Aramak

Reha Sümbül Kitaplarını İmzalıyor!

Geçenlerde bendeniz de bi imza günü yapmış olduk. Tabii topçu, hapçı  vesaire olmadığımız için biz de yazar-çizer camiası olarak imzamızı, fotoğraf değil kitap üzerine atıyoruz. Olay şöyle cereyan etti. Kitaplarımı basan yayınevi sahibi bir gün beni aradı: “Amman üstad Reha, yarın kitap fuarında imza günümüz var. Hemmen kitaplarınızı kapıp gelir misiniz?” O anda bendeniz: “Emret komutanım!” diye bi şevkle bağırmışım ki! Neyse bir anda kendime gelip: “Yahu Reha. N’apıyorsun burası asker ocağı mı birader? Dur bakalım bi soralım ne olup ne bitiyor?” diyerekten cevap verdim: “Hayırdır, el Nino sizi de çarptı galiba müdürüm! Niye ben kitaplarımı alıp geliyor muşum? Sizin depodaki kitaplarıma kıran mı girdi be?” Kitabevi müdürü ıkına sıkına, “efendim sizin kitaplar çok nadide olduğundan, kapış kapış gitti. Amman sizde olanları getirin de sizi bütün okuyucular yakından tanısın” dedi. Hoşuma gitmişti. Benim gibi fildişinden olmasa bile, yaşlılıktan dolayı takmadişli kulesinde yaşayan, etten ziyade ot yiyerek hayatını sürdüren bir canlı için övülmek, süslenip püslenip okuyucu karşısına çıkmak elbette önemliydi. “Peki” deyip, elimde kalan on-onbeş kitabımı paketledim. Ertesi gün kitap fuarına biraz erkenden gittim. Hangi kitaplar çıkmış, fiyatlar nerelere fırlamış, memleketimizin güzide insanları kitaplara nasıl baharda çayıra çıkmış taylar gibi saldırıyormuş, onu görmeyi arzu ediyordum. Garip ama, fuarda pek az adam dolanıyordu. “Hava soğuk, biraz ondan galiba dedim.” Efendime söyleyeyim, bir kitapçıya uğradım. Ben raflara bakarken iki adam geldiler. Birisi kitapçıya dedi ki: “Yavrum, şu iki ensiklopediden hangisi daha eyidir?” Kitapçı: “Valla, amca bana göre şu konuları daha güzel anlatıyor” deyip, kahverengi kaplı olan ansiklopediyi gösterdi. Adamcağız yanındaki adama bi şeyler fısıldayıp: “Yok, annamadın yavrum. Ben dimek istedim ki, hangisi bizim gürgen goltuk takımına daha eyi gider?” demesin mi? Kitapçı gariban, demek ki alışmış böyle asil insanlara: “Haaa, amcacığım o zaman iş değişir. Koltuk takımına işte şu kenarı altın yaldız işlemeli kitap takımı uyar. Bunu alırsan şu kırmızı ciltli kitap da benden! Sehpanızın üzerindeki dantel örtüyle müthiş bir uyum sağlar!” demesin mi! Demek o sırada ben, ağzımı Reha Muhtar adaşım gibi açıp, aval aval onlara bakakalmışım ki, mobilyaya uygun kitap avına çıkan amca gülerek bana döndü: “Ne o evlat? Ağzı açık ayran delisi gibi ne bakıyon? Sen de yemek takımına uygun bi şey arıyosan, inan nah oradaki beyaz ciltli takımı alıver. Ben bi dene aldım, valla sütlaç gibi her yemeğin üzerine eyi gidiyo!” diye patlattı espiriyi. Hemen oradan uzaklaşıp, kendi kendimi teskin etmeye çalıştım. Olamaz, kalkınmış, çağ atlamış, Omo kullanıp tüm çamaşırları beyaz ötesine çıkarmış, Avrupa kapılarında gururla beklemiş memleketimizde böyle bi şey olamazdı. Ben bu düşünceler içinde debelenirken başka bir kitapçının önüne düştüm. Bu kez yaşlı bir teyze ve amca kitapçıdan bi şeyler soruyorlardı: “Kilosu kaça?” diye sorduklarını duydum. Gururlandım önce elbette. “Allah Allah! Demek millet o kadar kitap sevdalısı oldu ki, havlu, çamaşır ve kumaştan sonra, şimdi sürüm olsun diye kitap da kiloyla satılıyor” diye sevindim. Meğer vaziyet öyle değilmiş. Teyzeyle amcanın yeğenleri evlenmiş de ona bi ev hediyesi bakıyorlarmış. Ama başkalarının verdiği hediyelerden daha ağır çeken bi kitap arıyorlarmış. Kitapçı adamlara “Aha şu bayağı okkalıdır” diye çıkardı bi kitap sattı. Teyze poşetine kitabı sığdırmaya çalışırken eğilip kapağını okudum: “Maymunlarda Erken Bunamanın Nedenleri Üzerine Biyomedikal Bir Çalışma” yazıyordu. Eh, pes doğrusu yani! Saatime baktım, benim imza saatim gelmişti. Hemen bana ayrılan masaya gittim. Kitapları özenle dizdim. Gördüklerim hala gözümün önünden gitmiyordu. “Reha! Amman kardeşim kendine gel! Bu kadar kültürlü bi halka senin vereceğin ne olabilir ki?” diye söylendim. O sırada bir genç yanaştı masaya: “Bi şey soracaktım efendim” dedi. Baktım pek gencecik, ilme-irfana aşık edalı bir delikanlı. Nihayet fuara mobilya değil de, kitap almaya gelmiş kültürlü bir gence rastlamıştım. “Söyle evladım, hangi kitabımı beğendiniz bakalım?” dedim. Delikanlı sıkılgan bir ifadeyle: “Acaba sorsam bilir misiniz?” dedi. Bendeniz: “Sor kardeşim, sor. Fetva sor, takva sor, ilim, irfan ne ararsan burda. Reha Sümbül bi daha kolay kolay gelmez böyle panayıra. Amman kaçırma bu fırsatı” dedim. Genç hala ıkına sıkına önüne bakıp, utanıyordu. “Hadi kardeşim, çekinme sor, sor yavrum! Meal sor, ezan sor, hadi çekinme evladım!” dedim. Genç nihayet baklayı ağzından çıkardı: “Helâ ne tarafta oluyordu amca?” Ondan sonrasını bendeniz de hatırlayamıyorum. Onu şu yancağızımdaki hastabakıcıya soruverin evladım.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy