Cevrü Cefa
Millî sporlarımız denilince ilk aklımıza gelen güreş ve cirittir. Ama bana sorarsanız aklımıza ilk gelmesi gereken sporlarımız arasında, bir işin acemisiyle karşılaşınca onu canından bezdirmek de sayılmalıdır.
Biz milletçe, tecrübelerimizi insanları hayattan soğutmak için kullanmaya bayılırız. Birisi yeni bir iş kurup ticarete mi atılacak? Akla gelebilecek en kötü ihtimalleri tespih tanesi gibi sıralar ve finalde henüz açılmamış dükkânı batırırız. Girişimci ahbabımızın da hevesi kursağında, eli böğründe kalır.
Ya da diyelim ki bir kardeşimiz evliliğe hazırlanıyor. Sanki bize fikrimizi sormuş gibi, muhabbetin ortasına bodoslama bir akıl verme çağlayanı püskürtürüz. Çocukcağız daha ağzını açmadan düğün masraflarını, takılacak altınları, tutulacak salonu ve evi, iflâs yolunda döşenmiş taşlar gibi dizeriz ayaklarının altına.
Hepsi neyse de en çok da yeni anne olmuş bacılarımıza uygulanan bu tecrübe tacizine deli oluyorum! Kızcağızın zaten uykusuzluktan, yorgunluktan, şaşkınlıktan, panikten eli ayağına dolaşmış, dünyaya uzaydan düşmüş gibi yarı baygın dolanıyor. Bebek ıh dese beşiğine, ah dese doktora koşuyor. Uyuyamadığı uzun gecelerin çoğunu internetteki bebek bakım sitelerinde geçiriyor. Hele de yakınında ona yardımcı olabilecek bir annesi, kayınvalidesi yoksa işler iyice sarpa sarıyor. Tüm bu hengâmenin yanında bir de kâbus gibi tepesine çökmenin anlamı ne!
. . .
– Oy oy oy maşallah sana kuzuuu... Şunun tatlılığına helee... Rabbim size bağışlasın annesi. Kırk bin kere maşşşallah!
– Sağolasın Cevriye Yenge, cümlemizin evladını inşaallah. Ay aşk olsun, ne gerek vardı altına yenge..
– Ne demek yavrucum, âdettendir, olsun. Yastığına mı takayım? Yok yok dur, iğnesi çıkar mıkar, şöyle bırakayım. Bu yastık sert mi biraz? Çocuğun başının arkası dümdüz olur bak ama böyle! Daha yumuşağı yok mu yavrum?
– Aa, bilmem ki? Daha yumuşağı vardı da onu da halam kaldırttı bana. İçine gömülür çocuğun kafası dedi.
– Olur mu kızım, varsın gömülsün. Neyse. Sen çocuğu arada bir iki yanına çevir, sürekli sırt üstü yatmasın. Kafatası düzgün şekil alsın. Ama sürekli de öyle bırakma, o zaman da tepesi sivri olur yavrucağın. Ay, ağzı pamukçuk mu olmuş kız bunun?
– Evet yenge yaa, öyle beyaz oluyo bi kaç gündür ama ne olduğunu anlayamadım. Kötü bi şey mi? Yara falan değildir de mi?
– Yok kuzum korkma, bebeklerde olur öyle. Su içiriyo musun sen buna?
– Doktor fazla verme demişti, anne sütü sıvı ihtiyacını karşılarmış.
– Aaa, üstüme iyilik sağlık! Olur mu ayol öyle şey! Günde yarım çay bardağına yakın su ver sen, böbrekleri kurur mazallah! Süt de yetmez, arada mama yap da yedir.
– Ama daha üç aylık?
– Olsun, ver sen. Ben bizim büyük oğlana dördüncü ayında tarhana çorbası içiriyordum, topaç gibiydi maşallah. Koca kâseyi yer, yatırınca da taş gibi uyurdu. Kundaklara sığmazdı tosunum. Sahi sen niye kundaklamadın bunu?
– Kundak bebekler için zararlı diye okumuştum bi yerde. İyi mi yoksa?
– Sorduğu soruya bak hele, iyi olmaz olur mu? Aaah ah, acemisiniz acemiii!.. Kundaklayacaksın ki uyku arası eli kolu hareket edip sıçrayıp uyanmasın. Bizim bi akrabanın çocuğu, sizden evden ırak, böyle senin gibi kundağa karşıyım falan diyodu. Çocuk uykusunda sıçramış durmuş, korkmuş. Aklını oynattıydı diye duydum.
– Ay aman dur yenge, ne diyosun sen korkutma beni! Tamam ben de kundaklayayım bari.
– Kundakla tabii. Ama çok da sıkma. Benim eski binada üst komşum vardı. Sen kundağı bohça gibi sımsıkı sar, çocuğun kolu kırılsın! Doktor doktor gezdilerdi, kangren oluyodu az kalsın...
– Kangren mi?!
– Tabi yavrum, annelik zor! Her şeyi hesaplamak lazım. Sallıyo musun ayağında, yoksa beşikte mi yatıyo?
– Genelde beşikte yatırıyorum yenge. Ama bazen yanına uzanıyorum, öylece dalıp gidiyo sallamadan.
– Aaa!! Deli misin yavrum sen, el kadar bebeğin yanına yatılır mı?!
– Niye ki?
– Öldürecek misin yavrum sen çocuğu! Sakın bi daha öyle bi şey yapma. Sen şimdi yorgunluktan sandalye bulsan orda bile uyur kalırsın, yattığın yeri bilmezsin. Rabbim korusun, çocuğun yanında da sızar kalırsın, üstüne kapaklanır boğarsın sabiyi! Kaynanamgilin köyde böyle, sizden evden ırak, dağlara taşlara, bi kadın vardı. Yatmış bi gün bebenin yanına, sen uyuyup kal!.. Kadın da 120 kilo var, böyle kapılardan sığmazdı. Yorgunluktan taş gibi uyuyup kalmış. Bi de kalksın ki çocuk tost!.. Boğulmuş gitmiş yavrucak. Yıllarca vicdan azabından yarım akıllı gezdi. E, o acıyla evde de huzur düzen kalmamış tabi. Kocasının da canına tak demiş, boşayıverdi. Kadın akıl hastanesinde diye duydum en son.
. . .
Yapma Cevriye Abla! Yapma gözünü seveyim. Yeni anne olmuş, aklının yarısı yavrusuna ipotekli yaşayan kızımızı daha yolun en başında anneliğe küstürme! Hatta istersen taktığın o altını da geri götür. Yeter ki yeni annelerin yanında daha az aç, o bal damlayan ağzını, kurban olayım.