Aramak

TAVAN ARASI

İmam Şafiî Hazretlerinin Divanından

Bazen gelip geçmiş büyük zâtlardan sözler, vecizeler okuruz. Ancak kaynağını bilmeyiz. Kaynaksız olduğundan değil, eğer güvenilir bir eserden okuyorsak mutlaka bir kaynak eserden iktibas edilmiştir. Okuduğumuz bu sözler, vecizeler çoğu zaman ya bir şiirin ya bir kıssanın parçasıdır. Mesela Hz. Mevlânâ’dan aktarılan sözlerin birçoğu Mesnevi’dendir. Yani şiir halinde söylenmiştir.

İmam Şafiî rahmetullahi aleyh hazretlerinin sözleri de çok nakledilir. Bunların bir kısmı onun sözlerini rivayet eden eserlerdendir. Bir kısmı da onun divanındandır. Evet İmam Şafiî hazretlerinin bir divanı vardır. Şiirde kabiliyetli olsa da daha çok fıkıhla meşgul olmuş, şiiri de hikmetli sözler söylemek için bir vasıta olarak tercih etmiştir. Gelin onun divanından bazı kıtaların tercümesini okuyarak bereketlenelim:

  • “İlim yolunda üstadının cefâsına sabret. Çünkü ilmin özü onun ikazlarındadır. İlim öğrenmenin tadını bir saat de olsa tatmayan, ömrü boyunca cehaletten kaynaklanan düşüklüğü yudumlar. İlim öğrenme fırsatını gençliğinde kaçırmış olana, öldü diye üzerine dört tekbir getirip cenaze namazını kıl. Yiğitlik ilim ve takvadadır. Bu ikisi yoksa söz yiğitliğe itibar olunmaz.”
  • “Sefih (kötü ahlâklı, düşük) biri konuşunca ona itibar edip cevap verme. Cevaplamaktansa sükût etmek daha hayırlıdır. Eğer sefih biriyle mücadeleye girişirsen onu rahatlatırsın, sözünün daha da yayılmasına sebep olursun. Onunla uğraşmayıp susarsan, üzüntüden ölür.”
  • “Serendip dağlarına inci mercan yağdır, Tekrûr kuyularından altın akıt. Ben günlük azığımı temin edemeden yaşadım. Öldüğümde de belki bir kabrim olmaz. Ama halim sultanlar gibidir, ben hür bir insanım. Sen ise bu hali düşüklük sanıyorsun. Ömrümce bir lokmaya kanaat etmişken, Zeyd’in, Amr’ın kapısını niye çalayım.”
  • “Şehirleri ve içindekileri Müslümanların imamı Ebu Hanife müzeyyen kıldı, ilmiyle süsledi. Fetvalarla, eserlerle ve fıkıhla… Bunlar sanki sayfa üzerindeki Zebur ayetleri gibidir. Doğuda, batıda, kuzeyde, güneyde ve de Kûfe’de onun bir benzeri yok. Onun ilminden insanlar nasiplendikçe, Rabbimiz ona ebedi rahmet etsin.”
  • Benim tutamağım, dayanağım Ehl-i Beyt’tir. Onlar Allah Resûlü’ne vesilemdir. Onlar sayesinde yarın mahşer gününde defterimin sağımdan verileceğini ümit ederim.
  • Bütün düşmanlıklar dostluğa dönsün isteriz. Sadece hasetten dolayı düşmanlık hariç. (Çünkü onun çaresi yok, o düştüğü kuyudan çıkamaz.)
  • Kişi akıllı ve vera sahibi olunca, kendi kusurlarına bakarken diğer insanların kusurlarını göremez. Tıpkı hastalığı sebebiyle acıdan kıvranan kişi gibi. Kendi acısından insanların acısını bilmez.

Ayın Kelimesi: Divan

Divan, dilimize Arapçadan girmiş ama aslen Farsça olan kelimelerdendir. Bu kelimeyi günlük hayatta da edebiyatta da çok kullanırız. Ayrıca dilimizde aynı kökten türemiş başka ödünç kelimeler de vardır. Gelin bu kelimeleri yeniden hatırlayalım:

  • Divan: 1. Büyük meclis, yüksek meclis. 2. Eskiden şairlerin aruz vezniyle yazdıkları şiirlerini, nazım şekillerine ve kafiyelerinin son harfine göre belli bir sıraya bağlı kalarak düzenledikleri şiir mecmuası. 3. Aruz vezninin “fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün” kalıbı ile yazılan ve kendine mahsus bestesi olan bir halk edebiyatı nazım şekli. 4. Musikimizde şekil bakımından türküden çok şarkıya benzeyen, basit, samimi, külfetsiz bir form. 5. Osmanlı Devleti’nde birkaç köyden oluşan küçük birlik. 6. Üstünde süslü örtüleri ve yastıkları bulunan sedir, kol koyacak yeri olmayan bir nevi kanepe.
  • Divânî: Eskiden dîvan kaleminden çıkan yazı ve fermanlarda kullanılan hareketli bir yazı çeşidi, çep hattı.
  • Divançe: Küçük şiir mecmuası, küçük divan.
  • Divâne: 1. Çılgın, deli, mecnun. 2. Kendini duygularının coşkunluğuna bırakmış, akılla ilgisini kesmiş, aşkın buyruğu altına girmiş olan kimse, meczup, şeydâ.
  • Divân-ı âlî: 1. Bakanları, yargıtay ve danıştay üyelerini, cumhuriyet başsavcısını görevlerinde işledikleri suçlardan dolayı yargılamak üzere yargıtay ve danıştay üyelerinden kurulan yüksek mahkeme, yüce dîvan. 2. Osmanlı Devleti’nde 1876 Kanûn-ı Esâsî’sine göre gerektiğinde nâzırları, temyiz başkan ve üyelerini muhakeme etmek üzere padişahın iradesiyle kurulan yüksek mahkeme.
  • Divân-ı harp: Askerler tarafından işlenen suçlara bakan olağanüstü askerî mahkeme.
  • Tedvin: Kitap durumuna koyma, yazılmış olan şeyleri tolayıp kitap haline getirme.
  • Müdevven: Kitap veya divan haline getirilmiş, tedvin edilmiş.

Bir Beyit Bir İzah

“Ger ömrüm olsa cihânda sad-hezâr
Sanmanız benden gide bu derd-i yâr.”

Niyâzî-i Mısrî hazretlerine ait bu beyitte zâhiren şöyle deniliyor. “Eğer bu cihanda yüz bin ömrüm olsaydı, bendeki bu yâr derdi bitmezdi.”

Bizim klasik şiirimizde çok yönlü, çok manalı söyleyiş esastır. Okuyan herkes kendine göre bir mana çıkartır. Ama söyleyen zâtın da bir muradı vardır. Asırlar önce yazılmış divan şerhlerinde bu şiirlerdeki çok manalı beyitlerin nasıl izah edildiğini okuyup görüyoruz. Günümüzün algı ve anlayışına bırakacak olsak bu mübarek zatların şiirlerini ana maksadını anlamak mümkün olmazdı. Allah’a hamdolsun ki eski âlimlerimiz bu şiirleri açıklamışlar, biz de o eserlerden nasipleniyoruz. Böylece bir nebze de olsa bu irfan bahçelerinden güller derme imkânı buluyoruz.

Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin bu beyitteki maksadı Cenâb-ı Mevlâ aşkıdır. Yani “Bana yüz bin ömür verilse ya da ömrüm yüz bin yıl olsa da bende bu yâr derdi, ilâhî aşk bitip tükenmezdi. Yine O’nun aşkıyla yanar, O’nu anar, O’nun sevgisine erebilmek için gayret ederdim” diyor.

Cenâb-ı Mevlâ bizi derd-i yâr ile dertlenen zâtlara yaren eylesin, onların istikametinden mahrum eylemesin.

Bir Söz

“Fakih âlim, ameliyle fakih olandır. Yoksa konuşmayla, lafla fakih olunmaz.”

İmam Şafiî rahmetullahi aleyh

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy