Menzil’de Bir Güneş Battı
İnsanlık tarihi büyük ölçüde savaşların, bireysel ve toplumsal krizlerin tarihi. Özellikle son bir buçuk asır, insanlık için büyük yıkımların yaşandığı bir dönem oldu. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yüz milyonun üzerinde insanın ölümüyle sonuçlandı. Sonrası da İslâm memleketleri başta olmak üzere dünya için huzurlu olmadı. 19. ve 20. yüzyıllar, insanlığa ait değerlerin tepetaklak olacağı bir zemini hazırladı. İnsanlık adeta şirazesinden koptu, psikolojik bunalımların, ahlâkî çöküntünün, değer yıkımının karanlığına savruldu.
İşte böyle ümit kırıcı bir atmosferde yegâne ümit kaynağı dünyaya iyiliği yayacak iyi insanların, Allah dostlarının varlığından başkası değil. Hayatı alt üst olmuş, ailesine ve çevresine, hatta kendisine faydası olmayan, artık toplum için tehlike oluşturan pek çok insan Allah dostlarının dizleri dibinde ailelerine ve topluma kazandırılıyor. Bugün Türkiye’de ve belki dünyanın her yerinde irşad faaliyeti yürüten Allah’ın velî kulları, bu karanlıkta üzerimize doğan güneş gibi yolumuzu aydınlatmaya, içimizi ısıtmaya devam ediyor.
Geçen ay, bu güneşlerin en önemlilerinden biri, varlığı milyonları manen ayakta tutan Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî El-Hüseynî kuddise sırruhû hazretleri Hakk’a yürüdü. 1993’ten bu yana Adıyaman ilinin Menzil köyünde insanları irşad eden Gavs-ı Sânî hazretleri, bir süredir sağlık problemleri yaşıyordu. Ancak her koşulda vazifesini icra etmekten, insanları Allah’a davet etmekten, yolunu şaşıranlara rehber olmaktan, hayatıyla, duruşuyla ve sözleriyle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin izini işaret etmekten geri durmadı. En hasta olduğu anlarda bile, insanoğlunu Hak yola çağırdı. Gavs-ı Sânî hazretleri, başı Fahr-i Kâinat Efendimiz olan sonsuzluk kervanının son halkalarından biriydi. Bu kervanın kıyamete kadar yolculuğuna devam edeceğinden şüphe yok. Mevlâ Teâlâ makamını âli, Ümmet-i Muhammed’i şefaatlerine nail eylesin.
Putin Kendi
Silahının Hedefi
Rusya, 2000’li yılların başında iktidara gelen Putin’le beraber Sovyetler Birliği dönemindeki gücünü tekrar elde etmek için yıllardır mücadele ediyor. 2010’lu yıllarda özellikle doğalgaz konusunda hükümranlığı ele geçiren Rusya, Ukrayna’yı işgali sırasında Avrupa’ya verdiği gözdağı ile ne kadar güçlü olduğunu dünyaya göstermişti. Sadece Avrupa’da da değil, tesis ettiği bazı paramiliter yapılarla Afrika’da bile varlığını hissettirdi. Artık nüfuz alanının dışında da etki alanı oluşturan Rusya, yüzlerce yıllık ideali olan sıcak denizlere inme politikasını da Suriye üzerinde egemenlik oluşturarak gerçekleştirdi. Fakat bazen güç fazla olduğunda kişilere ve devletlere belki hacmi küçük ama etkisi büyük sorunlar şeklinde geri dönebiliyor. Rusya’nın paramiliter örgütü Wagner’in kuruluşu ve yayılması da kelimenin tam anlamıyla böyle bir durum tablosu olarak karşımızda duruyor.
Wagner, 2014’te kurulan paralı ve silahlı bir örgüt. Rusya adına yurt dışında operasyon yapıyor. Ukrayna’da, Libya’da, Mali’de, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ve Suriye’de sıcak çatışmaların içine girdi. Başında bir zamanlar Putin’in şef aşçısı Prigojin bulunan Wagner, Batılı güçlerce savaş suçu işlemekle itham ediliyor. Vladimir Putin’in kendi elleriyle besleyip büyüttüğü Wagner, Rusya Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın görevden alınması talebiyle Moskova’ya yürüyerek darbe yapmaya kalktı. Her türlü ihtimali değerlendirse de Putin, hadisenin daha fazla büyümesini istemediği için geri adım atarak bu 25 bin kişilik grubu sakinleştirdi. Her ne olursa olsun, Wagner Putin’in imajını yerle bir etti. Putin baltayı elden bırakmaması gerektiğini bir kez anladı. Rusya Devlet Başkanı bu durumun altında kalmayacak. Kendi silahını kendisine doğrultanlardan intikamını almadan durmayacak.
Macron İçin Tehlike
Çanları Çalıyor
Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkelerinden Fransa’da sokaklar karışık. Kim bilir, Fransa belki de Afrika’da ve başka mazlum memleketlerde yaptığı katliamların bedelini ödüyor. Yer altı kaynaklarıyla beraber insan kaynağını da sömürdüğü Afrika’yı adeta arka bahçesi gibi gören Fransa, şimdilerde kendi iç meseleleriyle uğraşıyor. Ülkede on yedi yaşındaki Nahel, Paris’te polisin dur ihtarına uymadığı için vurularak öldürüldü. Ardından sokaklar karıştı. Cumhurbaşkanı Macron, kitlelerin Nahel’in ölümünü istismar ettiklerini öne sürüyor. Oysa sorun başka ve içinden çıkılması oldukça güç. Bir süreden beri kendisi aleyhinde ülke genelinde kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Özellikle kovid salgınının ardından ülkede baş gösteren ekonomik kriz ve enerji ihtiyacının karşılanamaması halkın yoğun tepkilerine neden oldu. Her durumda Fransa’nın elini güçlendiren Afrika kartı, öyle görünüyor ki işe yaramadı.
Kara Kıta’da para basma dâhil, para kazanmanın pek çok yolunu bilen ve yüzlerce yıldır bu yolları uygulamakta mahir olan Fransa, Afrika ülkelerinin kendi ayakları üzerinde durma gayretleri karşısında çaresiz kalıyor. Liderler Fransa’nın sömürgeci olduğunu ve bunun kabul edilemeyeceğini artık açıkça dillendiriyorlar. Halklar nezdinde de durum pek farklı değil.
Fransa, endüstri ve ticaret açısından kendine yetecek durumda. Ancak, küresel bir güç olmak için daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla, elinde bulundurduklarını tutmak zorunda. Yaşanan gelişmeler, Fransa’nın küresel siyasetteki egemenliğinin sonuna doğru yaklaştığını gösteriyor. Olası bir iktidar değişikliği mevcut gidişatı değiştirir mi bilinmez. Ancak bilinen şey, Fransa ve Macron yönetimi için tehlike çanlarının çaldığı. Önümüzdeki süreç Fransa ve dolayısıyla Avrupa için ilginç gelişmelere gebe. İnşallah güçlünün değil, haklının egemen olduğu bir gelecek inşa edilir.
İsveç Olması Gereken
Yerde Duruyor Artık
Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri terörle mücadele. 1980’lerden başlamak üzere bugüne kadar terörü bitirmek için her meşru yolu deneyen Türkiye, maalesef terör örgütlerinin kökünü kazıma aşamasına henüz gelemedi. Bu durumun nedeni Türkiye’nin başarısızlığı değil, kukla örgütlerin arkasında durmaya devam eden devletlerin desteği. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere Avrupalı pek çok devlet PKK/PYD/YPG ve FETÖ’ye açıkça destek veriyor. Yalnızca silah ve mühimmat olarak da değil üstelik. Uluslararası kurallar çiğnenerek para yardımı da yapılıyor. İsveç de bu ülkelerden biri. Türkiye, tüm dünyanın gözleri önünde İsveç de dâhil, teröre destek veren ülkelere tepkisini göstermişti. Ancak söz konusu devletlerin umursamaz tavırları olduğu gibi devam ediyor. Diplomasinin en önemli kurallarından biri ele geçen fırsatı çıkarları uğruna sonuna kadar kullanabilmektir. Türkiye de İsveç konusunda bunu yaptı.
Her ne kadar mensubu olmanın avantajlarından tam olarak yararlanamasa da Türkiye NATO üyesi ve alınacak kararlarda rey hakkı var. İsveç, uzun süreden beri, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle NATO üyesi olmak istiyor. Türkiye, NATO üyeliğinden kaynaklanan rey hakkını terörle mücadele konusunda aleyhine çalışan İsveç’in aleyhine kullandı. İsveç defalarca kez söz vermesine rağmen PKK’ya ev sahipliği yapmaya devam etti. Ancak, NATO üyesi olmak isteyen İsveç sonunda Türkiye’nin taleplerini dikkate alma konusunda taahhütlerde bulundu. Türkiye de NATO üyeliğine destek verdi. İsveç için şimdi imtihan dönemi başlıyor. Verdiği sözlerde durmazsa başka yaptırımlarla karşı karşıya kalacak ve İsveç-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacak.
Belçika
Krallıkta Israrcı
Avrupa’nın kendine mahsus ülkesi Belçika, yüz ölçümü küçük olmasına rağmen etki alanı açısından son derece önemli bir yerde duruyor. Hiç kuşku yok ki Afrika üzerinde kurduğu egemenliğin bunda etkisi büyük. Yaklaşık yüz yetmiş yıl önce bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Belçika Kralı Leopold’ün şahsî mülküydü. Bu dönemde Leopold’ün on milyon insanı katlettiği söyleniyor. Bu dönemle birlikte Belçika kıtadaki yer altı kaynaklarını sömürerek uluslararası siyasette önemli ülkelerden biri haline geldi. Bugünkü Belçikalılar da geçmişleriyle yüzleşmiyor, hataları kendilerine mal etmiyorlar. Dahası, gündeme bile getirmiyorlar. Sömürgecilik modern usullerle devam etse de yapılanı sömürgecilik olarak görmüyorlar. Demokrasi, cumhuriyet ve insan hakları gibi kavramlar gündeme geldiğinde ise mangalda kül bırakmıyorlar.
Belçika Avrupa Birliği üyesi. NATO’nun da kurucularından. Gelişmiş bir ülke olmasına rağmen krallıkla yönetilmeye devam ediliyor. Tıpkı İngiltere gibi. Bu sisteme de “parlamanter anayasal monarşi” diyorlar. Geçtiğimiz günlerde ülkede bir anket yapıldı. Katılanların yüzde 57’si monarşik düzenden memnun olduklarını dile getirdi. Cumhuriyeti isteyenlerin sayısı ise yüzde 28.
Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkeleri bugün hâlâ krallıkla idare ediliyor. Kimse de bundan rahatsız değil. Sembolik de olsa krallıkla yönetilen İngiltere, Belçika, Hollanda ve İspanya gibi ülkeler küresel siyasete yön veriyorlar. Halklar da böyle bir yönetim biçiminde ısrarcı. Demek ki mesele yönetim biçiminde değil, zihinlerde. Umarız bir gün Türkiye’de de muasır medeniyet olmanın yönetim biçimiyle ilgili olmadığı birilerinin zihninde yer edinmeye başlar.
İsrail’de Sular Durulmuyor
Toplumsal kargaşanın bir türlü bitmediği ülkelerden biri de İsrail. “Ortadoğu’nun şımarık çocuğu” hükümetin aldığı bir karar sonrasında bir anda karıştı. Benjamin Netanyahu’nun öncülüğündeki aşırı sağcı koalisyon hükümeti, yargının yetkilerini kısıtlayan bir dizi karara imza attı. Bunun üzerine her Cumartesi günü büyük protesto gösterileri yapılıyor. Haftalardır süren ve Tel Aviv, Batı Kudüs, Hayfa, Birüssebi, Rehovot gibi şehirlerde ve ülke genelindeki pek çok noktada yapılan gösterilere yüzbinlerce İsrailli katılıyor. Tel Aviv’deki protestolara 150 binden fazla göstericinin iştirak ettiği belirtiliyor. Bu protesto gösterisinde ellerinde İsrail bayrağı olan göstericiler, koalisyon hükümetini eleştiren pankart ve dövizler taşıdı. Ayrıca yardım çağrısı olarak bilinen “SOS” yazılı dev bir pankart açtı. Gösterilere yalnızca siviller değil askerler de katılıyor. Yargıyla ilgili alınan kararı beğenmeyen üst rütbeli askerler Savunma Bakanı’ndan liderce bir tavır beklediklerini söylüyorlar. Hükümet geri adım atmazsa protestocuların eylemleri devam edecek.
Yahudiler, uzun yıllardır hayalini kurdukları devleti 1948’de Filistin topraklarında kurmayı başardılar. O günden bu yana bütün dünyada Yahudi lobisi çok önemli kulis faaliyetleri yürütüyor. Zaten başka türlü bir durumda İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırıları tepkisiz kalmayabilirdi. Her gecenin bir sabahı olduğu gibi, iyi olan yahut iyi giden her şeyin de bir sonu var. İsrail, 75 yıllık tarihinde sapkın bir ideal uğruna Filistinlileri acımadan katletti. Hâlâ öldürmeye de devam ediyor. Bu gidişatın âdetullaha aykırı olduğu hepimizin malumu. Bu zulmün ilâ nihaye devam etmesi eşyanın tabiatına aykırı. Paranın ve dolayısıyla gücün de bir sonu var. İsrail’de başlayan fırtına bir süre sonra kasırgaya dönüşebilir. Bugün değilse yarın. Allah’ın adaleti şaşmaz çünkü.