Aramak

Tavan Arası

Osmanlı Şehirleri ve Paris

Büyük mimar rahmetli Turgut Cansever’in yıllar önce bir röportajını okumuştum. Röportajın bir kısmında söyledikleri çok dikkatimi çekmişti. Çocukluk yıllarında, 1930’ların başı, Bursa’da komşu kadınların evlerin dış cephesini hangi renklere boyanacağına dair bir sohbetini anlatıyordu. Çok kıymetli bir rivayet idi. Tabi böyle basit gibi görünen detaylardaki kıymetleri fark edebilmek için hikmetle bakan gören göz ve ibretle dinleyen bir kulak lazım.

Turgut Cansever, ömrünü bizim mekâna bakışımızı anlamaya adamış bir mimardı. Ne kadar sade bir bakış açısına sahip olduğu, ezberletilmiş kalıplara takılmadan mimarîyi anlamaya çalıştığını kitaplarından, inşa ettiği eserlerinden, çizdiği yerleşim planlarından anlayabiliriz. Gelin onun martıların denizdeki düzeni üzerinden Osmanlı şehri ile Paris’i kıyasladığı sohbetinden bir kısmını okuyalım:

“Bizim Burgazadası’nda küçük bir yerimiz var. Burgazadası’nın Marmara tarafında Kalpazankaya diye bir yer vardır. Bazı havalarda martılar uçmazlar, denize konarlar. O martıların su üstünde birbirlerine olan mesafe düzenlerinin güzelliği tarif edilemez. Herhangi bir mimar, dâhi bir tasarımcı evleri bir arazi üzerinde dağıtacağım dese o derece güzel bir yakınlık-uzaklık münasebeti kurması belki aylar alır. Onların bu dağılışı içinde suya konma sıraları, içlerinde önder olanların öncelikle gelip yerleşmeleri, esen rüzgâr, daha iyi barınma noktaları bulmak yahut su altındaki balık sürüsüne göre yer almak…

Bütün bu konumlanmanın altında bizim bugün mantığını bilemediğimiz sayısız büyük realiteler yatmaktadır.

Daha önce galiba sözünü ettim Aquinalı Thomas... İbn Rüşd vasıtasıyla Aristo’yu fark edip Rönesans’a düşüncesini ulaştıran bu Batılı aziz, “Güzellik realitenin yansımasıyla olur” diyor. O martı grubunun dağılışındaki güzellik, onun altındaki birçok realitenin yansımasıyla oluşuyor. Osmanlı şehrinde de evlerin dağılımı, keza oradaki bir dizi sosyo-ekonomik, topoğrafik, tabii, kültürel etmenlerin ve tarihi birikimin bir sonucu olarak oluşmaktadır.

Bu şekilde oluşmuş bir bütünlük –nasıl o martıların oradaki dağılımı statik/ebedi değilse, nasıl hayatın değişmesiyle yeni biçimler alıyorsa- yeni biçimler almaya açık olmalıdır.

Burada tekrar yönetimin hemen bir başka noktasına geçmek mümkün olacak. Paris’te şehrin içerisinde yeni bir yapı yapmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü bütün binalar birbirine yapışıktır. Hepsi diziler meydana getirmiştir. Onların arasında hiçbir şey meydana getiremezsiniz, donmuş bir dünyadır. O donmuş bir dünya bir kere tasarlanmıştır. İlk başta I. Napolyon tarafından. Daha sonra I. Napolyon’un getirdiği prensipler çerçevesinde III. Napolyon’un icra kolu Baron Haussmann tarafından dondurulmuştur. Ve bütün nesiller o donmuş dünyada yaşamak mecburiyetindedirler.

Burada, 19. asır Türk aydınlarının büyük yanılgısı gündeme gelmektedir. Onlar bütün hayatı donduran, biçimlendiren iradeye, kuvvete hayran olmuşlardır. Fakat insanın insan olarak binanın oluşumuna yapacağı katkı güzelliğini, o katkının, insanın bir hakkı olacağını inkâr ederler. Böyle bir yaklaşımın yanlışlığının farkına varamamışlardır.”

“Bir Şehir Kurmak / Turgut Cansever Konuşmalar, Haz. Aynur Can-Mahmut Doğan, İstanbul, 2019, s. 35-36)

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy