Aramak

SUSUN VE DINLEYIN

“Kur’an okunduğu zaman dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (A’raf 204) Rasul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemi peygamberolarak gönderen ve O’na tamamen muhafazası altına aldığı Kitab-ı Mübin’i indiren Yüce Allah’a hamdolsun. O kitap ki insanlar onunla sırat-i müstakîme, hak yoluna hidayet olundu. İnsanı aldatan, mağrur eden her şeyden kurtuluş onunla olur. Gönüllere şifa ondadır. Ona muhalefet eden zalimlerin belini Allah Tealâ kırar. Kur’an-ı Kerim Allah Tealâ’nın sağlam bir ipi, parlak bir nurudur. O öyle bir kitap ki okuyanlar okumaya, dinleyenler de dinlemeye doyamaz. Kur’an-ı Kerim, tarihte hiçbir kitaba nasip olmamış bir şekilde, indirildiği günden bugüne, bin dört yüz yılı aşkın bir zamandır bir an kesintiye uğramadan okunagelen mukaddes bir kitaptır. Onu okumak, hem Kur’an’ın, hem de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin tavsiyesidir. Beşer içerisinde Kur’an-ı Kerim’i ilk okuyan, ilahî vahyi okuma emrinin ilk muhatabı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemdir. O Kur’an-ı Kerim’i okumada ilk ve en güzel örnektir. Kur’an-ı Kerim’i Cebrail aleyhisselamdan öğrenmiş, öğrendiği şekliyle de okuyup okutmuştur. Müslümanlar, her daim okumakla emrolunduğu Kur’an-ı Kerim’i kendisine ikram edilmiş kevser çeşmesinden içer gibi okumuş, kana kana ezberlemiş ve gereğiyle amel etmeye azm ü gayret eylemiştir. Dinlemek için susmak Allah Tealâ, girişte mealini verdiğimiz A’raf suresi 204. ayet-i kerimede okunan Kur’an’ı dinleyebilmek için susulması gerektiğini ferman buyurur. Kur’an-ı Kerim’de bulunan inceliklerin ancak bu şekilde anlaşılabileceğini, ancak böyle dinleyenlerin rahmete ermenin huzuruna kavuşulabileceklerini beyan eder. Ayet-i kerimede Peygamber-i Zîşan’a buyurulan “Ben seni (Peygamber olarak) seçtim. Şimdi vahyedileni dinle.” (Tâhâ 13) emrinden müminlerin hissesini hatırlatır. Ayet-i kerimenin nüzul sebebi insanların namazda iken konuşmalarıdır. Hadise şöyledir: İbn Ebu Hâtim radıyallahu anh, Ebu Hüreyre radıyallahu anhdan naklederek der ki: Evvelce sahabe namaz içerisinde zaruri ihtiyaçları hakkında konuşurlardı. Bunun üzerine, “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.”(A’raf 204) mealindeki ayet-i kerime nâzil olunca, Kur’an’ı dinleyip susmakla emrolundular.(Taberî, Câmiu’l-Beyân 10/659; İbn Ebî Hâtim 5/1645; Beyhâkî, es-Sünenü’l-Kübrâ 2/155) Farklı bir rivayette de şöyle denilmiştir: Muhammed İbn Ka’b, Zührî, Ebu’l- Âliye ve İbrahim rahimehumullah gibi bazı zevata göre bu ayet-i kerime, sahabeden bazılarının Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin arkasında namaz kılarken kıraat yapmalarını engellemek üzere nâzil olmuştur. Muhammed ibni Ka’b el- Kurazî şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem namazda kıraat yaptığı zaman arkasındakiler ona icabet ederdi. O ‘bismillahirrahmânirrahîm’ dese onlar da O’nun gibi derler, Fatiha ve sure bitinceye kadar böyle yaparlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Allah Tealâ’nın, beklemesini dilediği müddet bekledi. Onlara bir şey demedi. Sonra, “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” mealindeki ayet-i kerime nâzil oldu. