Aramak

Tezhib Sanatı

Sözlük anlamıyla altınlama, genel manada ise çeşitli ayarlarda altın ve değişik boyalar kullanılarak yapılan klâsik kitap süsleme sanatımızdır. Tezhib sanatını icra eden erkeklere müzehhib, hanımlara müzehhibe denir. Türklerin 8. asırda Uygurlarla başlayıp Orta Asya’dan çeşitli kültürlerle kaynaşarak Anadolu’ya getirdikleri tezhib sanatı, Beylikler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde her zaman büyük saygı duyularak ve zaman içinde geliştirilerek sürdürüldü ve günümüze kadar gelebildi. Çeşitli kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla bu dönemlerin hükümdar, sultan ve devrin ileri gelen devlet adamlarınca, bu sanatı icra eden sanatkarlara ayrı bir önem verilirdi. Sanatlarını en iyi şekilde sürdürebilmeleri maksadıyla saraylarda atölyeler kurulurdu. Bunun sonucu olarak, şimdi başta İstanbul olmak üzere Bursa, Konya, Edirne gibi devrin başkentlerindeki kütüphanelerde bu sanatı bu güne taşıyan binlerce eser bulunuyor. Yurdumuzun çeşitli müze, saray ve kütüphanelerinde, araştırmacıların incelemeye ve seyretmeye doyamadıkları güzellikteki yazma eserler arasında başta Kur’an-ı Kerimler, tuğralar, fermanlar, murakkalar, vakfiyeler ve ilmî kitaplar yer alıyor. Halen en çok İstanbul’da yaygın olan tezhib sanatı, Ankara, İzmir, Konya gibi şehirlerimizde açılan çeşitli kurslar ve fakültelerde okutulan derslerle, hak ettiği yeri bulmaya çalışmakta. Ayrıca çeşitli vakıfların, derneklerin bünyelerinde açtıkları kursların yanı sıra, bu güzide sanatımız üniversitelerimizin  Güzel Sanatlar Fakültelerinde Ana Sanat Dalı olarak da okutuluyor. Tezhib sanatı; sabır, sebat, çok okuma, araştırma ve eser incelemenin yanı sıra, usta-çırak usulü öğrenilen ve çok incelik isteyen eşsiz bir sanatımız. “Çok görerek göz, çok çizerek el eğitimi”, tezhib sanatında ana prensiptir. Gayet azimlisabırlı, uzun bir eğitim isteyen tezhib sanatına başlayan bir sanatkarın; onun zenginliğini, güzelliğini tanıdıktan sonra kopması imkânsız gibidir. Tarihin süzgecinden gelen çok değişik motif ve tekniklerin bir araya getirildiği orijinal çalışmalar kendi aralarında gruplandırılır. Klâsik tezhib, halkâr, sazyolu, 17. asırda Türk tezyini sanatlarına giren şükûfe dediğimiz çiçek minyatürleri, eğri çizgilerin bir araya gelmesiyle çok zengin kompozisyonların oluşturulduğu münhani çalışmaları bu türler arasında. Altının pırıltısı, renklerin doyumsuz güzelliği, motiflerin zenginliği, çalışmanın inceliği ve zerafetinin yanı sıra tarihimizle, kültürümüzle içiçe yaşamanın verdiği haz, tezhiple uğraşmayı bir zevk haline getirerek, güzel eserler yapabilme gayretini artırmaktadır. M�B�p� �ık birleşen bir Avrupa’da askeriyle yer almaması konusundaki Amerikan karşıtı tavırdan kaynaklanıyor. İkinci ve Birinci Dünya Savaşları’nda Avrupa’yı son anda Almanya’nın işgalinden kurtaran ABD, artık istenmeyen adam haline geldi. Avrupalılar kendi iç meseleleri olarak gördükleri Bosna ve Kosova’da bu yüzden Amerikan askeri  görmek istemiyorlar. Ama Amerika olmadan da kendi başlarına ne yapacakları gerçekten belli değil. Bosna’daki gibi Kosova’da da korumalarındaki müslümanları Sırplar’ın makinalı tüfeklerine sürecekleri ihtimali asla yabana atılmamalı. Bir Kralın Ardından Geçen ayın en önemli olayı kuşkusuz Ürdün Kralı Hüseyin’in ölümüydü. Kanser olduğu bilinen kral, tedavi gördüğü ABD’den son bir gayretle Ürdün’e geri dönmüş, 30 yıldır veliahtı olan kardeşi Hasan’ı azledip, yerine İngiliz karısından olma Abdullah’ı geçirip hemen geri dönmüştü. Kral daha sonra bu kez ölmek için Amman’a geri döndü ve orada öldü. Kral’ın cenaze töreni 71 ülkenin devlet ve hükümet başkanını bir araya getirdi. CNN ve diğer yabancı kanallar 20.yüzyılın belki de son kraliyet cenaze törenini naklen verdiler. Sadece Ürdünlüler değil, İsrailliler de habere üzülmüşlerdi. Çünkü Hüseyin hayatı boyunca daha çok Filistin’in işgal altında kalması için çaba göstermiş, bu uğurda İsrail’e gizlice bilgiler aktarmış bir kraldı. Doğrusu İsrail gerçek bir dostunu kaybetmişti. Hüseyin’in ABD ve İngiltere ile olan dostluğu sadece kişisel seçimi değil. Ürdün, diğer pek çok Ortadoğu devleti gibi İngilizler’in marifetiyle suni olarak kuruldu. Osmanlı’yı arkadan vurma başarısının karşılığında, İngilizler’den Ürdün ülkesini mülk olarak edinen Şerif Hüseyin’in torunu Hüseyin’in velinimetlerini  tanımaması mümkün değildi elbette. Bu yüzden Amerikan çıkarları için çalıştı, ince bir diplomasiyle hiç bir gelir kaynağı olmayan, kişi başına sadece 1400 dolar gelir düşen ülkesini bölgede ne yem etti, ne de prestijinden taviz verdi. Amerikan yardımıyla ayakta durdu. Ama Hüseyin hayatı ve ölümüyle önemli bir uluslararası politika dersi de vermiş oldu. Birincisi, İngiliz ve Amerikan süpergüçlerinin Osmanlı mirasını yok etmedeki maharetlerinin nerelere uzanabileceğini gösterdi. Bir şerif olan Kral, İslam’a hürmetli havasıyla Ürdün’de baştacı edilen bir lider olabildi. Ama kimse onun gerçek destekçisinin, ardındaki bu iki devlet olduğunu açıkça söylemedi. İkincisi, hiç bir geliri olmayan bir ülkenin bile başarılı bir liderin izinde nasıl önemli bir aktör haline gelebileceğini gösterdi. Hüseyin’in hangi konuda başarılı olduğunu yukarıda belirttik. Üçüncüsü, dış politikada akılcı ve sürekli kendini yenileyen bir bakış olmasının ne kadar gerekli olduğunu anlattı. Müttefiklerin düşmanla nasıl hızla yer değiştirebileceğini bizlere öğretti. Türkiye olarak Hüseyin’den bu konularda dersler almamız gerekiyor. Onun Kudüs’ü, Filistin’i İsrail’e terketmesi gibi şiddetle eleştirilecek ve eleştirilmesi gereken hareketleri yanında, sergilediği diplomasinin inceliklerini göz önüne almak şart. Elindeki bunca tarihi, coğrafi, insani ve kültürel imkâna rağmen bir Hüseyin kadar Ortadoğu’da etkin olamayan ülkemizin, dosttan olduğu kadar düşmandan da daha alacağı çok dersler var anlaşılan.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy