Âlim ve Padişah
Taşköprüzade Ahmed Efendi, Şakâiku’n-Numâniyye adlı eserinde Osmanlı âlimlerinin hayatını yazarak çok hayırlı bir çığır açmıştır. Onun açtığı yolda nice âlim yürümüş ve her biri kendi asrındaki âlimleri anlatarak Şakâiku’n-Numâniyye’ye zeyiller yazmışlardır.
Taşköprüzade hazretleri eserini yazarken basit bir usulde âlimin hayatını, eserlerini anlatmamış, âlimlerin ve o devrin sultanlarının ilim gayretlerine dair çok önemli hatıralar da eklemiştir. Gelin, Osmanlı şeyhülislâmlarından Efdalzâde Hamîdüddin Efendi ile Fatih Sultan Mehmed arasında geçenleri ondan okuyalım:
“[Şeyhülislâm Efdalzâde Hamîdüddin Efendi] merhum, ilmiyle amel eden bir ilim sahibiydi. Çok kıymetli özelliklere sahip, Allah’a karşı gelmekten sakınan, yumuşak karakterli, zorluklara karşı dirençli, Allah’tan korkan, alçak gönüllü biriydi. (...) Bir gün yolda, âdeti olduğu üzere hizmetçileriyle yürüyüşe çıkmış olan Sultan Mehmed Han ile karşılaştı. Efdalzâde şöyle anlattı: Onu tanıdım, hemen atımdan indim ve bekledim. O da bana selâm verdi ve ‘Sen Efdalzâde değil misin?’ diye sordu. ‘Evet.’ deyince, ‘Yarın dîvana gel.’ dedi. Ben de hemen gittim. Vezirler huzuruna geldiklerinde onlara, ‘Efdalzâde geldi mi?’ diye sordu. Onlar, ‘Geldi efendim!’ deyince de ‘Bursa’da babam Sultan Murad Medresesi’ni ona verdim ve günlük elli dirhem bağladım. İmaretinden de günlük yeteri kadar yemek verilsin.’ dedi. Huzuruna çıkınca elini öptüm ve bana ilimle meşgul olmamı tavsiye buyurdu. Ardından da ‘Senden habersiz değilim!’ dedi.
Efdalzâde devamla şöyle dedi: Bu medresede ilimle o kadar meşgul oldum ki sakalım döküldü. Hatta beni çekemeyenler kötü bir hastalığa yakalandığımı bile yaydılar. Şeyh Ekmeleddin’in Şerhu’l-Hidâye’sine itirazları da bu medresede yazdım. Daha sonra Sultan Mehmed Han, Semân Medreselerinden birini bana verdi. Kendisi de sefere çıktı. Ardından İstanbul’da büyük bir veba salgını başladı. Ben de çocuklarımla birlikte yakın köylerden birine gittim. Oradan her gün âdetim olduğu üzere, daha fazlasını yapmanın imkânsız olduğu bir hâlde özenle dört kitabı okutmak üzere İstanbul’a gelip gidiyordum.
Sultan Mehmed Han gazâdan döndüğünde onu karşıladım. Beni görünce kendisine yaklaşmamı istedi. Ben yaklaşınca ‘Köylerden birinde oturduğunu, dört kitapla birlikte büyük bir özenle her gün gelip gittiğini işittim. Sen üzerine düşen görevi yerine getirdin. Şimdi sıra bana geldi. Her bir âlime birer esir hediye ediyorum. Ama Efdalzâde’ye iki tane.’ dedi. Daha sonra Efdalzâde’ye İstanbul kadılığı görevini verdi. Sultan Bayezid Han devrinde ise İstanbul müftüsü oldu. Müftülük görevi sırasında, 908 senesinde vefat etti. Merhum sabırlı bir adamdı. Öfkelendiği görülmemiştir. Rahmetli babam şöyle anlattı:
Bir gün bir mahkeme celsesine katıldım. Bir kadın bir adamdan şikâyetçi olmuştu. Efdalzâde adamın lehine karar verince kadın sözü uzatıp ileri geri konuşmaya başladı. Hoca sabırla kadının susmasını bekledi ve sonunda, ‘Kendini yorma hanım, sana kızsam da Allah’ın hükmü değişmez. Bunu da umma zaten!’ dedi.” (Taşköprüzade Ahmed Efendi, Şakâiku’n-Numâniyye fî Ulemâi Devlet-i Usmâniyye, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 2019, s. 288-290)
Ayın Kelimesi: Cami
Günlük hayatta kullandığımız ve dilimize Arapçadan girmiş bazı kelimeler aynı kökten türemişlerdir. Mesela cami kelimesinin dilimizde birçok kardeşi mevcuttur. Gelin bu kelimeleri hatırlayalım yahut tanıyalım:
- Cem:
- Toplama, toplanma, bir araya gelme, getirilme.
- Topluluk, cemiyet, meclis.
- Çoğul.
- Dört işlemin birincisi olan toplama işlemi.
- Yaratılmışları görmeyip, bütün varlıkları Allah’ın sıfatlarının zuhuru bilerek varlıklarının izâfî olduğunu idrak etme mertebesi.
- Cemaat:
- Bir yere toplanmış insan kalabalığı.
- Bir imama uyup namaz kılan Müslümanların bütünü.
- Aynı dinden veya aynı soydan olanların meydana getirdiği topluluk.
- Aynı işi yapanların veya ortak bir tarafı olanların meydana getirdiği topluluk, fırka, tâife.
- Câmi:
- Müslümanların, içinde vakit namazlarıyla cuma ve bayram namazlarını kıldıkları ve ibadet ettikleri mihraplı, minberli, genellikle minareli bina, büyük mescit.
- Toplayan, toplayıcı, bir araya getiren, cem eden.
- Kendisinde bulunduran, içine alan, ihtivâ eden, ihâta eden.
- “Birbirine benzeyen ve birbirinin zıddı olan bütün varlıkları, dağınık şeyleri bir araya toplayan” anlamında Esmâ-i Hüsnâ’dandır.
- Câmia: Ortak yönleri veya işleri bulunan kimselerin meydana getirdiği insan topluluğu, zümre.
- Cemî: Bütün, hep, cümle.
- Cemiyet:
- Topluluk, kalabalık.
- İçinde yaşanılan insan topluluğu, toplum, çevre.
- Aynı amaçla bir araya gelen insanların meydana getirdiği topluluk, dernek.
- Toplu ve düzenli olma, perişan ve dağınık olmama, derli topluluk.
- Eğlence toplantısı, düğün.
- İnsanın zihnen ve rûhen yalnız Allah ile meşgul olması, yalnız Allah ile olması durumu.
- Cuma:
- Perşembe ile cumartesi arasındaki günün adı, haftanın altıncı günü.
- Cuma namazı.
- Mecmu:
- Bir araya getirilmiş, toplanmış, cemedilmiş.
- Bütün, hep.
- Bir araya getirilmiş, toplanmış varlık ve nesnelerin tamamı, hepsi, cümlesi.
- Matematikte toplam.
- Mecmua:
- Fikir, edebiyat, sanat, aktüalite gibi çeşitli konulara yer veren ve belirli aralıklarla neşredilen yayın, dergi.
- İçinde şiirler, seçilmiş söz ve yazılar bulunan el yazması kitap.
- Düzenli bir şekilde toplanıp biriktirilmiş, bir araya getirilmiş şeylerin tamamı, koleksiyon.
- İcmâ:
- Bir hususta ittifak etme, aynı görüşte birleşme.
- İcmâ-i ümmet.
- İctimâ:
- Bir araya gelme, toplanma.
- Birikme, yığılma.
- Kavuşum.
Bir Beyit Bir İzah
“Kişi yolunda key sâdık gerekdir
Mey-i gafletten ol ayık gerekdir.” Aziz Mahmud Hüdâî hazretlerine ait bu beyitte iki haslet bir noktada anlatılmış. Önce beyitte ne deniyor ona kulak verelim. Hüdaî hazretleri kısaca; “Kişi kendi yoluna sadakatle sarılmalıdır. Gaflet şarabının sarhoşluğundan da kurtulmalı, ayık olmalıdır” diyor.
İlk mısrada sadakatin gerekliliği söylenmiş. Sadakat niyet ve ihlâsı gerektirir. Bunlar da farkında olmakla elde edilir. O zaman kişi kendinin, yolunun farkında olur da öteye beriye dalmaz, yolundan sapmaz, istikamet üzere olur. İkinci mısrada ise gafletten kurtulmanın lüzumu anlatılmış. Gaflet çoğu kez uykuya benzetilir ama burada şaraba benzetilmiş. Allah muhafaza, gaflet de insanı sarhoş eder, aklını perdeler. Yalpalatır, yolundan alıkoyar.
Hülasa Hüdâî hazretleri bize “Yolunuzda istikamet üzere sadakatle yürüyün. Gafletin sizi yolunuzdan alıkoymasına karşı uyanık olun” diyor.
Bir Söz
“Hasta kalbin alameti dörttür: Birincisi, taatten haz almaz. İkincisi, Azîz ve Celîl olan Allah’tan korkmaz. Üçüncüsü, eşyaya ibret nazarıyla bakmaz. Dördüncüsü, dinlemekte olduğu ilimden bir şey anlamaz.” Zünnûn-i Mısrî rahmetullahi aleyh