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem okudu, Sahabe-i Kiram sessizce durdular. (İbni Ebî Hâtim, 5/1645; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 6/719) Ayet-i kerimenin nüzul sebebi muhtelif rivayetlerle ifade edilse de hakikat bellidir. O da ayet-i kerimenin bir tahsiste bulunmadan yani belli bir kişiyi ya da grubu kasdetmeden genel bir manayı ifade etmesidir. Kur’an-ı Kerim okunurken susup dinlemek bütün herkesi kapsar. Kur’an’a, sünnete ve edebe uygun olanı budur. Bir kimse başkasına hitap ettiğinde muhatabının onun söylediği şeyleri dinlemesi gerekir. İnsanî, vicdanî ve içtimaî sorumluluk bunu gerektirir. Hitap eden Allah Tealâ olunca bu hitabı duyanların bildirileni susarak, can kulağıyla ve bütün varlığıyla dinlemesi gerekir. Dinlenmeye en layık olan Allah Tealâ’dır. Her ne şartta olunursa olunsun. Dinlemenin manası Şu halde ayet-i kerimede denilmiş oluyor ki: Ey müminler! Kur’an okunduğu vakit namazda, hutbede yahut herhangi bir yerde hemen dilinizi tutup susun. Okunan Kur’an’ı pür dikkat, iman ve tasdikle ibret almak için dinleyin. Dinleyin ki, kalplerinizle işitip Rabbiniz’in muradını anlayasınız. Kur’an’ın lâtif öğütleriyle iyice edeplenin ki, bu güzel ahlâk sizi Cenab-ı Mevlâ’nın hitabının bereket ve rahmetine kavuştursun. Çünkü susmak iyice dinlemeye, iyice dinlemek basirete, o da iman ve sâlih amellere, iman ve ameller de ilahî rahmete ermeye vesiledir. Ayet-i kerimede ayrıca Kur’an-ı Kerim’i dinlemenin edep ve erkânı da bildirilmiş oluyor. Fahreddin Râzî ve Hâzin rahimehumullahın beyanı üzere, her ne zaman Kur’an-ı Kerim tilaveti duyulursa manasını düşünmek ve anlamak için susarak dinlemek vaciptir. Kur’an-ı Kerim okunduğu sırada işiten ona ilgisiz kalmamalı, kulak verip dikkat kesilmeli, edeple, huşû içinde dinlemelidir. Çünkü onda konuşan Allah celle celâluhûdur. Kur’an’a kulak vermemek O’nun konuşmasına kulak vermemek ve dolayısıyla O’na karşı edepsizlikte bulunmak anlamına gelir. Kur’an ayetlerinin rahmet ve bereketinden istifade edebilmek için dikkatle dinlemek gerekir. “...Onu dinleyin ve sessiz durun” buyruğu, beden kulaklarıyla Kur’an-ı Kerim’i dinlemeyi, tilâvet sırasında konuşmamayı, başka şeylerle ilgilenmemeyi ifade ettiği gibi, mecazî manada onun buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak anlamına gelir. Birinin sözünü dinlemek onun söylediklerini yapmak demek olduğundan, halk arasında dinlemek denilince sadece kulak ile işitmek değil, işitilen şeyi yapmak da anlaşılır. Ayet-i kerime de hem hakiki hem de mecazî anlamda Kur’an’a kulak vermeyi emreder. Kur’an-ı Kerim okunurken başka şeylerle ilgilenmeden onu edeple ve huşû ile dinlemek, ayrıca buyruklarını yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak gerekir. Bu sayede Allah Tealâ’nın rahmetinin bâtınımıza ve zâhirimize tecelli edeceği, dünyamızı ve ahiretimizi mamur edeceği, ayetin sonunda ifade edilmektedir. Söze saygı, söyleyene saygı Kur’an-ı Kerim’i okuyan ve dinleyen bir kişinin hem Kitab-ı Kerim’e saygısından hem de dinlemenin vücubiyetinden dolayı dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bazıları şunlardır: • Kur’an-ı Kerim okuyan kişinin abdestli olması, otururken kıbleye dönmesi, bir özrü yoksa ayaklarını uzatmayıp kendisine doğru toplaması gerekir. Çünkü ayakları uzatmak edep dışıdır. • Bir insan yürürken ya da başka bir işle meşgul iken Kur’an-ı Kerim okusa, bu durumda kalbi huzur üzere, ne okuduğunun farkındaysa bir mahzuru yoktur. Böyle değilse mekruh olur. • Kişi avret yeri açıkken yahut eşi bile olsa yanında avret yeri açık biri bulunuyorken Kur’an-ı Kerim okuyamaz. Def-i hacet yerinde de Kur’an okumak