Aramak

Tavan Arası

Alman Seyyahın Gözünden İstanbul Mezarlıkları

Geçmiş asırlarda Avrupalılar için İslâm dünyası büyük bir merak konusuydu. Müslümanların şehirleri daha mamur durumdaydı. Devletleri güçlü, hayat oldukça düzenliydi. Ticaret ve elçilik vazifesi için gelenler bu gizemli dünyayı merak etmişler, gördüklerini duyduklarını yazmışlardır. Anlattıklarının hepsi doğru olmasa da bazı şehir tasvirleri, günlük hayata dair bazı izlenimleri önemlidir.

1578-1581 yılları arasında Almanya’dan gelen bir elçi heyeti içinde bulunan Salomon Schweigger de seyahat boyunca gördüklerini, duyduklarını yazmıştır. Cenaze ve mezarlıklar hakkında yazdıklarından bir kısmını okuyalım:

“Türkler erkek ve kadın ayrımı yapmadan, ölülerini –sanki diriymiş gibi- sıcak suyla yıkarlar. Sonra temiz, beyaz örtülere sararlar ve üstü kapaklı tahta bir sandığa, başı ayaklarından daha yüksek olacak şekilde yerleştirirler. Cenaze çoğunlukla şehrin dışında açık arazide bulunan, etrafı bir duvarla ya da çitle çevrilmemiş olan mezarlığa taşınıp, orada gömülür.

Her mezarın başucunda bir arşın boyunda, bazen hiç yontulmamış, işlenmemiş doğal haliyle, bazen de dört köşeli ya da yuvarlak biçimde yontulmuş bir taş dikilidir. Bu ülkede bir mezara birkaç kişi gömülmez, herkes için ayrı mezar hazırlanır. Konstantinopolis’te (İstanbul’da) ve bütün diğer kentlerde, köylerde binlerce mezar taşı bulunan bir mil boyunda ve eninde mezarlıklara rastlanır.

Zengin ve önemli kişiler mermerden derin lahitler yaptırırlar. Bunlar genelde diğer mezarlar gibi zeminin yüzeyini bir arşın kadar aşar. Başuçlarına mermerden yontulmuş, bir bacak kalınlığında ve bir adam boyunda yuvarlak sütun dikilir, tepesine de gene Türklerin başlarına taktıkları kavuk veya sarık biçiminde yontulmuş mermer oturtulur. Sütunun çevresine kabartma olarak zarif bir biçimde işlenmiş güzel Arap harfleriyle Kur’an ayetleri yazılır.

Bunun dışında, hıristiyanlarda olduğu gibi mezar taşlarını herhangi bir arma, tablo, öykü ya da resimle süslemezler. Bazıları yuvarlak sütunun yerine bir el kalınlığında ve bir adam boyunda geniş bir mermer levha dikerler; bunun üzerine yazı işlenmiştir. Bazıları da bu mermer sandukayı tepeleme toprakla doldurur. Ölenin eşi ve kızları buraya güzel çiçekler dikerler. Paşalar ve onlar gibi yüksek konumdaki beyler ise daha hayattayken geniş avlusunda şadırvanı, imâreti bulunan güzel bir cami inşa ettirirler ve yakın bir yerde öldükleri zaman gömülecekleri türbeyi yaptırırlar.

Kadınlar cenaze törenine katılmazlar. Cenazenin önünde ve yanında sadece din görevlileri ve erkekler yürür. Bunlara birkaç tarikat mensubu da katılır. Şehrin büyüklüğü ve mezarlığa götüren yolun uzunluğu nedeniyle tabutu taşıyanlar sık sık yürüyüşe ara verirler. Bir camiye gelince tabutu indirip dualar okurlar.

Ölenin yakınları matem elbisesi giymezler, olsa olsa koyu mor ya da siyah bir cübbeye bürünürler. Bazı itibarlı kişiler sarıklarının etrafına siyah taftadan üç parmak genişliğinde bir şerit dolarlar. Kadınlar giysilerine matemde olduklarını belirten hiçbir işaret takmazlar.

Cenaze mezarlığa götürülürken din adamları ölü için dualar okurlar. Tabut, yakut kırmızı ya da yeşil renkte ipek bir kumaşla örtülü olur. Bunun üzerine gene ipekli kumaştan, üzeri altın ve gümüş ipliklerle işlenmiş mendiller iliştirilmiştir. Baş tarafına da tüylerden yapılma ya da tüysüz bir demet yerleştirilir.

Türkler ölümcül ve salgın hastalıklardan korkmazlar. Onlara göre insanın neden ve nasıl öleceğini belirleyen alın yazısıdır.”

(Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Çev. Türkis Noyan, Kitapyayınevi, İstanbul, 2014, s. 217-218)

Ayın Kelimesi: Şevk

Dilimize Arapçadan girmiş kelimelerin birçoğu aynı zamanda farklı halleriyle de dilimizde yer alır. Eskiden medreselerde ve okullarda sarf-nahiv dersleri verildiği için bu kelimelerin farklı kalıpları ve manaları doğru kullanılırdı. Günümüzde bu zenginlikten mahrumuz. Bu yüzden bazı kelimelerin yanlış manada kullanıldığı veya yanlış telaffuz edildiği oluyor. Böyle kelimelerde önce kökü bilmek faydalı olacaktır. Bu ay da Arapçadan aldığımız şevk kelimesini ve ondan türemiş kardeşlerini tanıyalım, hatırlayalım:

Şevk: 1. Şiddetli arzu, istek, aşırı heves. 2. Sevinç, neşe, keyif. 3. (Eski tabir) Işık, parıltı, şavk. 4. (Tasavvufda) Allah aşkı ile insan gönlünde meydana gelen coşkunluk.
Şâik: Arzulu, hevesli, şevkli.
İştiyâk: Büyük arzu duyma, özleme, özleyiş.
Müştâk: Şiddetle arzu eden, özleyen, hasretini çeken, gönülden isteyen.

Bir Beyit Bir İzah

“Derler imiş seni, ağyâr sever yâr sever
Kimi yanlış kimi gerçek, çok olur elde haber.”

Şeyhülislâm İbn Kemâl hazretlerine ait bu beyit, onun gazellerinden birine aittir. Gazel, şiir türü olarak âşıkâne, yani coşkun bir şekilde dile gelmiş duygulardan oluşur. İbn Kemâl hazretleri de gazellerinde hep sevgiliden bahseder. Bu sevgili bazen mürşid-i kâmil, bazen Allah Rasulü sallalahu aleyhi vesellem ve çoğu zaman Cenâb-ı Mevlâ’dır. Zaten mürşid-i kâmil ve Peygamber sevgisi de Allah Tealâ’ya götüren bir sevgidir.

Beyitte İbn Kemal hazretleri lâtifeli bir söyleyişle, ilk mısrada diyor ki: “Benim için hem Yâr’i hem ağyarı sever diyorlarmış.” Burada “yâr” Allah Tealâ’dır. “Ağyâr” ise o yârden başka şeyler. Mesela dünya, kadın, mal mülk...

İkinci mısrada ise İbn Kemal hazretleri kendisi hakkındaki bu yargıya yine lâtifeli bir edayla itiraz ediyor: “Ortalıkta çok haber dolaşır ama bunların kimi doğru olur kimi yanlış.” Böylece söylentide yanlışlık payı da doğruluk payı da bulunduğunu dile getirirken, kendisinin ağyarı değil “Yâr”i sevdiğini nazikçe söylemiş oluyor.

Bir Söz

“Dünyada kıymet makam ile elde edilmez. Cahil bir makama oturunca fazilet sahibi olmaz. Cahil kimse büluğa ermemiş yaşlıdır. Çünkü cehalet kırk elli yaşına varmakla geçip gitmez.”

Şeyhülislâm İbn Kemâl rahmetullahi aleyh

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy