An, zaman, yaşamak
Oruç insanın kendini keşfetmesi için büyük bir fırsat. Nefsin, kalbin hallerini çok daha keskin bir nazarla görebiliyor insan. İnsan, kim olduğunu ne hissettiğini bilmiyorsa gerçekte yaşamıyor demektir. Sadece bir canlı olarak hayatta bulunmak yaşamak değil. Oruç bize kendimizi tanıma fırsatı verdiğine göre demek ki oruçtan önce bir tür ölü idik. Oruç bizi diriltti adeta. Açlık biyolojik varlığımızı dizginledikçe ruhumuz ayağa kalkıyor. Yaşadığımızı, var olduğumuzu duymaya başlıyoruz. Lâtifelerimizin üzerinden beden kesâfeti kalktıkça özgürleşiyorlar, nefsin zincirlerinden kurtulmaya başlıyorlar.
Daimî bir zikir hali yakalamış oluyoruz oruçla. Kalbimiz mutmain olmaya başlıyor bu tatmin bizi huzura götürüyor. Oruçla huzur buluyoruz. Çünkü “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d 28)
Oruçla yaşadığımız an adeta genişliyor. Geçmiş ve gelecek silinip gidiyor, içinde bulunduğumuz an kalıyor. Sadece an’a odaklanıyoruz. Zaman akışına kavuşuyor sanki. Bu çağın zamanı tüketen hızına inat, oruç bizim gerçek zamanı duyumsamamızı sağlıyor.
Oruç unuttuklarımızı hatırlatıyor bize. Zaman, yaşamak bunlardan bazısı sadece. Evet; biz oruçla yaşadığımızı anlıyoruz.
Çocuk ve Ramazan
Oruç tutan çocuklar, insan kılığına bürünmüş meleklerdir. Meleklerin lâtif kanatlarını indirip aramızda gezmeleri gibidir, oruçla yavaşlamış çocukların gezinmeleri. Zaten tertemiz olan kalpleriyle parıl parıl bir ışık halesi olurlar. Belki de onların kalplerinden yükselen nurdur kocamış dünyamızı biraz daha dönmeye zorlayan. Belki o tekne oruçları sebebiyledir, kim bilir.
Çocukken bazen unutup su içerdim oruçluyken. Sonra hatırlar üzülürdüm. Babacığımdan öğrenmişimdir muhtemelen, unutarak yeme içmenin aslında Allah’ın oruçlu kuluna bir ikramı olduğunu. O zaman anlamıştım Rabbimiz çocukları çok seviyor. Çünkü en çok onlar unutuyorlar oruçlu olduklarını.
Oruçlu çocuklar bu dünyanın sigortalarıdır. Çocuklar oruç tuttukça kıyamet kopmayacak muhtemelen. Bir çocuğun iftar edişi cennet sofralarına kavuşmuş müminin halidir. Onların iftar sevincini küçük küçük bölüp tüm insanlığa şifa niyetine dağıtsak yeridir.
Çoğumuz eski Ramazanları özleriz ya... Aslında aradığımız çocukluğumuzun Ramazanlarıdır. Çocuk ruhumuzda çiçekleri açtıran Ramazanlardır. İşte günahsız, kibirsiz, şunsuz bunsuz, ne kadar kötülük varsa o kadar onsuz; bütün masumiyetimizle ruhumu- zu saran o Ramazanların rayihası demek ki hâlâ içimizde bir yerlerde. Şükür ki öyle. Ya hatırlayamayacak kadar kararsaydı kalplerimiz? Demek ki sadece hatırlıyor olmak bile, bir şeydir. Önemli bir şeydir.
Teravih ve huzur
Teravih, oruçlunun iftar bayramından sonra Rahman’ın huzurunda omuz omuza durmasının resmidir. Adeta bayram namazıdır. Orucun miracı gibidir teravih.
Ramazan dışında ne yazık ki çoğu zaman ihmalimize kurban giden cemaate, orucun getirdiği sâfiyetle koşa koşa gidişimizdir teravih. İlginç bir neşesi, tarifi zor bir huzuru vardır.
Camiler, mescidler teravihlerde çocuk sesleriyle cennetleşir. Mümin gönüller birbirlerine omuz verirler. Bir de cami cami gezenler, her mekânda ayrı bir tat arayanlar, çiçekten çiçeğe gezen arı gibidirler.
Teravih bizi topluyor, toparlıyor, bir araya, bizi bize getiriyor hamdolsun.
Tohum, amel, niyet
Ramazan ayı tohum ekme ayıdır. Oruçla arınmış ruhla ve tezkiye olmuş nefsle artırılan ibadetler bilinçaltımıza adeta tohum gibi ekilir. O tohumlar diğer aylarda peyderpey neşv ü nema bulur. O yüzden ârifler, “bir kişinin Ramazan ayı ibadet bakımından nasıl geçerse diğer aylar da öyle geçer” demişler. Demek ki Ramazan bir hazırlık vaktidir.
Ne güzel günlere eriştik. Merhamet, cömertlik gibi hasletlerimiz canlanıyor. Kimi müminler daha Ramazan girmeden kumanyalar hazırlayıp kapı kapı gezmeye başlamıştı. Kimileri evlerinde pişirdikleri yemekleri, yemeğini yapamayacak kardeşleriyle paylaşma telaşında.
Başka hiçbir ayda bu kadar diğerkâm olamayışımız, aslında başımızı iki elimiz arasına alıp düşünmemiz gereken bir hal.
Tohum dedik, kimi tohumların boş çıkma ihtimaline karşı fazla serpmekte fayda var. Niyet mayası çalmalı üzerlerine, biri tutmazsa diğer tutar inşallah.
İbadetleri boşa çıkaran da dolduran da niyet ve ihlâstır elbette. Bir işi neden yaptığımız yani. El görsün diye mi, ne derler diye mi, yoksa Allah emretti diye mi? Bu sorulara vereceğimiz cevabımızdır niyet. Başka birinin değil, kimsenin bilmesinin mümkün olmayacağı, kendimizin vereceği cevaptır niyeti. Kimden iltifat bekliyoruz sorusunun cevabı. İltifatı sadece Allah’tan bekliyorsak ne güzel. Değilse onarmamız gereken bir arızamız var demektir.
Oruç ve yolculuk
Oruç bir yolculuktur. İnsanın kendi içine doğru yaptığı bir yolculuk. Kalbe, ruha doğru... Akıp giden hayatın içinde, dışımızda hızla değişen görüntülere rağmen sakin, zevkli bir yolculuk.
Sahurla başlayıp iftarla ara verdiğimiz muhteşem bir seyr ü seferdir oruç. Her iftar bu yolculuktan dönüp sığındığımız evimiz, yuvamızdır. Şefkatle, sevgiyle bastıkları yeri cennetleştiren annelerin sofralarına cennet kuşu yavruların şakımalarıyla otururuz.
Eskiler bir insanı tanımak için onunla ya yemek yemeyi ya da yolculuğa çıkmayı tavsiye eder. Çünkü bu ikisinde insan kendini açık eder, maskesini indirir. Oruç insanın kendi içine yaptığı bir yolculuk olduğuna göre kendini tanıması için eşsiz bir fırsattır. Değil mi ki “kendini bilen Rabbini bilir.” Bu yolculuğun menzili, âdâbına uyulursa Yüce Rabbi bilmektir.
Ramazan farklı çağrışımlarıyla heybemizi doldurmak için müthiş imkânlar sunuyor. Önemli olan lafını etmek değil, fark etmektir.