Aramak

Yerde Çınar Yaprakları

Kâinat kitabına yazılı hayatları okumanın en yalın cümleleri dört mevsimde saklıdır. Ne kadar uzun olsa da insan ömrü aslında dört kelimeye sığdırılır. Özetlenmiş hali ise bahar ve kıştan ibarettir. İki cümle ya da iki kelime: Gece ve gündüz, iniş ve çıkış gibi...
Ömür dediğimiz nedir ki? Birkaç saniyeye sığan görüntülerden ibaret yıllar işte. Rüzgârların önüne katılmış, gökyüzünde bir an çığlık çığlığa görünen, sonra da ufuklar arkasında kaybolup giden kuş sürüsü gibi. Hayalde solgun görüntüler, kulaklarda silik sesler... Gök kubbede kalan nedir yaşananların ardından? Ya ‘keşke’lerin ruhun derinlerine savurduğu pişmanlık ateşi ya da ‘iyi ki’lerle çiçeklenmiş bir huzur bahçesi... Hangisi baskın olursa olsun, geri dönüş imkansız. Yolun yolcusu önüne bakmaya, yolun sonuna kadar yürümeye devam edecektir. Başlangıcı belli olan yolun nerede sonlanacağı ise bilinmezdir. Bir adım sonrasında yolun son bulabileceğini düşünen kimse daha dikkatli olacaktır. Ve yolcu bu bilinçle attığı her adımda bir iz bırakma, ayağına takılan taşları yoldan kaldırma gayreti içinde bulunacaktır. Bir ömre kaç mevsim sığar Her hayatın toprağına uğramaz bütün mevsimler. Baharda dalından kopmuş nice taze yaprakların toprağa düştüğünün şahidiyiz çoğumuz. Meyveye duracağı zamanda onca çiçeğin bir rüzgârla savrulduğunu seyretmişiz hüzün içinde. Hikmet perdesinin arkasını göremeyen gözlerimiz, öteleri kurcalayamayan idrakimizle kimi zaman hayret, kimi zaman da sorular burcundan bakmışız olup bitenlere. Her şeye rağmen bize göre vakitsiz ayrılışlar gibi görünenlerde de bir olgunluk söz konusudur. Yani meydana gelen hiçbir şey zamansız, anlamsız değildir. Kâinat kitabına yazılı hayatları okumanın en yalın cümleleri dört mevsimde saklıdır ve ne kadar uzun olsa da insan ömrü aslında dört cümleye sığdırılır. Özetlenmiş hali ise bahar ve kıştan ibarettir. İki cümle, ya da iki kelime: Gece ve gündüz, iniş ve çıkış gibi... Gün ikindi akşam yakın Baharın şenliği dağılır yavaştan. Ansızın bir rüzgâr çıkar; sızısı olur dalın, yaprağın. Eğer, büker, incitir, kırar. Ardından yağmur gelir. Bir esenlik, ince bir arınmışlık hissi çöker yüreklerin üstüne, kendi içlerine çekilir. Derinliklerde bir fırtınadır başlar yüzeyden önce. Ruhumuz en sıcak, en korunaklı mekanıdır duygularımızın. Kalbimiz, duygularımızın düşüncelerimizin evinde huzura erer. Kısalan günlerin gölgesi uzun olur. Vakit ikindi derken henüz, akşama hazırlanır birden gökyüzü, kuşlar, ağaçlar. Böyle akşamlarda uzaklardan sesler ve görüntüler taşınır dünyamıza. Kimileri bir sessizliğin boğucu çığlığına katarak, oturduğu pencere kenarından ufka doğru serer bir kilim gibi hatıralarını. Artık her şey son bulmuş gibidir. Acı ve tatlısıyla, yorgun adımlarla ufuk çizgisine doğru yürüyenlerin ardından bakan gözlerde çoğu zaman bir hüzün ve acı kalır. Akşamın son kızıllığı değildir aslında yansıyan gözlerde, tuzlu gözyaşlarının yaktığı bir gökyüzünden yerlere, avuçlara dökülen bir ömür ağacının sararmış yapraklarıdır belki de. Her durakta bekler hüzün Hüzün, kalbi incelten, insanı bulunduğu ortamdan alıp uzaklara götüren insanî duygudur. Uğranılan her durakta onunla karşılaşır, onunla el ele tutuşur, yolumuza onunla devam ederiz. Ten kafesine giydirilmiş ruhumuzun öz vatanından ayrı olmanın sıkıntısıyla varlığını hissettirir ilkin. Her nereye gitsek, hangi yana dönsek hep gurbet! Dünya gurbetindeki garipliğimizin zincirine her kavşaktan sonra yeni halkalar eklenip durur. Aslında her bitti sandığımız noktada yeni başlangıçların eşiğinde olduğumuzun farkında değilizdir. Ait olmadığımız bir diyardaymışız gibi garipliğimiz tükenmek bilmez. Pınar başında suya hasret, bahçede güle hasret... Hasret içinde hasret. Şairin dediği ne kadar doğruymuş; “Ben gurbette değilim gurbet benim içimde.” Her nereye gitsek içimizdeki o sonsuzluğa özlem duygusu hep bizimle birlikte. Ne bir yerde rahat edebiliyor ne de elimizde olanlarla yetinebiliyoruz. Dünyanın hiçbir varlığı gönlümüzdeki sonsuzluk isteğinin sesini susturmaya yetmiyor. Demek ki istenen başka bir şey, başka bir yer, başka bir yar. O’nu bildiğinde sükûna eriyor, susuyor ve bekliyor. Bilmeyen kalplerin feryadı, acıları, yaraları ise çaresiz kalıyor. “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” dediği bu olsa gerek Yunus’un. Yeryüzünün bütün mülküne sahip olsak da yine bir boşluk, bir sızı... Çünkü kalp ebedi olana müştak. Geçici olanların bir anlık avuntusu var, ancak kalıcı saadet sunmaları imkansız. Çimen yeşil yaprak sarı Dedemin ellerini hatırlatıyor parktan geçerken gözüme ilişen çınar yaprakları. Büzüşmüş, canlılığını yitirmiş... Öylece dağılmışlar yeşil çimenlerin üstüne. En çok elleri dikkatimi çekerdi o zamanlar dedemin. Benimkine benzemeyen ellerine baktıkça dalıp gider, “İnsan toprağa yaklaştıkça toprağa benziyor evlat..” derdi. O zamanlar pek anlam veremediğim bu cümlenin, hazana eren ömürde yankısı asıl anlamını kazanıyor. Teninin rengi, ellerinin çatlakları toprağı ne çok çağrıştırıyordu. Aslında insan, yavaştan yavaştan aslına dönüyordu farkında olmadan. Çınarın elleri de öyle değil miydi? Yeşilken sararıyor, sonra toprak rengine bürünüyor ve nihayet elini çekerek koca ağacın ellerinden, kendini toprağa bırakıyordu. Yaşlı bir adam yalnız başına bir bankta oturmuş, uzaklara bakıyor. Sonbaharın soğuk nefesinin gezindiği bu hazan bahçesini çocukların sesleri çoktan terk etmiş. Park, şimdi tenhalığı ile ancak ruhunun tenhalığında gezinenleri konuk ediyor. Yanından geçerken adamın ellerine bakıyorum, dedemin ellerine benziyor. Bir de yeşil çimenler üstündeki toprak rengi çınar yapraklarına bakıyorum. Çimenler yeşil hâlâ. Bu yeşil çimenler üzerinde hafif bir esintiyle sanki son nefesini verir gibi çırpınan kahve koyuluğundaki yapraklar orada oturan adama çok şeyler söylüyor olmalı ki, büyük bir dikkatle onları dinliyor gibi dalgın. Yanından gelip geçenlerin farkında bile değil. Uzaklar kar beyazı Dalgın bakışlar ağır ağır kalkarak çınar ağacının çıplak dallarında dolaşıyor. Sonra yorgun bir yolcu gibi uzaklara uzanıyor. Ufuk çizgisiyle birleşen noktadaki dağların zirvelerine ilk beyazını serpiştirmiş bulutlar. Kar soğuğunu iliklerinde hissediyor olmalı ki ceketinin yakasını topluyor. O beyazlık kim bilir kaç gün sonra ulaşacak bu çimenlerin üstüne. Her yer derin bir sessizliğin içinde uykuya dalacak. Sakalını sıvazlıyor yaşlı adam. Kar beyazı sakalını. O beyaz örtünün bütün vücudunu saracağı günü düşünüyor. İçinde bir ürperti. Son güneşle kızıllaşan ufka bakıyor. Bulutların arasından sıyrılan güneş son bakışını gezdiriyor yeryüzünde. Sonbahar da bitti artık, diye geçiriyor içinden. Yavaş yavaş doğruluyor yerinden. Ayakları altında ezilen kuru yaprakların sesi yüreğini sızlatıyor. Dikilip bir süre semaya bakıyor. Gökyüzünde kuşların son kanat sesleri... Yapraklara basmadan yürümeye gayret ediyor. Kendine “çınar gibisin” diyenlerin sesi yankılanıyor kulaklarında, tebessüm ediyor. Dalından yeni kopmuş, süzülerek yere doğru inen yaprağa takılıyor gözleri: Ben de bir yaprağım, diye geçiriyor içinden. Kuru bir yaprak... Ve yaprağın kucaklaştığı dosttur toprak.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy