yani fahşâ ve münkerden alıkoyacaktı? Ayet-i celilenin hükmü böyledir: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak her şeyden büyük ve önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 45)

Halbuki namaz kılıyoruz, fakat namazlarımızın böyle bir tesiri görülmüyor. Çünkü namaz, namaz olmuyor ki. Oysa kalple kılınan namaz insanı temizler. İnsanı Allah’a yakınlığa ve yüce derecelere ulaştırır.

Namazdaki yakınlık ve kavuşma

Bazı evliyaullah buyuruyorlar ki: “Şu kişiye müjde ve saadetler olsun ki vatanlarından ayrılmaz.” Evliyaullahın bazıları da “yazıklar olsun o kimselere ki vatanlarından ayrılmaz” diye buyuruyorlar. Yani yuvasından ayrılmayanlara hem “yazıklar olsun” hem de “müjde” diyorlar.

İlk bakışta birbirine zıt gibi görünen bu ifade, hakikatte aynı manadadır. Zira insanın iki vatanı vardır. Birincisi aslî ve hakiki vatan, ikincisi ise geçici vatandır. Asıl vatanı bilip, gönlünden ona yönelip itibar eden, o huzurdan ayrılmayanlar ne güzel etmiştir! Geçici olan bu dünya vatanına gönül vererek, şu vücut denilen vatanda takılı kalıp mana ve bâtınından bir şey anlamayanlar da kendine yazık etmiştir.

Bazı büyükler buyuruyorlar ki: “Namazda hem hizmet hem yakınlık ve hem de kavuşma vardır.” Namazda bütün azalarımızla ilâhî emri ifâ ve edâ etmek hizmettir. Ve aynı namazda bâtınımızın Cenâb-ı Hakk’a yönelmesi de yakınlık ve tarikattır. Namazı kılanın ünsiyet, muhabbet ve huzura dalması ise vuslat ve hakikattir.

Namazı bu şekilde bilip, böylece kılan kaç müslüman vardır? Burada insanların imanından şüphe edilmiyor. Çünkü iman, ilâhî nimetlerin en büyüğüdür. Fakat mümin insaflı olmalıdır. Bu nasıl imandır ki sahibini Allah Tealâ’dan uzaklaştırır da mâsivâya, nefse, şeytana yöneltir? Daha bu âlemde iken bu iman ve İslâm nuru, insanı kötü ahlâkın, kirlerinden uzaklaştırmıyor, nefs, hevâ ve dünyaya meyilden kurtarmaya yetmiyor. Bir de ahiret gününde, “O günde bütün sırlar yoklanıp meydana çıkarılacak.” (Târık 9) denilen zamanda nasıl yeterli olacaktır? Bir mümin bu hal üzere nasıl mutmain olarak huzur içinde duracak?

O günde Cenâb-ı Hak kişinin içindekini üzerindeki elbisesi gibi ortaya çıkaracaktır. İnsan ahirete, Kur’an’a ve Peygamber’e inandığı gibi onların zâhirî ve bâtınî emirlerine uymaya, onların hal ve hareketleriyle yaşamaya gayret etmelidir.

Namaz müminin miracıdır

Hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: “Zâhiren ve bâtınen iyiliği emredenler ve kötülükten sakındıranlar Allah’ın, Resûlullah’ın ve Kitabullah’ın halifesidir.”

Kişi her şeyden önce kendi nefsinde “emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker” yapmalıdır. Sünneti yaşatmayı ilk olarak kendisinde uygulayarak, her şeyde Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin izine uyup O’na benzemeye gayret etmeli ve ondan sonra başkasına tebliğe yönelmelidir. Yani önce yaşamalı sonra da yaşatmaya çalışmalıdır.

Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Sarhoşken namaza yaklaşmayın.” (Nisa 43). Sarhoşluk çeşit çeşittir. Sarhoş diye ne yaptığını bilmeyene, fayda ve zararının farkında olmayana derler. Mümin de kendisi için tam ve en mükemmel fayda demek olan rıza, yakınlık ve vuslat yollarını tercih etmezse, hevâ ve hevesiyle ömrünü heba ederse, işte asıl bu adam gerçek sarhoş değil midir?

Namaz Rab ile kul arasında bir kavuşmadır. “Namaz ümmetimin miracıdır.” buyurulmuştur. Gerçek bu iken namazda gönlü Allah Tealâ’dan başka şeylerle dolu olan, kimin huzurunda bulunduğunu bilip idrak etmeyen sarhoş değil de nedir? Böyle bir namazla namazın sırlarına ve hakikatine vâkıf olmak mümkün mü?

Peygamberlerin gönderilmesinden, evliyaların irşatlarından pay sahibi olamayanlar, âlim de olsalar yine cahildirler. Bir hadis-i şerifte, “Kim Allah için olursa, Allah ona ve başkalarına kâfidir” buyurulmuştur. Bir kimse ister namazda ister namazın dışında olsun, Allah ile olmazsa acaba Cenâb-ı Hak o kul için başkalarına kâfi olur mu?

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy