Bir kere dinlesek, dinlemeyi öğrensek çoğu zaman konuşmanın ne kadar gereksiz olduğunu anlayacağız. Bazı soruların cevaplarına konuşmadan ulaşacağız belki. Dosdoğru dinleyebilsek sadece insanı değil, tabiatı, âlemi, zikreden taşları, tesbih eden ağaçları da duyacağız.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem veda hutbesine şu sözlerle başlıyor: “Ey insanlar, sözlerimi iyi dinleyin. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslümanın malı rızası olmadan diğer bir Müslümana helal olmaz. Sakın zulmetmeyin…”
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, onu pür dikkat dinleyen, ümmetine örnek gösterdiği ashabına “sözlerimi iyi dinleyin” diyor. Okurken belki dikkat bile etmediğimiz bu söz bizim için çok değerli.
“Sözlerimi iyi dinleyin” demek, “sözlerimi iyi anlayın” demektir. Çünkü karşısındakini iyi dinleyen onu iyi anlar. İyi anlayan öğrenir. Öğrenen ise uygular.
İyi bir dinleyici olmak, bugün unutulan bir değer. Birilerinin bizi dinlemesine o kadar ihtiyacımız var ki...
Bizi dinleyen birileri olmadığı için psikoloğa gidiyoruz. Sosyal medyada anlatıyoruz derdimizi. Beğeniler ve emojilerle tatmin olmaya çalışıyoruz.
Bugün dinlemeyi, ortak bir dert üzerinde bir araya gelmeyi maalesef kaybettik. Dolayısıyla ailemizle, akrabalarımızla, komşularımızla olan muhabbetimiz, dayanışmamız artık yok.
Günümüzden yakınıp eskiye güzelleme yapacak kadar yaşım ve tecrübem yok belki. Fakat önceden bu dinlenme ihtiyacı nasıl karşılanıyordu, bunu bir düşünmek lazım. Psikologların olmadığı, suni ve sanal ortamlarda birbirini tanımayan insanların içlerini herkese döküp saçmadığı zamanları bir düşünmeliyiz.
Neden dinlemiyoruz?
Dinlemek iletişimin ilk adımıdır. Karşıdakini anlama çabası, nefsini ikinci plana koyma ve bütün ilgiyi karşımızdakine çekme fedakârlığıdır. Dinlemek bir tür teslimiyettir. “Kendimi bir kenara bıraktım, söylediklerin benim için önemli” demektir.
Bugün türlü mecralarda “Kendine değer ver”, “Sen en iyisisin”, “Önemli olan sensin” gibi sözlerle nefsimizi ön planda tutmamız gerektiği tavsiye ediliyor. Yoksa dünyanın en mutsuz ve dertli insanı sen olursun, deniliyor.
İnsan elbette kendine değer vermeli. İnsan değerlidir. Fakat bunun bir ölçüsü var. Kendini dünyanın merkezinde görmek, kendi duygu, düşünce ve isteklerini putlaştırmak, böylece başkalarını ötekileştirmek, hor görmek doğru değil. Bugün kaybettiğimiz asıl değer bu. Mutluluğu nefsimizde arayınca haliyle nefsi yücelterek mutluluğu bulabileceğimizi zannettik. “Önemli olan benim ve hissettiklerim. Neden başkasını düşeneyim ki?” gibi laflar etmediysek de içimizden geçirdik.
Bu yüzden dikkatleri üzerimize çekmek için sürekli konuşmaya, yazmaya başladık. Twitter’da yazdık. İnstagram hikâyelerinde konuştuk. Tartışma programlarına çıktık. Yazdık da yazdık. Konuştuk da konuştuk.
Söyleyecek bir şeyimiz olsun diye ilgili ilgisiz her şeyi takip ettik. Sahip olduğumuz bilgi kırıntılarıyla her konuda söz sahibi olduğumuzu düşündük. Gerçek bilgi sahiplerini dinlemez olduk.
“Ben merkezim. Söyledikleri dinlenmeye değer olan benim” yanılgısının bize karşımızdakini unutturduğunu kabul etmeliyiz.
Bir kere dinlesek, dinlemeyi öğrensek çoğu zaman konuşmanın ne kadar gereksiz olduğunu anlayacağız. Bazı soruların cevaplarına konuşmadan ulaşacağız belki.
Dosdoğru dinleyebilsek sadece insanı değil, tabiatı, âlemi, zikreden taşları, tesbih eden ağaçları da duyacağız.
Büyük sorunların basit çözümü
Maalesef milyonlarca çift, incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden boşanıyor. Bir o kadar çocuk da aile ortamından uzak büyüyor.
Boşanmaya götüren tartışma ve kavgaların altında yatan en büyük sebep eşlerin birbirini dinlememesi. Çünkü tarafların ikisi de konuşan kişi olmakta ısrarcı olunca bu ısrar bir yarışa dönüyor ve çiftler birbirinin sözünü kesmeye başlıyor.
Sıradan konuşmalarda bile sesler yükseliyor. Bir süre sonra kırgınlık, kızgınlık ve bıkkınlıkla iletişim kesiliyor.
Dinlemenin olmadığı yerde sorunlar birikiyor ve bu sorunların çözümü de dinleme olmadan mümkün olmuyor.
Aile terapistlerinde çiftlerin en çok fayda gördüğü şeylerden biri, başka birinin yanında eşini dinleyebilme fırsatı bulmaları.
Aslında çoğu zaman uzman görüşüne gerek bile kalmadan en hararetli kavgalar bile dinleme ile bitebiliyor. Fikir ayrılığının olduğu noktalar daha net görülüyor. Bu noktalar görüldükten sonra çiftler kendilerini eşlerinin aynasından görmeye başlıyor. Büyütülen sorunların çözümünün aslında çok basit olduğu anlaşılıyor.
Bu yüzden çiftler önce eşini dinlemeli. Eşi sözünü bitirdiğinde “Bu muydu söyleyeceğin?” gibi kırıcı sözler söylememeli. Çünkü muhatabı küçümseyen sözler aslında karşıdakini hiç dinlememektir. Dinlemek empati yapmaktır. Empati, bırakın muhatabı kırmayı, kendini onun yerine koymaktır.
Dinlemek hak vermek değildir. Karşıdakinin fikrine ya da duygusuna ortak olmak da değildir. Zaten mesele muhatapla aynı fikirde olmak değil, ona değer vermek.
Dinlemek, onun söylediğini “o” söylediği için değer vermektir. Eşler birbirini iyi dinlese belki karşısındakinin anlattığından fazlasını anlayacak.
Kalbi dinlemek
Bugün tek dertleri sınavlar olan çocuklarımız, kendisini uzaylı gibi hissettiği bölümlerde okuyor ya da mesleklerde çalışıyor. Kendilerini hiç dinleyemiyorlar. Çünkü birçok ebeveyn çocuklarının isteklerine kulak vermek ve kabiliyetlerine göre yönlendirmek yerine, başkaları ile çocukları üzerinden bir yarışa giriyor. Çocuğunun okuduğu bölüm, aldığı puan, yaptığı işe göre itibar görmeye çalışıyor.
“Ben onun için en iyisini istiyorum!” düşüncesi bu hatalı yaklaşımın perdesi olmuş durumda. Ailesi tarafından acımasız bir yarışa itilen çocuk, iç dünyasını geliştirmeye fırsat bulamıyor. Kalbini dinleyemiyor. Küçük yaşta omzuna gelecek kaygısı binince sanal dünyada buluyor özgürlüğü. Henüz benlik arayışında olan ve toplumdaki yerini arayan gençlerimizin kalplerini dinlemesi gerek.
Âlemlerin Rabbi bende şu kabiliyetleri yaratmış, benden şu ibadetleri yapmamı istemiş diyerek bir ayağını dünyaya bir ayağını âhirete basmayı öğrenmeliler.
Temiz bir kalp insana fıtratını fısıldar. Fıtrat ise İslâm’dır. Nefs kalbi perdelemeden kalbe kulak vermek gerekir. Nefs gemleri eline alınca göz görmez, kulak dinlemez. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Bedende bir et parçası vardır. O et parçası sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir.” (Buhârî, İman 39, nr. 52; Müslim, Müsâkat 20, nr. 4178)
En güzel örnek
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem insanlar arası ilişkileri en iyi olandır. Çünkü güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir. O’nun saadetli hayatı bizim için en büyük örnektir.
Yerine göre vaiz, hâkim, aile reisi, devlet lideri ve kumandan olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, zengin fakir, büyük küçük, dost düşman, müslim gayrimüslim herkesle muhatap olurdu.
Konuşanın sözünü kesmez, vücudunu tamamen ona çevirir, mümkün olduğunca tebessümle, başını sallayarak, karşısındakine değer verdiğini hissettirirdi.
Bir çocuk konuştuğunda onunla şakalaşır, bazen onu büyük bir adam gibi dinlerdi. Müşrikler konuşurken sözlerini kesmez, ne söylerlerse söylesinler sonuna kadar dinlerdi.
Konuşurken kimseyi kınamaz, birisi hata yaptığında onu doğrudan uyarmak yerine bütün ashabını uyarırdı.
Bir gün müşriklerden Utbe b. Rebîa, insanları İslâm’a davet etmekten vazgeçirmek için Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yanına geldi ve şöyle dedi:
– Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki, kabilemizde şeref ve soy bakımından üstün birisin. Fakat bu yaptıklarınla kabilenin başına büyük işler açtın. Onların topluluklarını dağıttın. Akıllılarını akılsız saydın. Onların dinlerini ve ilâhlarını ayıpladın. Onları ve onların atalarını küfürle itham ettin.
Ey Muhammed! Sen mi daha hayırlısın, yoksa atan Haşim mi? Sen mi daha hayırlısın, yoksa deden Abdulmuttalib mi? Sen mi daha hayırlısın, yoksa baban Abdullah mı? Eğer bu kişilerin senden daha hayırlı olduğunu kabul ediyorsan, bunlar senin ayıpladığın ilâhlara tapıyorlardı.
Biz kavmine senden fazla uğursuzluk getiren birini görmedik. İşlerimizi karıştırdın. Araplar içinde bizi rezil ettin. Kureyşliler içinde sihirbaz, kâhin türemiş dedirttin. Böyle devam edersen bize kılıçlarımızla karşına çıkmaktan başka bir yol kalmaz. Sana bazı şeyler teklif edeceğiz. Gel bizi dinle.
Bütün bu ağır ithamlar karşısında Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem duruşunu bozmadan, öfkelenmeden ve Utbe’nin sözünü kesmeden dinlemeye devam etti ve şöyle dedi:
– Söyle Ebu’l-Velîd! Seni dinliyorum.
Utbe, ağır ithamları karşısında Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sinirlenmesini beklerken sakin kaldığını görünce şaşırdı ve devam etti.
– Ey kardeşimin oğlu! Eğer zengin olmak istiyorsan, en zenginimiz sen olana kadar senin için mal toplayalım. Eğer şan ve şeref kazanmak istiyorsan, seni kendimize efendi yapalım. Eğer kral olmak istiyorsan kralımız ol. Eğer sana gelen bu şey sana görünüp de kendinden uzaklaştıramadığın bir cin işiyse seni tedavi ettirelim.
Bunun üzerine Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
– Ey Ebu’l-Velîd! Söylediklerini bitirdin mi?
“Evet” cevabını alınca Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem besmele çekerek şu ayet-i kerimelerle söze başladı:
– “Hâ. Mîm. Bu Kur’an, Rahman ve Rahîm olan Allah’tan indirilmedir. Bu, Arapça bir Kur’an olarak, ayetleri bilen bir kavim için ayırt edilip açıklanmış bir kitaptır. O müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat insanların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar gerçeği işitmezler. Onlar: ‘Ey Muhammed! Senin bizi davet ettiğin şeye karşı kalplerimiz kapalı. Kulaklarımızda da bir ağırlık var. Seninle bizim aramızda anlaşmamıza engel bir de perde var. Sen istediğini yap, çünkü biz yapıyoruz’ dediler. Ey Muhammed! De ki: ‘Ben sadece sizin gibi bir insanım. Ancak bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık hep O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Vay O’na ortak koşanların haline!’” (Fussilet 1-6)
– Ey Ebu’l-Velîd, duydun, işittin. Artık işte sen, işte o!
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem kendisine inanmayan, en ağır şekilde itham eden müşrikler karşısında bile konuşma adabını bozmamış, karşısındakinin sözü bitinceye kadar beklemiştir.
Dinlemeyi unuttuğumuz şu günlerde Allah bizleri Resûlü’nün sünnetinden ayırmasın. Şu ayetinde bahsettiği kimselerden eylesin:
“Onlar ki sözü can kulağıyla dinler ve onun en güzel tarafını, sevabı en çok olanını tatbik ederler. İşte bunlar Allah’ın kendilerini doğru yola erdirdiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de işte bunlardır.” (Zümer 18)