Aramak

10 Soruda Tasavvuf Nedir?

Tasavvuf nedir, tasavvufun Asr-ı Saadet’te karşılığı neydi?

“Tasavvuf” kelimesiyle anlatılmak istenen manevî terbiye ve onun meyvesi olan marifetullah, muhabbetullah ve güzel ahlâk dinin hedefidir. Tasavvuf, içeriği itibariyle Kur’an-ı Kerim’de, Sünnet-i Seniyye’de ve Asr-ı Saadet’te mevcuttur. Fakat bir kavram olarak hicrî ikinci asırdan sonra kullanılmaya başlanmış ve günümüze kadar gündemden hiç düşmemiştir.

Tasavvuf deyince, İslâm dininin üç temel ilminden birini kastediyoruz. Bu üç ilim, meşhur “Cibril Hadisi”nde özetlenen; iman, İslâm ve ihsan ilmidir. Tasavvuf, “bâtın fıkhı” da denilen “ihsan” ilmidir. İhsan, ruhun arınmasıdır, kalbin temizlenmesidir, gönül gözünün nurlanıp varlıkların önünde, içinde, sonunda ilahî nuru, sanatı, kudreti, rahmeti görecek hale gelmesidir.

Tasavvuf; imanda, ihlâsta, ilahî aşkta, ilimde, ibadette, güzel ahlâkta, kardeşlikte, cömertlikte, hizmette, cihatta ve Allah yolunda sabırda Muhacir ve Ensar’a en güzel şekilde tâbi olmaktır. Ki onlar İslâm’ı anlama ve yaşamada öncülerimizdir. Böylece, “Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular ve Allah onlar için altlarından ırmaklar akan içlerinde ebedi kalacakları cennetleri hazırladı” (Tevbe 100) ayetinin müjdesine ulaşmaktır.

İman, İslâm ve İhsan konusunu kısaca nasıl anlamalıyız?

Din; iman, İslâm ve ihsan makamlarıyla tamam olur, kemalini bulur ve kâmilen yaşanır. Bunu meşhur Cibril Hadisi’nden öğreniyoruz. Çünkü Cibril a.s. Rasulullah s.a.v.’e gelip “İman nedir? İslâm nedir? İhsan nedir?” diye sormuş; Efendimiz s.a.v. hepsine cevap vermiş, sonra Cibril a.s. huzurundan ayrılınca, ashabına, “O Cibril idi; size dininizi öğretmeye geldi”(Buhârî, İman 37; Müslim, İman, 57) buyurmuştur.

“İman” akideyi, yani inanç esaslarını; “İslâm” bütün ilahî hükümleri; “ihsan” ise kalbin arınmasını yani bütün inkâr, şirk, isyan ve gaflet kirlerinden temizlenerek Yüce Allah’ı azametini ve kudretini görebilecek safiyete ulaşma halini içerir. Ârifler bu manevî temizliğin sonucu elde edilen hâle “müşahede” diyorlar.

Aşk kavramının tasavvuf yolunda izahı nasıldır?

Aşk yerine “muhabbet” de diyebilir, hatta bunu tercih edebiliriz. Tasavvufun ana sermayesi ilahî muhabbettir. Bu muhabbet insanı diriltir, temizler, terakki ettirir ve dönüştürür. Ölü gönlü diriltir. Öyle ki kâfiri mümin, gafili zâkir, eşkiyayı evliya, âlimi ârif, müderrisi mürşid-i kâmil yapar. Sultanı Hakk’a köle eder. Haramiyi Hızır’a yoldaş, münkiri mümine kardeş yapar. İnsanı mecazdan hakikate geçirir. Bu muhabbet nefsi öldürüp ruhu diriltir. Bu muhabbet ilahî nurdur, rahmettir, Kerîm Mevlâ’nın keremidir; bütün dertlerin merhemidir.

Bu muhabbet yeryüzünü süsleyen nice evliyaya ve insan-ı kâmile ruh olmuş; Şah-ı Geylânîleri, Seyyid Ahmed-i Rifâîleri, Ahmed-i Yesevîleri, Şah-ı Nakşibendleri, Yunusları, Mevlânaları, Hacı Bayram-ı Velîleri, Akşemseddinleri, İmam Gazâlîleri, Mevlâna Halid-i Bağdâdîleri ve daha nice Allah dostlarını arzımıza ve gönül dünyamıza ışık yapmıştır. Cenab-ı Mevlâ cümlesinin sırrını âlî eylesin. Tasavvuf, Muhammedî güllerin açtığı manevî, nuranî bir bahçedir. Allah için soruyorum: Şu fani dünyada var mı bu güllerin bir benzeri! İnsanlık onlar gibisine şahit oldu mu?

Mürşid kimdir, vazifesi nedir?

Mürşid, hak yola irşad eden, ilahî rızaya giden yolu gösteren, bu yolda örnek, şahit ve destek olan kimsedir. O, Allah dostudur. Kur’an ve Sünnet’te velî, sıddık, sâlih, ebrâr, mukarrebûn, müttaki, muhsin, Allah’ın halifesi, Peygamber’in vârisi gibi vasıflarla tanıtılanlar bu ümmetin Rabbanî âlimleri ve velîleridir. Kâmil mürşid bu ârifler ve velîler içinden çıkan irşad kutbudur. Ayet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve sâlihlerin eserleri, velayet mertebesindeki kâmil mürşidi bize tanıtır.

Hz. Mevlâna k.s., kalbi manevî kirlerden temizlemek için en güzel çarenin velîler olduğunu söyleyerek der ki:

“Manevî kirlerini gidermek, günahlardan arınmak mı istiyorsun? Gönül kirlerini yıkamasını bilen velîlerin, ermişlerin mahallesinden (sohbet, terbiye ve nazarından) ayrılma. Nefsin seni kırıp döktü ise üzülme. Manevî kırıkları saran bir mürşide başvur da onun sayesinde yıkık dökük halinden kurtul, yükseklere çık. Mürşidin eli kırıkları sarar, onarır. Sen ona teslim ol. Onun işine karışma. O kırarsa sonra sarar.”

Tasavvuf ehlini öne çıkaran en önemli özellik nedir?

Tasavvuf ehlinin en önemli özelliği, sâlih amellerde yarışmak; Kur’an-ı Kerim’in tabiriyle “sâbıkun-mukarrebûndan olmak” için var gücüyle çalıştır. Onun için tasavvufta iki günü eşit olan zararda görülür. Bu anlayıştan dolayı ehl-i tasavvuf, elinden gelen her türlü hayrı yapmaya koyulmuş; İslâm coğrafyasının her yanına ribat, tekke, zâviye, hankâh, dergâh, mescid, aşevi, misafirhane gibi isimlerle hizmet mührünü vurmuştur. Tasavvuf ve tarikatlar ne yaptığı bilinmez birer karanlık örgüt değil, gecesi de gündüzü gibi aydınlık birer terbiye okulu ve hizmet ocaklarıdır. Bizim konu ettiğimiz tasavvuf, zâhiri ve bâtınıyla yaşanan İslâm’dır. İlahî marifettir, Muhammedî ahlâktır. Bu terbiyeyi alan mukarrebûn makamındaki ârif sûfiler yeryüzünde Allah Tealâ’nın şahitleri ve ilahî aşkın şehitleridir.

İslâm dille değil, halle yaşanır. Hak din, felsefeye değil, hikmete çağırır. Kuru laf edeni değil, sâlih iş yapanı över. Akla değil, nakle dayanır. Kulluğun tadı nefsin keyfine değil, Mevlâ’ya hizmetle anlaşılır. Din temenni değil; iman, ihlâs, edep, terbiye ve terakkidir. Dinimiz bize havada uçmayı değil, yerde edeple yürümeyi öğretir. Tarifle yetinmez, tatbikat bekler.

Âriflere göre tasavvuf, dini hakikatiyle tanımak, yaşamak, tatmak ve böylece insan-ı kâmil olmaktır.

Tarikatların farklı isimlerde anılmasının sebebi nedir?

Tarikat “yol” manasındadır. Tarikata usul, metod manası da verilmiştir. Burada kastedilen, kulu Allah Tealâ’ya ulaştıran yoldur. Tarikat, kâmil insan nezaretinde alınan manevi terbiye yoludur. Bu terbiye insanların fıtrat, meşrep ve mesleklerine göre değişik şekillerde uygulanır. Bunun için İslâm âleminde manevî terbiye veren pek çok tarikat mevcuttur. En yaygın olanları on üç tane olup, pîrlerine nisbetle isimleri şunlardır:

  • Kâdiriyye (Seyyid Abdülkadir Geylânî k.s., v. 562/1166),
  • Yeseviyye (Ahmed Yesevî k.s., v. 562/1116),
  • Rifâiyye (Seyyid Ahmed Rifâî k.s., v. 578/1182),
  • Sühreverdiyye (Ebu Hafs Ömer b. Muhammed k.s., v. 632/1234),
  • Çeştiyye (Muînüddin Hasan Çeştî k.s., v. 633/1236),
  • Şâziliyye (Seyyid Ebü’l-Hasan Şâziliyye k.s., v. 657/1258),
  • Bektâşiyye (Hacı Bektaş Velî k.s., v. 669/1271),
  • Mevleviyye (Mevlâna Celâleddin Rûmî k.s., v. 672/1273),
  • Bedeviyye (Seyyid Ahmed Bedevî k.s., v. 675/1276),
  • Desûkiyye (İbrahim b. Ebu’l-Mecd Desûkî k.s., v. 676/1277).
  • Nakşibendiyye (Seyyid Muhammed Bahâüddin Nakşbend k.s., v. 791/1389),
  • Halvetiyye (Ömer b. Ekmeleddin Halvetî k.s., v. 800/1397),
  • Bayramiyye (Hacı Bayram Velî k.s., v. 833/1429).

Tevbe ve seyr ü sülûk sûfi için ne ifade eder?

Mürşid, müridine sadece Allah Tealâ’nın ve Rasulullah s.a.v.’in emirlerini hatırlatıp onları ihlâsla yapmasına yardımcı olur. Tasavvufun terbiye alanını bu şekilde görmek gerekir. Bu alanın içerisinde zikredilen kavramlar hep bu temelle şekillenir. Tevbe ve seyr ü sülûk konuları da böyledir. Tasavvuf terbiyesinin temeli olan “tevbe” herkesten istenen bir farzdır. Kalp temizlenmeden mana âlemine adım atamaz ve manevî ilimlerin tadına varamaz.

Manevi terbiye ve seyr ü sülûk işine gelince: Ârifler bu konuda insanların meşrebine göre değişik metotlar uyguladılar. Kalbin manevî hastalıklardan, dünya muhabbetinden ve nefsin esaretinden kurtulması için Kur’an ve Sünnet’in tarif ettiği usulleri, tasvip ettiği prensipleri, teşvik ettiği edepleri ortaya çıkardılar. Yine Kur’an ve Sünnet’in işaretlerinden yola çıkarak bir takım metotlar geliştirdiler. Bu terbiyenin bizzat öğretildiği ve uygulandığı yerler ve müesseseler inşa ettiler. Terbiye yollarını ve hallerini ifade eden bir takım özel tabir ve terimler kullandılar. Böylece dinin diğer ilimlerinde olduğu gibi, manevî tezkiye ve terbiye alanında da birçok usuller konuldu, tecrübe oluştu. Bütün bu usullerle varılmak istenen nokta, marifetullah, kalbin ıslahı ve dinin yaşanmasıdır.

Hatme, vird ve rabıta Kur’an-ı Kerim’de var mıdır?

Bir kimse tarikatlarda çokça üzerinde durulan vird, hatme, rabıta gibi uygulamaları bu isimlerle Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de arayıp; “Bütün Kur’an’ı ve Sünnet’i inceledim, ‘vird çekiniz, hatme halkası kurunuz, mürşide rabıta yapınız’ şeklinde bir emre ve tavsiyeye rastlamadım; bunların dinde yeri yoktur” dese yanılmış olur. Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de bir şeyin ismi değil, vasfı aranır. Ortak vasıftaki işler, aynı hükümdedir. Tarikatlarda özel kavramlarla tanıtılan ve uygulanan pek çok şey, aslında Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de değişik isimle emir, teşvik veya tavsiye edilmiş olabilir. Vird ve hatme gibi isimlerle uygulanan zikirler, aslında pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte anlatılan, övülen ve teşvik edilen zikirlere dâhildir. Şöyle ki: Kur’an-ı Kerim’de bir sayı ve şekil belirtilmeden;

  • “Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmran 41; Ahzab 41-42; Cuma 10)
  • “Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.” (Bakara 152)
  • “Sabah akşam Rabbini zikret.” (İnsan 25)
  • “Rabbini gizlice içinden zikret.” (A’raf 205)
  • “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.” (Ra’d 28) şeklindeki emir ve teşvikler mevcuttur.

Rabıtaya gelince: Tasavvuftaki rabıta da aslı ve hedefi itibariyle Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de övülen Allah için sevmek, velîlere özenmek, sâlih insanlara benzemek, onlarla (yolda, halde ve gönülde) beraber olmak, Allah Tealâ’nın ayetlerini tefekkür etmek, O’nun şeâirini (dininin alametlerini) yüceltmek ve onlara hürmet etmekle aynıdır. Ölçü ve edebin dışına çıkanları ayrı tutarsak, rabıta konusu ehlinin tarif, tanım ve tatbikatlarıyla incelendiğinde bu sonuca varmak çok da zor olmayacaktır.

Bir de şunu hatırlamak lazım gelir ki: Bütün bu bahsedilenler ibadetlere yapılmış ilaveler değil, birer usuldür.

Tasavvuf yoluna giren kimse istikametinin doğruluğunu nasıl anlar?

Öncelikle tasavvuf dinimizin kabul etmediği hiçbir şeyi ortaya koymaz ve insana dinin istemediği yeni bir mükellefiyet getirmez; getirmemiştir de... Onun istediği şeyler dinimizce ya farz ya vacip ya sünnet ya müstehab ya mendub ya da mübah kılınan bir ameldir. Hz. Peygamber s.a.v.’in gerçek vârisi kâmil mürşidlerin müridlerinden istediği her şey, Kur’an-ı Kerim’in ve Sünnet-i Seniyye’nin ya açık ifadelerine ya delâlet ve işaretlerine yahut İslâm’ın ruhuna uymak zorundadır.

Mürşid-i kâmillerin, insanın terbiyesi ve terakkisi için ortaya koydukları uygulamaların birçoğu, şu hadis-i şerifle anlatılan “güzel çığır”ın içine girer:

“Kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa, kendisinden sonra o güzel şeyle amel edenlerin sevabının bir misli de ona yazılır. Amel edenlerin sevaplarında da bir noksanlaşma olmaz” (Müslim, Zekât 69-71; Nesâî, Zekât 64)

Tasavvufu inkâr etmenin sebepleri nelerdir?

Âriflerden İbn Bennâ es-Sarakustî rh.a., tasavvufu inkâr sebeplerini yedi maddede şöyle özetler:

“Kim tasavvuftan bir şeyi inkâr ederse o, bunu ancak şu yedi şeyden biri (veya birkaçı) sebebiyle yapmaktadır:

  • Kendi şerefli varlığını tanımaması,
  • Ruhun yeryüzünde halife olduğunu bilmemesi,
  • Varlığı akılla dahi bilinebilecek manevi âlemin cahili olması,
  • Sadece nakle dayalı zâhirî ilim ve amellerle meşgul olup, kalplerin amelinden gafil olması,
  • Sadece aklın güzel veya çirkin bulduğu işleri tespitle yetinmesi,
  • Ne ile uğraşmasın helal, ne ile uğraşmanın haram olduğunu bilmemesi,
  • Manevî ihsanlardan habersiz olup onlara yönelmemesi.”

İbn Acibe k.s. Fütûhâtu’l-İlahiyye adlı eserinde bu maddelerin üzerinde tek tek durarak detaylarıyla birlikte açıklar.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy