Aramak

O Şefkatli Bir Rehberdi

 Hz. Peygamber (A.S.), bütün insanlık için bir örnektir. Sözleriyle, davranışlarıyla, ahlâkıyla, kısaca bütün hayatıyla bir örnek... Allahu Tealâ “O’nda, sizler için uyulacak güzel örnekler vardır” buyuruyor. O, örnek olma vazifesini yerine getirirken, müminlere neticesi iki dünya mutluluğu olan bir hayatın programını da sunuyordu. Bunun için de hangi konuda olursa olsun yanlışları düzeltiyor, müminleri doğruya yönlendiriyordu. İşte O’nun ibadetlerde orta yol ve doğru ölçü konusunda rehberliği.
 Genç sahabilerden Abdullah b. Amr (R.A.), gençliğinin verdiği şevk ve heyecanla, ileriki yaşlarda yapamayacağı bir ibadet programını uygulamaya karar vermiş, Rasulullah (A.S.) da onu uyarmıştı. Ona, hayatın yalnız gençlikten ibadet olmadığını, insanın nafile ibadetler dışında da bir takım sorumlulukları olduğunu bildirmişti. Rasulullah (A.S.), ona daha kolay uygulanabilir bir program tavsiye ederken, Abdullah (R.A.), hep daha    fazlasını yapmaya talip olmuş, ancak yaşı ilerlediği, gücü zayıfladığı yaşlarda, Rasulullah (A.S.)’ın gösterdiği ruhsatı kabul etmemenin pişmanlığını da dile getirmişti. Şimdi bu hususu, Abdullah b. Amr İbni’l-Âs (R.A.)’ın dilinden dinleyelim: Hz. Peygamber (A.S.)’e benim: “- Hayatta kaldığım müddetçe vallahi gündüzleri oruç tutacağım ve her gece de hatimle namaz kılacağım” dediğim haber verilmiş. Beni çağırtarak: “- Sen böyle böyle söylemişsin doğru mu?” dedi. “- Annem babam sana feda olsun, evet böyle söyledim ey Allah’ın Rasulü. Ancak bunda maksadım sadece hayırdır” dedim. “- İyi ama, sen buna güç yetiremezsin. Bunu yaparsan gözün uykusuzluktan ferini kaybeder, nefsin de yorulur. Bazen oruç tut, bazen ye; gece kalk ibadet yap, uyu da. Devamlı tutulan oruç, oruç sayılmaz. Ayda üç gün tut, yeter. Zira hayırlı işleri Allah on misliyle kabul ederek ücret veriyor. Bu üç gün, aynen yıl orucu yerine geçer” buyurdu. Ben: “- Söylediğinizden daha fazlasına güç yetiririm” dedim. “- Öyleyse Davud Aleyhisselam’ın orucunu tut. Bu en kıymetli oruçtur. O, bir gün tutar bir gün yerdi. Düşmanla karşılaşınca da gücü kuvveti yerinde olduğu için kaçmazdı” buyurdu. Ben yine: “- Ben bundan daha fazlasına güç yetiririm” dedim. Rasulullah (A.S.): “- Bundan efdali yoktur” buyurdu. Sonra Rasulullah (A.S.) bana: “- Kur’an’ı ayda bir kere hatmet” dedi. Ben: “- Daha fazlasına da güç getirebilirim” dedim. “- Öyleyse her onbeş günde bir kere hatmet” dedi. Ben tekrar: “- Bundan fazlasına da güç getirebilirim” dedim. “- Öyleyse, her yedi gecede bir kere hatmet, daha aşağı düşme” buyurdu. Resulullah (A.S.) bana şunu da söyledi: “- Bilemezsin, belki uzun bir ömrün olur, yaşlılığında ahdini yerine getiremezsin.” Abdullah der ki: Ben nefsime şiddetli davrandıkça, bana da şiddet gösterildi. İhtiyarladığım zaman, Rasulullah (A.S.)’ın tanıdığı ruhsatı kabul etmiş olmayı temenni ettim.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai, Tirmizî) Resulullah (A.S.) mizaçları ve tabiatları itibariyle ibadete düşkün olan ashabının, bu durumlarından dolayı düşebilecekleri hataları giderebilmek için gerekli uyarıları yapmaktan geri kalmıyordu. Ashab-ı Kiram, Rasulullah (A.S.)’ın örnek hayatını kendi hayatlarına yansıttıkları gibi, kendilerinden sonraki nesle de, kendilerine yapılan uyarıları aynen aktarmışlardır: Sehl İbnu Ebî Ümâme (R.A.)’in anlattığına göre, Sehl ve babası beraberce Hz. Enes (R.A.)’in yanına giderler. Enes’i yolcu namazı kılıyormuşcasına çok hafif bir namaz kılarken bulurlar. Selam verip namazdan çıkınca: “- Allah sana mağfiret buyursun bu kıldığın namaz farz mı, yoksa nafile miydi?” dedik. “- Farz namazdı. Bu eksiksiz Hz. Peygamber (A.S.)’in namaz tarzıdır. Bilerek hiç bir değişiklik de yapmadım” dedi ve ilave etti: “- Rasulullah (A.S.) buyurdu ki: “Yıl orucu, her gece teheccüt, kadınları terk gibi kararlarla kendinize zorluk çıkarmayın, zorluğa uğrarsınız. Zira geçmişte bir kavim bir kısım zahmetli işlere azmederek kendisini zora attı. Allah da zorluklarını artırdı: ‘Onlar, üzerlerine bi-zim farz kılmadığımız, fakat güya Allah’ın rızasını kazanmak için kendilerinin koydukları ruhbaniyete bile gereği gibi riayet etmediler’ (Hadid/27). Manastır ve kiliselerdekiler bunlardan geriye kalanlardır.” (Ebu Davud) Rasulullah (A.S.), bir yandan ashabını farz ibadetlerin yanında nafile ibadetlere teşvik ederken, bir yandan da onlara ruhbanlığa düşmemeleri, dünyayı terk anlamına gelebilecek davranışlardan sakınmalarını öğütlüyordu. Onlara, sürekli yapamayacakları bir yükümlülüğün altına girmemelerini öğütlemekte, orta yolu ve itidali tavsiye etmekteydi. Bu uyarılardan birine de sahabeden Osman b. Maz’un (R.A.) muhatap olmuştu. Kendisini hadım ettirmeyi düşünecek kadar dünyadan ilgisini kesen, gece gündüz ibadetle meşgul olan bu sahabiyi Allah Rasulü bu tarz hayattan men etmişti. Ona benzer yanlışlık yapanları da şu ifadelerle uyarıyordu: “Nefsinin sende hakkı vardır. Hanımının sende hakkı vardır. Gözünün sende hakkı vardır. Çocuğunun sende hakkı vardır. Ailenin sende hakkı vardır. Arkadaşının sende hakkı vardır. Misafirin sende hakkı vardır. Rabbinin sende hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver!” (Buhari, Müslim, Nesai) Evet, O öylesine şefkatli ve merhametliydi ki, müminlerin kendilerine yükledikleri gönüllü zahmet bile O’nu üzüyordu. O’nu anlatmak için şu ayet-i kerimeden öte ne olabilir? “And olsun! Size içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu üzer. Üzerinize titrer. Müminlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Tevbe/128)
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy