Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilimin kökeni asırlar öncesine dayanıyor. Soğuk Savaş’ın bitişi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından inişli çıkışlı ilerleyen kriz atmosferi, Kiev yönetiminin NATO’ya girme ve Batı’ya angaje olma arzusuyla zirveye ulaştı.
“Ukrayna, yavaş ama emin adımlarla Rusya’nın bir tür zıt kutbuna, Rusya karşıtı ve sürekli olarak güvenlik açısından dikkat etmemiz gereken bir yere dönüşüyor. Bunu görmek çok acı.” Bu sözler Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e ait. Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilimin kökeni asırlar öncesine dayanıyor. Soğuk Savaş’ın bitişi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından inişli çıkışlı ilerleyen kriz atmosferi, Kiev yönetiminin NATO’ya girme ve Batı’ya angaje olma arzusuyla zirveye ulaştı.
Ülkesinin nüfuz alanını geliştirerek tek başına bir kutup olmayı arzulayan Rusya; Gürcistan, Çeçenistan ve Kırım gibi bölgelerde kontrolü tamamen ele almıştı. Orta Asya’da Türk devletleri her ne kadar bağımsızlıklarını elde etseler de gözleri ve kulakları Rusya’da olmak zorunda. Kafkasya’da varlıklarını sürdürmeye çalışan irili ufaklı ülkeler ise zaten Rusya’nın eyaleti durumuna gelmişlerdi. Senaryonun bu şekilde ilerlemesinin belki de tek aktörü Vladimir Putin. 1999’da Başbakan, 2000’de de Devlet Başkanı olan Putin, Büyük Rusya ideali için sabırla ve inatla adım atmaya devam etti. Rusya’nın etki alanını genişletti ve sınırlarını resmen olmasa da fiilen 1991 öncesi döneme çekme adına önemli hamleler yaptı. Savunma sanayiinde kritik başarılara imza attı. Enerji kaynaklarını kullanma ve pazarlama konusunda son derece akıllı davrandı. Doğalgaz, petrol, kömür, hidroelektrik ve nükleer enerjiye yaptığı yatırımların semeresini beklediğinden de fazlasıyla topladı. Ve kabul edelim; Rusya şimdi Amerika’nın karşısına Soğuk Savaş döneminden daha dik bir şekilde çıkıyor.
Ukrayna ise, bu oyunda maalesef Amerika’nın ve NATO’nun piyonu olmaktan başka bir vazife üstlenmiyor. Sovyetler Birliği ve Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan koptuğu günden bu yana yüzünü Batı’ya çeviren ve kendini Avrupa sınırları içerisinde görmek isteyen Ukrayna, NATO ve AB ülkeleri için hiçbir anlam ifade etmiyor. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Rusya’nın daha fazla büyüyüp hepten bir güç olarak küresel siyaseti yönlendirme çabalarını engellemek için Ukrayna’yı maşa gibi kullanıyor. Fransa, Almanya ve İngiltere’nin başını çektiği Avrupalı ülkeler ise, tıpkı Yunanistan’ı Doğu’dan gelebilecek “tehdit”lere karşı bir karakol amacıyla kullandığı gibi Ukrayna’yı da aynı şekilde Rusya’nın önüne çekilebilecek bir set olarak görüyor. Dolayısıyla, Ukrayna’nın ne olacağı aslına bakılırsa ne Amerika’nın ne de Avrupa ülkelerinin umurlarında. Sonuçta Rusya’nın başının daha fazla ağrıması ve Doğu’da yaşanacak olası gerilimler, Batı’nın lehine hadiseler olarak değerlendiriliyor.
ABD için özel bir satır açmak lazım. Avrupa’nın “güvenini” kaybetmiş, Orta Doğu ve Güney Asya’da insanlık tarihine kara leke olarak geçen saldırıların faili ABD, gücünü tüm dünyaya ispatlama arzusunda. Bu nedenle Rusya’nın büyük tehdit olduğu algısını ve kendisinin tek kurtarıcı güç olduğu iddiasını yürürlükte tutmaya çalışıyor. Irak ve Afganistan’da bataklığa saplanan, dünyada yaşanan krizlerin kahir ekseriyetinin tetikleyicisi yahut ortağı olan Amerika, “ben buradayım” demek için 20. yüzyılda sürekli mücadele ettiği ve şimdilerde tehlike olarak gördüğü Rusya’ya sınırlarını hareketlendirerek gözdağı veriyor. Kazakistan’daki olaylar da böyleydi, Ukrayna da maalesef böyle.
Kiev yönetiminin Batı’ya eklemlenme çabalarının sonucu olarak gündeme gelen Ukrayna krizi, bir anlamda Doğu ile Batı’nın mücadelesi olarak yorumlanabilir. Ukrayna masasının bir tarafında ABD ve Avrupa, diğer tarafında ise Rusya bulunuyor. Büyük ihtimalle buradan bir savaş çıkmaz. Çünkü dünyayı kasıp kavuran pandeminin pusu henüz dağılmamışken, enerji mücadeleleri ve ekonomik darboğaz bütün dünyayı çepeçevre kuşatmışken olası bir savaş hiç kimsenin işine yaramayacak. Şayet Rusya Ukrayna’yı işgal ederse Batı’nın yaptırım kararı almaktan başka bir şey yapacak durumu yok. Hal böyleyken ve Rusya hemen hemen istediğini almışken boşuna enerji ve insan kaynağı harcayıp Ukrayna’ya girmeyecektir.
“Türkiye ne yapacak?” sorusuna gelirsek, Suriye’deki hataları yinelemeksizin izleyeceği denge siyaseti ve safları sıklaştırma politikasını uygulamaya devam ederse, kısa ve uzun vadede Türkiye kazanacak. Dış politikadaki girişimler doğru yolda olduğumuzun işaretleri. Herkesin kaybetme ihtimalinin tartışıldığı farklı olasılıkların kazananının Türkiye olması için engel yok.