mekruhtur. • Bir çocuk evde ailesi başka bir işle meşgul iken Kur’an-ı Kerim okusa, onlar çocuk okumaya başlamadan önce işe başladılarsa onu dinlememede mazur tutulur, değilse mazur olmazlar. • Yine insanların kendi özel işleriyle meşgul oldukları çarşı, pazar, sokak, lokanta gibi uygun olmayan ortamlarda; Ku’ran’ı dinlemenin mümkün olmadığı yerlerde açıktan Kur’an okumak veya –dışarıda namaz kılanlar bulunması gibi bir zaruret olmadıkça– camilerde okunan Kur’an sesini cami dışına vermek doğru değildir. Böyle durumlarda insanların durup Kur’an-ı Kerim’i dinlemeleri çeşitli yönlerden sıkıntıya yol açacaktır. Kur’an-ı Kerim okuyacak kimse, insanların onu dinleyebilecekleri yerlerde ve şartlarda okumalı ve böylece Kur’an’a saygısızlık görünümü veren davranışlara sebep olmaktan sakınmalıdır. Bu tür durumlarda Kur’an’ın dinlenmemesinden kaynaklanan günah okuyana aittir. Dinleme emrinin kapsamı ve edebi Bazı âlimler, ayet-i kerimede emredilen dinlemenin imamın namazdaki Kur’an-ı Kerim kıraatiyle ilgili olduğunu söylemiştir. Hanefîler, imam namazda açıktan veya gizli Kur’an okurken cemaatin susup dinlemesinin vacip oluşunu bu ayete dayandırmıştır. Hutbe de bu ayet-i kerimenin hükmüne dahildir. Çünkü hutbede de Kur’an-ı Kerim kıraati söz konusudur. Hatip hutbede Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ismini zikretse cemaat dinler, susar. Cehri salâvat getirmez. Çünkü o da hutbenin bir parçasıdır. Cemaat salâvat getirecekse ya da hutbede yapılan bir duaya iştirak edecekse, dilini hareket ettirmeden kalbinden yapmalıdır. Böylece hem salâvat getirip duaya iştirak etmiş hem de susmuş olur. Hutbeyi duymak mümkün olmasa da durum aynıdır. Hutbe esnasında konuşan birini söz ile uyarmak da yasaktır. Elle ya da işaret ile uyarmakta bir beis yoktur. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Cuma günü imam cemaata hitap ederken arkadaşına ‘sus’ bile desen boş konuşmuş olursun.” (Buhârî, Cuma 36; Müslim, Cuma 12) Kur’an-ı Kerim’in zâhiri sayılan kapak ve yapraklarına, “Ona temizlerden başkası dokunamaz.” (Vakıa 79) ayet-i kerimesi iktizasınca abdest almış kimseler dokunabilir. Bununla beraber onun bâtını olan manasını da her türlü kirlerden, hastalıklardan temizlenmiş, tazim ve huşû nuru ile parlamış olan kalpler anlayabilir. Her el Kur’an-ı Kerim’i tutamadığı gibi, her dil onu okuyamaz, her kulak dinleyemez, her kalp de onun mana iklimine nüfuz edemez. Şüphesiz söze saygı, söyleyene saygıdır. Kelama tazim gösteren okuduğu ve dinlediği zaman ondan zevk alır. Onunla ünsiyet eder, ondan gafil olmaz. Kur’an-ı Kerim’i okurken ve dinlerken “tedebbür” sahibi olmak gerekir. Yani onun kelâm-ı ilahî olduğunu, manasında ezelî ve ebedî hakikatlerin bulunduğunu düşünmek lazımdır. Bu, kalp huzurundan sonra gelir. Kur’an-ı Kerim’i okumak ve dinlemekten maksat, onun ayetleri üzerinde düşünmektir. Bunun için ağır okumak sünnettir. Seleften bir zat, manasını anlamak için altı ay Hûd suresini tekrar ile uğraşmıştır. Âriflerden bir zat demiştir ki: “Haftalık, aylık ve senelik hatimlerim var. Fakat bir hatmim de var ki otuz senedir bitiremedim.” Bu bitirilemeyen hatim, ayetler üzerinde düşünerek yapılan hatimdir. Kur’an-ı Kerim’i okuyan ya da dinleyen kişinin onun özellikle kendisine hitap ettiğini düşünmesi gerekir. Emir ve yasak, müjde ve korku ayetlerinde kendisinin muhatap olduğu idraki içinde bulunması; geçmiş kavimlere ve peygamberlere ait kıssalarda kendisi için ibretler olduğunu bilmesi gerekir. Çünkü her kıssa bir fayda temin etmek için zikredilmiştir. Muhammed ibn Ka’b el-Kürzî rahmetullahi aleyh der ki: “Kur’an-ı Kerim kime okunuyorsa, Allah Tealâ onunla konuşuyor gibidir. Bunu böyle kabul eden, Kur’an-ı Kerim’i efendisinden kölesine yazılmış bir mektup gibi okur. Yani sadece düzgün ve güzel okumayı bir vazife saymaz, ne emrettiğini, neler istediğini ve nelerden men ettiğini anlamak için düşünerek okur ve gereğince amel eder. Bu şekilde Kur’an okuyan ve dinleyen kişinin kalbi müteessir olur. Korku, ümit, hüzün ya da sevinç veren ayetleri okudukça farklı bir hal alır, kalbinde vecd meydana gelir. Ayetlerin manasına göre hali değişir. Kur’an-ı Kerim’i kendi ağzından değil, onu nâzil buyuran Allah Tealâ’dan dinliyormuş gibi okumak, Kur’an okumanın en üstün şeklidir. Bu da okuyan ya da dinleyenin kendisini Allah Tealâ’nın huzurunda düşünmesiyle mümkün olur. Bu haldeki insan daha mülayim ve mütevazı olur. Cafer b. Muhammed Sâdık radıyallahu anh, “Vallahi Allah Tealâ kelâmında insanlara tecelli eder. Fakat onlar bunun farkında olmazlar.” demekle bu halden haber vermiştir. Kur’an-ı Kerim okurken ya da dinlerken “teberri” üzere olmak gerekir. Bu da Cenab-ı Hakk’ın azameti karşısında benlik ve varlığından geçmek, kendini hiçe saymaktır. Sâlih kulları öven ve müjde veren ayetleri okuduğu zaman kendisini bu hükümde görmemektir. Bunun yerine müjdelere nâil olmaya gayret edip, sâlih kulları tanımalı ve kendisinin de onlardan olmasını Allah Tealâ’dan niyaz etmelidir. Gazap ayetleri ile isyankârları yeren ayetleri okuduğu zaman helak olacağından korkmalı, bu ayetlerin muhatabının kendisi olabileceğini kabul etmelidir. Kişinin kendisini kusurlu görmesi Rabbi’ne yakınlığın sebeplerindendir. Ayet-i kerime şöyle bitiyor: “Böyle yapın ki rahmete nâil olasınız.” Yani Kur’an-ı Kerim’i dinlemenin kalbinize kazandıracağı incelik ve haşyet vesilesiyle ilahî rahmete erişirsiniz. Ya da sözü yormadan denilebilir ki, Kur’an-ı Kerim’i dinleyen bir kimseye en yakın olan şey ilahî rahmettir. Zâhiren susup sessizliği koruyarak Kur’an-ı Kerim dinleyen, kalp diliyle de susup sessiz kalırsa, manen sükût ederse, hakiki kulakla yani kalp kulağıyla dinleme nimetine erişebilir. O hakiki kulak, Cenab-ı Mevlâ’nın, “Ben o kulumun kulağı olurum, artık o benimle işitir.” (Buhârî, Rikâk 38) kavl-i şerifinde zikredilen kulaktır. Yüce Mevlâ’nın kelâmını dinlemek, kalpler için bütün sevgililerin kelamını dinlemekten daha tatlı ve şevk vericidir. Özellikle onu arada bir vasıta olmadan dinleyen için bu tarifi mümkün olmayan bir lezzettir. Herkes ilahî kelâmın tadına, kendisiyle konuştuğu Rabbi ile kalbinin huzuru ölçüsünde ulaşır. Hak Sübhânehû ve Tealâ en iyi bilendir. Faydalanılan Kaynaklar: (Ebu’l-Leys Semarkandî, Tefsîru’l Kur’an; Abdülkerim el-Kuşeyrî, Letâifu’l- İşârât; Ebu’l Kâsım ez-Zemahşerî, el-Keşşaf; Fahreddin Râzi, Tefsîr-i Kebîr; Ali b. Muhammed el-Hâzin, Lübâbü’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl; Celâleddin es-Suyûtî, Esbâbu’n Nüzûl; Ebussuûd Efendi, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm; İsmâil Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân; İbn Acibe el-Hasenî, Bahru’l-Medîd; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili; Mehmed Vehbi Efendi, Hülâsatü’l- Beyân; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri)
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy