Aramak

Neyi Niçin Arıyoruz?

Fıkra bu ya, Nasreddin Hoca’dan saz çalmasını istemişler. O da almış sazı kucağına, sol elinin işaret parmağını bir perdede sabitleyip diğer elinin parmaklarıyla aynı tele vurmaya başlamış. Dinleyenler itiraz etmiş. Biz daha önce de saz çalanları gördük, parmaklarını perdeler üzerinde hiç durmadan dolaştırıyorlardı, diyecek olmuşlar. Hoca her zamanki gibi taşı gediğine koymuş; “onlar benim bulduğum yeri arıyorlar da ondan” deyivermiş.

Bu fıkra, sürekli arayış içinde olanların sabitelerinin bulunmadığını anlatıyor. Nüktenin saz üzerine kurulması da manidar.

Belli ölçülerde ısrarın nefse ağır gelen sıkıcılığı yerine, farklı melodileri ortaya çıkaran bir arayışın nefsi okşayan hoşluğunu tercihe işaret ediyor sanki. Böyle bir tercih de değişmemesi gerekeni bulmayı, bir kararda durmayı değil; biteviye aramayı maksat haline getiriyor. Nitekim Hoca’nın bulduğunu arar gibi görünenler hiçbir zaman tek perdede sabitlenip kalmıyorlar.

Aramanın kendisini maksat haline getirmek, hep daha yeninin, daha değişik ve farklı olanın peşine düşmektir. Bu arayışların sonunda, bulunanlar muhafaza edilmez, tüketilir, kullanılıp atılır ki ölçüsüzlüğün, kanaatsizliğin, itminansızlığın tezahürüdür. İnsanın hayatına anlam kazandıracak, şahsiyetinin temelini oluşturacak, varoluşuna dair sorulara ikna edici cevaplar bulmasını sağlayacak değişmez ilke, ölçü ve değerleri bulma çabasıyla ilgisi yoktur. Hatta bu arayış çoğu zaman değişmeyen hakikatten bir nevi kaçış ya da kurtulma çabasıdır. Çünkü sabit ölçülere bağlı kalmanın bu tarz bir aramaya, dolayısıyla ilerleme ve gelişmeye engel olacağı kabulüne dayanır.

Pergelin iki ayağı

Bir sabite olarak hakikati arayanlar da vardır şüphesiz. Her arayan bulur mu bilinmez ama “bulanlar ancak arayanlardır” denilmiştir. Velev bulunmuş olsun, bu defa da bulunan o hakikate ne kadar riayet edildiği meselesi gündeme gelir. Özellikle modern zamanlarda ilerleme ideolojisine ve kapitalizmin tüketim güzellemelerine kapılmanın etkisiyle, varlığı iddia edilen temel ilkelerin nasıl yok sayıldığına çok sık şahit oluyoruz. Doğru veya yanlış, birer dayanak olarak gösterilen kalıcı ölçü ve değerler, o ölçü ve değerlerle bağdaşmayan yenilik veya değişikliklerle karşılaşıldığında, tevile bile lüzum görülmeden hükümsüz kılınabiliyor.

Buraya kadarki izahatla nasıl olursa olsun her türlü arayıştan vazgeçelim, yenilik ve değişikliklere karşı çıkalım, demiyoruz. Değişmez ölçü ve değerleri birer sabite olarak muhafazanın zaruretini vurgularken, yaşanan hayatla irtibatını koparacak tarzda onların üzerine kapanmayı da teklif etmiyoruz. Söylemek istediğimiz; arayışlarımızın, değişmeyen mutlak hakikatin belirlediği ölçü ve istikâmette, o hakikate bağlılığımızı tahkim etmek üzere yapılması gerektiğidir. Böyle yapılmadığı takdirde bulduklarımız, hakikatten uzaklaşıp kopmamıza sebep olacaktır. Kaldı ki hakikate bağlı arayış ve yönelişler iradî bir tutumken, öbür türlüsü gayr-i iradî bir kapılma, sürüklenme yahut savrulmadır.

Mevlânâ kuddise sırruhû hazretleri bizim bu kadar lafla anlatmaya çalıştığımız tavrı, meşhur pergel benzetmesiyle bir cümlede ifade buyurmuş. “Pergelin iğneli ayağı sabittir ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım.” demiş. Pergelin sabit ayağı, hayatımızın bütün alanlarını tanzim eden İslâm’ın ahkâmı, ölçüleri ve değerler manzumesidir. Diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşmak ise zaman içinde ve farklı iklimlerde ortaya çıkan değişme, gelişme veya yenilikleri arama, kabullenme ve sahiplenme ruhsatını anlatır. Ancak bu ruhsat her halükârda sabit ayağın müsaadesi nispetindedir.

İlahi ölçülerde sebat etmeyince Müslümanın, kavlî dua ile Cenâb-ı Mevlâ’dan hem dünyada hem ahirette “hasene”, yani güzellik isterken bu duaya fiilen de katılması beklenir. Dünya hayatında da güzeli, iyiyi, faydalı ve hayırlı olanı aramakla yükümlüdür. Ancak bilmek zorundadır ki neyin güzel, iyi, faydalı veya hayırlı olduğunu da bütün bunları aramanın yol, yöntem ve istikametini de belirleyen pergelin sabit ayağıdır. Gerçi hemen her müslüman, sorulduğunda sabit ayağın İslâm olduğunu söyleyecektir. Fakat bu ikrara rağmen özellikle modern zamanlarda pergelin seyyar ayağının giderek artan bir nispette ruhsat sınırını aştığı da bir vakıadır.

Bu yüzden müslümanlar olarak dinimizin cevaz vermediği arayışlara yönelebiliyoruz. Güzeli, iyiyi, faydalıyı, İslâm dışı anlayış veya kabullerin tarif ettiği adreslerde arayanlarımız çoğalıyor. Sonuç itibariyle değişen şartlar, yenilikler, zamanenin anlayışı karşısında insanlarımız İslâm’ın ölçülerini nefsanî yorumlarla eğip bükebiliyor veya terk edebiliyor. Sabitelerimizin değişebileceğine hatta değişmesi gerektiğine dair bir anlayış yaygınlaşıyor.

Sebep ne olursa olsun, bütün bunlar sabit ayakta sebat edilemediğini gösteren arızalardır. Pergelin iğneli ucu belki yanlış bir noktaya sabitlenmiştir. Belki son zamanlarda bir takım müfsitlerin kendi anlayışlarına göre icat ettikleri İslâm çeşitlerinden, arayışları meşrulaştırmak üzere bazen birini, bazen diğerini tercih ölçüsüzlüğüdür. Yahut iğneli uç doğru noktadadır ama yeterince güçlü bir şekilde sabitlenememiştir. Kolayca kaymakta, seyyar ayağa tâbi olup savrulabilmektedir.

Hulasa, bizim müslümanlar olarak her şeyin baş döndürücü bir hızla değişip dönüştüğü şu son zamanlarda en öncelikli meselemiz, değişmemesi gereken ölçülerimizi en doğru şekilde kuşanıp muhafazaya çalışmaktır. Unuttuğumuz, ihmal ettiğimiz sabitelerimizi hatırlamak, bilmediklerimizi öğrenmektir. Bu dünyada da doğruya, güzele, iyiye, faydalı ve hayırlı olana ulaşmanın bundan başka yolu yoktur.

Aynı perdede ısrar

Bütün bunları şu vesileyle hatırlatma ihtiyacı duyduk. Malum, Semerkand bünyesindeki dergilerle ilgili abone kampanyasının yürütüldüğü günlerdeyiz. Bu işi hasbeten lillâh kendilerine vazife edinen kardeşlerimiz büyük bir heyecanla, şevkle, hizmet aşkıyla koşturuyorlar. Fakat bazen yüzlerinde buruk bir ifadeyle dönüp geldikleri oluyor. Sorduğumuzda, abonelik tekliflerinin reddedilmesinden ziyade, o redde gerekçe yapılan hususlardan dolayı üzüldüklerini söylüyorlar. Karşılaştıkları en yaygın itirazlar, dergilerin hep aynı konular etrafında dönüp durduğu, “eski”yi tekrarladığı, yeni ve güncel meselelere değinmediği üzerine imiş.

Semerkand’ın sözlü, görüntülü ve yazılı yayınlarının sun’i gündemlerle oyalanmadığı, polemiğe dönüşen tartışmalardan uzak durduğu doğru. Bu yayınlarda yeni ve güncel denilen meselelerin, tamamen İslâm eksenli bir değerlendirmeyle daha ziyade sebepleri, muhtemel sonuçları ve çözüm yolları öne çıkarılarak ele alındığı için olmalı, ihmal edildiği zannediliyor. Özellikle Semerkand Dergisi’nin, eski demeyelim ama “kadim” ölçüleri tekrarladığı da doğru. Kadim, “eskimeyen eski”dir. Her devirde geçerliliği olan bir kıdemi yahut üstünlüğü barındırır. Semerkand yayınları esas itibariyle çocuklardan gençlere, yetişkinlere kadar her yaş grubundaki müslümanlara, mümin duruşu kazandırmayı amaçlıyor. Pergelin iğneli ucunu en doğru noktaya koyup orada sarsılmayacak şekilde sabitlemenin usul ve imkânlarını anlatıyor. Israrla bizi izzetli kılacak kadim ölçü ve değerlerimizi öğretmeye, hatırlatmaya çalışıyor. Hep aynı perdeden çalıyor yani. Bu pek eğlenceli ve ilginç değil elbette ama bundan niçin yakınıyoruz? müslümanın hep kolay olanı, yeni ve değişik olanı, eğlenceli ve ilginç olanı, nefse hoş geleni aramak gibi bir yükümlülüğü mü var?

Sahi, bizim neyi, niçin aramamız gerekiyor?

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy