Aramak

Orta Doğu’da Türkiye Rüzgârı

Bu satırları takip edenlerin çoğu zaman okuduğu bir cümle var: “Devletlerin ebedi dostları yahut düşmanları yoktur; çıkarları vardır.” Diplomasiye Lord Palmerston ilkesi olarak geçen bu kural, uluslararası siyasetin en belirleyici dinamiklerinden birini oluşturuyor. İngilizler, bu çıkar esaslı politika neticesinde “üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk” olmuştu. Keza bugün Amerika da öyle, Rusya da, hatta Çin de... Bölgesel güç olmaktan yavaş yavaş sıyrılıp küresel güç haline dönüşmeye başlayan Türkiye için de bundan başka bir yol görünmüyor. Dün düşman diye tanımladıklarımızı bugün devlet olarak çıkarlarımız gereği dost sayabilir, hatta onlarla müttefik bile olabiliriz. Sonuçta menfaat odaklı yaklaşımlar Türkiye’yi bir yere getirecekse kiminle masaya oturduğumuzun, kiminle ticarî ve stratejik ilişki geliştirdiğimizin bir önemi kalmıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Bahreyn hatta Suriye... Türkiye ve ona umut bağlamış mazlum coğrafyaların çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapmakta bir beis görülmemeli.

Türkiye’nin, özellikle Arap Baharı sonrası dönemde Orta Doğu’da bazı devletlerle arası bozulmuştu. İsrail’le 2008’deki “one minute” çıkışıyla ipler kopma noktasına gelmişti. Mısır’la Mursi iktidarının darbe sonucu alaşağı edilmesi ve Sisi’nin başa geçişiyle köprüler atılmıştı. ABD’nin Obama döneminin sonlarında ve Trump iktidarının başlarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi Arap ülkeleriyle sıkıntılı döneme girilmişti. Suriye iç savaşının fitilinin ateşlenmesiyle, daha önce diyalogun güçlü olduğu Esed rejimiyle temaslar sonlandırılmıştı. Hatta uçaklarının düşürülmesiyle Rusya dahi orta noktada buluşulacağı konuşuluyor. Yani Türkiye, kopan ipleri eskisinden daha sağlam olacak şekilde tamire gayret ediyor. ile dahi münasebetler gergin bir zemine doğru sürüklenmişti. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu kadar çok düşman edinmiş ve uluslararası siyasette neredeyse yalnız kalmıştı.

Her devrin icapları, şartlara göre takınılması gereken tavır kuşkusuz farklı olur. Sözünü ettiğim yaklaşımların da izahı, sebebi muhakkak var. Ama “zararın neresinden dönersen kârdır” hikmeti mucibince şartlar değiştiği anda maziye takılmadan dönmek şart. Türkiye şimdi lerde bu siyaseti gözetiyor. Mısır’la görüşmeler bakan düzeyine kadar çıktı. BAE ile karşılıklı Devlet Başkanları nezdinde ziyaretler yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan BAE’de hiç beklemediği şekilde karşılandı. Sokaklarda kendisine yönelik sevgi gösterilerinde bulunuldu. Her yer Türk bayrağıyla donatıldı. Bu arada İsrail Başbakanı Türkiye’yi ziyaret edecek. Rusya ile uçakların düşürülmesinin üzerinden bir yıl geçmemesine rağmen masaya oturulup mesele sulhe bağlanmıştı. Suudi Arabistan’la da BAE’ye benzer bir güzergâhta ilerlenilecek. Suriye ile

Olan biten, kimilerine acayip görünebilir. Ancak denge siyaseti, devletleri en zor zamanlarda en keskin virajlardan döndürür. Birileri, “dün düşman dediğimizi bugün nasıl kucaklıyoruz?” diye düşünebilir. Pragmatizm, en az bireysel hayatta hoş karşılanmadığı kadar devletler için olmazsa olmaz koşullardan biri. Napolyon Bonapart, “Devlet adamlarının kalbi kafalarında olmalıdır.” derken, devleti yönetenlerin duygularıyla değil akıllarıyla hareket etmeleri gerektiğine işaret ediyordu. Devlet olarak dün kavga ettiğimizle bugün menfaatlerimiz icabı yan yana durmamızdan daha lüzumlu bir tavır olamaz. Türkiye, son on yıldır dibi dinamitlenen ilişkileri, daha sağlam ve kararlı şekilde inşa ediyor. Bir anlamda krizleri de lehine çeviriyor. Bu hamlelerin, Türkiye’ye kazandırdıklarını yakın gelecekte hep birlikte inşallah yaşayarak göreceğiz. Yeter ki yeni dış politika vizyonunda sebat edilsin.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy