Çağımızın bana göre en arızalı meselelerinden biri de yaşlanmaktan korkmaktır. Bu hastalıklı duygu bize nerden geçti, tahmin etmeniz zor olmasa gerek. Evet evet, tabii ki Batı dünyasının sahip olduğu psikolojik rahatsızlıklarından biridir bu. Ve ne hikmetse biz de onları bu konuda yalnız bırakmamaya yemin etmiş gibi, sorgusuz sualsiz alıp üzerimize giydik bu rahatsızlığı.
Hadi onlar yaşlanmaktan korkmakta bir nebze haklılar. Ömürlerinin sonuna doğru yaklaşırken çoğunlukla eşten dosttan, akrabadan hatta aileden uzak kalıp yine çoğunlukla yapayalnız yaşamaya mahkum kaldıkları için, yaşlılıktan bir miktar ürkmeleri anlaşılabilir bir durumdur. Nasıl ki evlâtlarını on sekizine gelince evden şutlayıp başının çaresine bak diyorlarsa, yaşlılarına da verecek şefkatleri aynı derecede azdır. Bu yüzden bizim pencerelerimizden de içeri hızla girmesine engel olamadığımız bir genç kalma rüzgârına tutulmuşlardır.
Medyanın, yazılı basının, internetin ve kozmetik pazarının pompaladığı “genç kalmalısın” illeti, yaşı otuzu geçen hiç kimsede bir gram huzur bırakmadı! Koca koca amcalar akşama kadar belediyelerin parklarında mekik çekmeye, yaşını başını almış hanım teyzeler kırışık önleyici cilt bakım ürünlerinin kampanyalarını kovalamaya başladı. Daha evvel de söyledim, yine söylüyorum: Birisi şunlara anlatsın sevabına, cildi kırışık olanlar da ölecek! Bak yine cinnetin eşiğine geldim. Neyse, ne diyordum? Hah, Bamelleri korkmakta haklı olabilir diyordum.
Hadi onlar haklı da bize ne oluyor?! Bizim buralarda yaşlı dediğin hürmet gösterilmesi görev edinilmiş zümredir. Yaptıkları nispeten daha hoş görülebilen, alttan alınan, kusuruna fazlaca bakılmayan, duasına tâlip olunan ve incinmeleri ahiretteki hesabımızı sıkıntıya sokabilecek kimselerdir. Ben şahsen nasip olur da yaşlanırsam o yılları doya doya yaşamaya niyetliyim. Düşünsenize, yılları devirmiş, hayattan alacağınızı almış, hem tecrübeli hem de hafif çocuk tarafınızın olduğu bir makam elde etmişsiniz. Bunun tadını çıkarmak varken neden kaçalım ki?
...
– Hoş geldin yavrım. El öpenlerin çoh ossun, otur ge şöyle.
– Hoş bulduk Şefika teyze. Nasılsın, iyisin inşallah? Hastalanmışsın diye duydum da, oğlanı okula bırakıyodum geçerken bi’ uğrayım dedim. Nasıl, düzeldin mi biraz?
– Hiç aslı astarı yoh, hasta masolmadım ben! Gelin temizlik yapacam deyi camları açtıydı, ordan yel almış böğrüm. Yaptığı temizlik de temizliğe benzese bari!
– Aşk olsun anne, ben temizlik yapmayı bilmiyo muyum yani?
– Biliyon, biliyon da sildiğin camı arhandan ben bidaa siliyom.
– Şey... Neyse iyi olmana sevindim. Alıyo musun ilaçlarını yine de?
– İlaç neyim içmem ben. Toruna mango aldırdım onun suyunu içiyom zabahları. Ecrin Naaaz, böğön içtim miydi yavrım mangomu ben? Yaşlıyım ya unuduyom içip içmediğimi, getir yine de içiyim gızım, noolur noolmaz. Amaaa çantan ne guzelmiş gı! Linki neyi var mı ben de bahıyın başka rengi varısa?
– Link mi... şey... vardı heralde. Ben gönderirim yengeme ondan alırsın.
– Yengene gönderme bağa gönder, yengen watsapa ayda yılda bi bahıyo, ben hep çevrimiçiyim. Yaşlılık malum, işim yok gücüm yok, anca elimde telefon, biliyon. Ecrin Naaaz, ge şu çekirdekleri bağa bi çitleyiver guzuum!
– Babaanne kendin çitlesen olmaz mı yaa, oyun oynuyorum ben?
– Sağlam dişim mi var ki çitleyeyim! Goruyon de mi gızım, yaşlılık maskaralık! Aaz dadıynan çekirdek yemek için bile minnet ediyo insan işte böyle. Dişim ossa zaati istemem. Taam çitleme galsın! Çekirdek de yimeyi-viririk naabak...
– Ay tamam, ver babaanne ver çitleyim, iki çekirdek için yaptığın duygu sömürüsüne bak yaa!.. Hem hani sen maaşın yatınca benim telefonu yenileyecektik, söz vermiştin, ne oldu o iş?
– Viy! Ne telefonu? Ne zaman didim gızım? Söz möz virmedim ben, virdiysem de hatırlamaabyon. Yaşlılık hali, dün yediğimi biliyom mu ki ben!..
– Ben artık müsaade isteyim Şefika Teyze, iyi gördüm seni şükür.
– Müsaade senin gızım. İyiyim şükür tabi, bi ayağımız çukurda gerçi, ama iyi diyelim iyi olalım gaari.
– Sen o çukura hepimizi gömersin babaanne rahat ol.
– Bak edepsize, görüyon de mi ablası! Yok anam yok, yaşlılık rezillik... Haydi sağlıcaanan get gızım, anangillere selam söyle. Sizin güççük olanın da düğün yakınmış, şindiden hayıllı osun diyiver yerime.
– Başüstüne Şefika teyze, hadi hiç kalkma hayırlı günler olsun.
– Hayıllı günler gızım… Geliiin, ge bak bi bana. Bunun anası sizin düğünde ne taktıydı? Yarımlık mıydı, yoksa çeyrek miydi? Geri götürmek laazım. Size yarımılık, büyük oolana tam mı taktıydı naaptıydı? Yaşlılık hali işte, unuduyo insan. Anam kaç yıl geçmiş üstünden, ben ne biliyin ne taktı yaa! Niise, bi çeyrek alır gideriz, artık yarım taktıysa da kusuruma bakmasın, yaşlıyım ben unuduyom. Ecrin Naaaz, ge elma soy bana babannem, ge gurban olduum, ge bah ötaa maaşta telefonunu değiştirecem ge...
...
Bırakalım, bir gram sevgiyi, şefkati, huzurlu yuvaları büyüklere çok gören batılılar yaşlanmaktan korksun! Bizim buralarda yaşlılık, insana markete gidince fiyatlara bakıp yüksek sesle bıdırdanabilme hakkı verir. Ekmek bayisi kuyruğunda bastonun ucuyla arabalara yön verme ehliyeti kazandırır. Geline, kıza, oğlana, toruna onların ufak tefek kusurlarını aktarırken gençlerden daha açık sözlü olma salahiyeti verir. İnsanların normal şartlarda birisi söylediğinde kavga çıkabilecek cümleleri, muzır bir tebessümle “yaşlıdır boş ver kalbi kırılmasın” bakışlarıyla püskürtebilmesi güzelliğini yaşatır.
Şimdi yaşlılığı, bu yönlerini de göz önünde bulundurarak bi’ daha düşünün. Hiç korkulacak günlere benziyor mu Allah aşkına?