Kulluğu çok güzel ifade eden kavramlardan birinin “bağ” olduğunu düşünürüm. Kul, Allah’a bağlanmış olan, Allah ile bağını her an gözden geçiren, o bağın kopmasından korkan, âlemle, kendisiyle olan bağlarını da bu bağ üzerinden bağlayan insandır. Bu bağ akıl ve kalp ile kurulur.
Kulluk bağı evvela akıl ile kurulur. Çünkü aklı olmayanın dini yoktur. Yani aklî yeteneği ve yetkinliği olmayan kişinin din sorumluluğu, yani bağlanma sorumluluğu da yoktur.
İki akıl
Burada “akıl” kelimesinin Arapça kök anlamına bakalım. Pek çok anlamı var. Çoğunlukla “men etmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak” anlamındadır. Demek ki akıl zaten bağlayıcıdır. Bizi âleme, olaylara, sebeplere, varlıklara bağlar.
“Akıl” kelimesinin bir kök anlamı da “develerin ayaklarına bağlanan bağ”dır. Peki, devenin ayağına bağlanan bağ ne işe yarar? Değerli varlığı elde tutmayı sağlar. Onun kaçıp kaybolmasını engeller. Ona olan sahipliği kuvvetlendirir. Akıl da iman ile bağlanmayınca, imanın onun üzerindeki hükmü kuvvetlendirilmedikçe elden çıkar. Yabana kaçar. Dışımızdaki, Mevlâ’dan gafil, ayrık, uzak şeyleri gerçek sanır. Kısacası akıl, imanın bağıdır. Kıymetsiz değildir, çok kıymetlidir. Çünkü akıl bağı olmasa iman da başını alır gider.
Fakat “akıl” deyince bir değil iki tür akıl olduğunu bilmek gerekir. Maalesef müslümanlar olarak Batı kompleksiyle aklı yoksullaştırıp tek bir anlama indirgedik. Aklın kalpsiz, merhametsiz, şefkatsiz, yıkıcı, hesapçı, menfaatçi olduğunu sandık. Batılı aklı nasıl anlıyor ve kullanıyorsa biz de öyle anlayıp kullanmaya çalıştık. Oysa Arapça’da “akıl” anlamına gelen kelimelerden birisi de “kalp”tir. O zaman anlarız ki müminlerin akıl anlayışı, kalp anlayışından ayrı değildir. O halde Allah Tealâ ve âlem ile olan bağ, aynı zamanda kalp ile kurulur.
Allah Tealâ’yı inkâr edenlerde de akıl vardır ama o akıl bir tür akıldır. Ona “hesapçı akıl” denir. Hesapçı akıl Hakk’ı tasdike değil nefsi tasdike çalışır. Zaten Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde geçen “Akletmez misiniz?” gibi uyarılara maruz kalanlar genellikle kâfirlerdir. Çünkü onların aklı hidayete ermediği için, yani kendisini Yaradanı tasdik etmediği için “kalbin aklı” olamaz.
Mesela Ebu Cehil’in, işini görecek, okuma yazma bilip kitap okuyacak, dil öğrenecek, edebiyat ve tarih konusunda birikim sahibi olacak kadar aklı vardı. Ama ona hidayet lütfedilmediği için fıtrî aklı, yani kalbin aklı açılmadı. Nefsânî akılda kaldı. Nurânî akla, yani iman eden herkeste anında bir gonca gibi açılan, insanı insan yapan kalbin aklına erişemedi. O kuru aklı benliğinin, bencilliğinin, giderek “ben”e tapmasının aracı haline geldi. Hâlık’a, hulka, hilkate ve dolayısıyla ahlâka ihanet etti. Yani Yaradan’a, yaradılışa, kendisine... Bu her kâfir için böyledir.
Müslüman olsun olmasın, her insandaki hesapçı akıl aynıdır. “İki kere iki dört eder,” “ateş yakar,” “üçe alıp beşe satarsam iki lira kâr ederim” hesapları bu aklın eseridir. Bu akıl Eskimo’da da, Çinli’de de, Budistte de, Yahudide de vardır. Mevlâna k.s. hazretleri bu kuru akla örnek olarak merkebi gösterir. Merkep de aklını kullanır, her otu yemez, yiyeceği otu aklıyla seçer. Fakat sonuçta merkeptir. İmanı, tefekkürü, tasdiki, muhabbeti, merhameti, hikmeti, irfânı yoktur. İnsanı ayırdeden ise ondaki “kalbin aklı”dır. Ancak kalbin aklı ile gerçek insanlık mertebesine erer. Bu akıl Rabbimiz’e bağlayan bağdır. Aklın yeri gibi bağlanmanın yeri de kalptir. Kalp, akla bağlanmayı emreder. Akıl da buna uyar ve ondan sonra iman aklı olarak çalışır.
Bağlayarak, bağlanarak
Aklın işi şeyler, olaylar ve olgular arasında ilişki kurmaktır. Bunun için sebep ve sonuçlara bakar. Her yeni gördüğünü, bildiğini, yaşadığını kendisindeki bilgi ile bağdaştırmak ister. Yani “bağdaştırmak” da “bağ”ı gerektirir. Zaten “sebep” kelimesinin bir kök anlamı da “ip”tir. Demek ki sebepler de birer bağdır. Onlar ise şeyler, olayları ve olguları bir zincir gibi dizer. Sebepler neticelere bağlanır. “Netice” kelimesi ise kök anlamında “döl, hayvanın yavru doğurması” demektir. Bu kavram da bir bağ, dolayısıyla bağlayan, bağlanan ve bağ ilişkisi içerir. Veya sebep-sonuç ve araç ilişkisi...
Kişi aklıyla bağlayarak ve bağlanarak yaşar. Bildiği ve bilmediğini bağdaştırarak anlamlar kurar. Bu bağlama ve bağlanma Hak için ve O’nun emrettiği biçimde olduğunda elde edilen bilgi “hikmet”tir. “Hikmet” kelimesinin kök anlamlarından birisi “ata vurulan gem”dir. Bu da bir bağı ifade eder. İnsanın düşünce, irade ve kuvvetini bir ata benzetebiliriz. Bu üç nimet bir binittir, araçtır, imkândır. Hikmet bu üç gücü Hak yolunda dosdoğru götürmek, ata da zarar vermeden, onu emanet gibi görerek hakkını gözeterek onu kullanmak, ondan istifade etmek, onu kontrol etmek demektir.
Biz aklın ilim ürettiğini düşünürüz. Oysa ilim de aklı dönüştürür. Kur’an-ı Kerim’de Firavun ve Hâmân gibi görünüşte akıllı olan ama Rablerini inkâr edenleri anlattıktan sonra Mevlâmız buyurur: “Allah’dan başka dostlara tutunanların meseli örümcek meseli gibidir. Bir ev edinmiştir fakat evlerin en çürüğü de şüphesiz örümcek evidir; eğer bilselerdi. Şüphe yok ki, Allah kendisinden başka neye ibadet ettiklerini bilir. Halbuki azîz, hakîm olan O’dur. İşte biz bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.” (Ankebût 41-43). Yani, ancak ilme sahip olanlar neyi neye bağlayacaklarını bilirler.
Biz Rabbimiz’e yaradılış bağıyla bağlıyız. Bu, bağı gören için de görmeyen için de böyledir. Rabbimizle ahdimizi Kâlû Belâ’da yaptık. O ahde vefa gösteren mümin olur. Söz, ahit, akit, vefa bunlar da hep bağ bildiren kelimelerdir. Yaradan’ın Rasulü s.a.v.’e de bağlıyız. O Rasulün “vârisim” dediği Rabbânî âlimlere de bağlıyız. İlim vârislerine olduğu kadar, irfân vârislerine de... Çünkü bilenler asla bilmeyenler ile bir tutulamaz. Ancak gerçek bilenlere bağlanarak hakiki bilmenin yani irfânın yolunda adım atabiliriz. Onlara bağlanmak demek, onlarla nisbet kurmak anlamında “intisab” demektir.
Kulun Rabbi ile olan bağı, onun diğer bütün varlıklar ve insanlar ile olan bağlarını da belirler. Her bağlanmayı belirleyen bağ: Kul Allah Tealâ’nın bağlısıdır, kuludur, kölesidir. Böyle deyince hemen bu bağın sınırlayıcı, engelleyici, kısıtlayıcı olduğunu sanırız. Nitekim Arapça’da olduğu gibi İngilizce, Fransızca gibi Batılı dillerde de “hürriyet” kelimesi “esir veya köle olmamak” anlamındadır. Yani olumsuz bir tanımdır, olumlu bir tanım değildir. Elbette Allah Tealâ’dan gayrısına esir olmamalıyız. Allah Tealâ’ya kul olamayan, O’nun haricindeki her şeye kul olur. Müslümanlar iki asırdır “hürriyet” diyerek maalesef bu gafletin içinde takılıp kaldı.
Şunu hatırlamak gerekir ki her bağlanma bir serbestlik, her serbestlik de bir bağlanma gerektirir. Çünkü kişi bağlandığının kulu, bağlanmadığının azatlısı olur. Bağlanma irâdî bir fiildir; yani isteyerek, kastederek bağlanılır. Bağlı olan ise bağımlı olur. Biz de Yaradan’a bağımlı, diğer varlıklardan bağımsızız. Çünkü kelime-i tevhiddeki “lâ” önce bütün bâtıl bağları yok eder, sonra “illâ” diyerek yegâne bağ olan Allah Tealâ’yı tasdik eder. Zaten O’na bağlanan kişi diğer ilah, put, idol kıldıklarını sıfırlar. Çünkü Rabbimiz şerik kabul etmez. Tektir, yegânedir, birdir.
Bağ sadece zaptetmek için değil, mensubiyet için de geçerlidir. “Mensubiyet” kelimesi “bağ” anlamı taşıyan başka bir kelime olan “nisbet” ile aynı kökten gelir. Nisbet, neseb, intisab ve münasebet hep aynı kökten türemiştir. Allah Tealâ’ya bağlanmak asıl nisbettir. O yüzden her şeyimizi o nisbete göre yaparız. Nisbet münasebet oluşturur. Yani bağ aynı zamanda ilişki demektir. Kulun Rabbi ile olan bağı, onun diğer bütün varlıklar ve insanlar ile olan bağlarını da belirler. Kul, Allah Tealâ’nın bildirdiği, sevdiği, emrettiği şekilde bağ kurar. O halde bizim müminlerle, kâfirlerle, okuduğumuz kitapla, gittiğimiz okulla, ilgilendiğimiz soyut konularla, yaptığımız ticaretle, çiçekle, ağaçla olan ilişkimiz de Allah Tealâ ile olan bağımıza göre şekillenir. Bu bağ hürmet, ikram, hukuk, sorumluluk getirir. Kısacası, kul Allah Tealâ’ya bağlanan her şeye, her şeyin hakikatine bağlanır. Çünkü tek gerçek olan Mevlâmız’dır.
Bu bağın farkına varan anlar ki her şeyin her şey ile bir bağı vardır. Çünkü her şeyin, her şeyi yaratan Allah Tealâ ile bağı vardır. Buna “tevhid” denir. Evet, tevhid Hakk’a bağlanmak ve her şeyi Hakk’a bağlamak demektir.
Rabbimiz bizi O’na hakkıyla bağlanan ve bu bağın üzerine titreyenlerden eylesin.