Sabır Kalesine Sığınmak
Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz mealen şöyle buyurmaktadır: “Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim, sizin üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.” (Mâide 3)
Allah Teâlâ’nın bizi İslâm ile şereflendirmesi en büyük nimettir. İnsan ondan daha kıymetli bir nimete kavuşmamıştır.
İslâm Rabbimiz’in bizim için seçtiği hayat tarzımızdır. İç dış dünyamızı insana yaraşır şekilde inşa eden, dünyada huzuru âhirette saadeti temin eden nizamımızdır.
İnsan kederlendiğinde, neşelendiğinde, korktuğunda, emin olduğunda, her hal ve durumda İslâm ile hayat bulur. Ne yapacağını, nelerden sakınacağını İslâm’la bilir, ona göre tayin eder.
Evet; Müslüman kederlendiğinde, mahzun olduğunda, başına bir bela ve musibet geldiğinde ne yapacağını bilir. Çünkü İslâm bunu öğretmiştir. Evvel emirde sabreder, böylece kurtuluşa erer. Müberra kitabımızda mealen şöyle buyurulmuştur: “Ey iman edenler! Sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin ve cihad için hazırlıklı ve uyanık bulunun. Allah’tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.” (Âl-i İmran 200) Görülüyor ki Yüce Rabbimiz kurtuluşa ermenin yolunun sabırdan geçtiğini bildirmiştir.
Allah Teâlâ kullarına sabra sarılmalarını tavsiye etmiş, sabredenlerle beraber olacağını bildirmiştir. Sıkıntıların giderilmesi için sabır ve namazla kendisinden yardım istenmesini emir ve tavsiye etmiştir. (Bakara 153)
Sabreden kişi isyan etmez, yakıp yıkmaz, ağırbaşlılık ve sükûnetle hareket eder, her durumda olgun ve vakur davranır. Üzüntü ve kedere düçar olan halini, derdini Rabbi’ne arz eder. O’nun sonsuz keremine sığınır. Kendisini sıkıntı ve ıstıraptan yine ancak O’nun kurtaracağını bilir.
Mücella dinimiz İslâm bize bu yolu tarif etmektedir. Müslüman imanı ve ahlâkı sayesinde bu çizgide durur. Yüce Allah’a dayanır, O’na tevekkül eder, O’na güvenir.
En büyük keder ve ıstırap sahibi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem idi. O işkencelere maruz kalmış, kavmi tarafından aşağılanmış, hakaretlere maruz bırakılmıştı. Kavminin küfürde inatçı ve ısrarcı olmalarına karşılık yüce Allah O’na hitaben: “(Ey Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse artık de ki: Allah bana kâfidir. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben ancak O’na tevekkül ettim. O, azîm Arş’ın sahibidir.” (Tevbe 129) buyurmuş, hem Resûlü’nü teselli etmiş hem de müminlere böyle durumlarda ne yapılacağını bildirmiştir.
Cenâb-ı Mevlâmız, Bakara suresinde Müslümanların çeşitli sıkıntılar ve imtihanlar yaşayacağını, bu durumlarda olgun ve sabırlı olanların kurtulacağı bildirildikten sonra bu kişilerin kimler olduğunu şöyle beyan etmiştir:
“Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Muhakkak biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara 156)
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir musibet ile karşılaşan kişinin “Muhakkak biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” dediğinde ne gibi bir fazilete kavuşacağını şu hadis-i şerifi ile bildirmiştir:
“Mümin bir kulun çocuğu vefat edince Yüce Allah meleklerine ‘Kulumun çocuğunu aldınız mı?’ diye sorar. Melekler ‘Evet’ derler. Yüce Allah, ‘Siz onun gönlünün meyvesini aldınız, değil mi?’ diye sorar. Melekler, ‘Evet yâ Rabbi’ derler. Yüce Allah, ‘Çocuğu vefat edince kulum ne dedi?’ diye sorar. Melekler, ‘Sana hamd etti ve ‘Muhakkak biz Allah’a aidiz ve muhakkak O’na döneceğiz’ diye teslimiyet gösterdi’ derler. O zaman Yüce Allah şöyle buyurur, ‘O kulum için cennette bir ev yapın, ismini de ‘hamd evi’ koyun.” (Tirmizî, Cenâiz 36)
Kulun, kendisinin sadece Yüce Allah’a ait ve dönüşünün de O’na olduğunu özellikle musibet anında ikrar etmesi çok büyük bir teslimiyet örneğidir.
O, bu ifadelerle kalbi ile şunu söylemiş olur: “Ben Allah’ın mülkünde, O’nun tasarrufu altındayım. Bana ister sıkıntı verir, ister ferahlık. Başıma gelenin O’nun izni ile olduğunu biliyorum. O bende dilediği gibi hüküm ve tasarruf eder. Bunda elbette bir hikmet vardır. Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği nimetler, şimdi elimden aldığı nimetlerden kat kat fazladır. Veren de O’dur, alan da O. Ben sonuçta O’na döneceğim.”
Rabbi’ne yönelen kişi bilir ki imanı, teslimiyeti, kulluğu, ibadeti ve Rabbi’nin rızası neticesinde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir hayalin erişemediği ebedi cennet nimetlerine kavuşacak. Bunların yanında geçici dünya musibetlerinin ne hükmü olabilir?
İmanı kalbine yerleşmiş mümin güzel düşünür, güzel konuşur, güzel işler yapar. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem henüz on altı, on yedi aylık olan oğlu İbrahim vefat edince ağlamış ve şöyle buyurmuştur: “Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Ama biz ancak Rabbimiz’in razı olacağı şeyler söyleriz.” (Müslim, Fedâil, 2315)
Başa gelen sıkıntı ve kederlerin büyük ecrinin olduğu da unutulmamalıdır. Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi, Allah onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Buhârî, Merdâ ve Tıb 1)
Yüce Allah’ın hayatlarını örnek almamız için gönderdiği peygamberler de nice sıkıntılarla karşılaşmış, mücadele etmiş, sabretmişlerdir. Hz. Yakup aleyhisselam, oğlu Hz. Yusuf aleyhisselamı kaybetmenin acısını içine gömmüş “Artık (bana düşen) güzelce sabretmektir” (Yusuf 18) diyerek sabrı tercih etmiştir. Başka peygamberler de büyük acılar yaşamış, hemen hemen hepsi kavimleri tarafından alaya alınıp aşağılanmış, hatta bazıları öldürülmüştür.
Bütün peygamberlere en seçkin kullar olmalarına rağmen sıkıntılara katlanmaları, sabırlı olmaları emredilmiştir. Öyleyse biz de karşımıza çıkan zorlukları sabırla karşılamalıyız.
İbrahim Hakkı hazretleri şöyle demiştir:
Haktan olacak işler
Boştur gam ü teşvişler
Hak bildiğini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Sâdât-ı Kiram efendilerimiz de yaşadıkları devirde türlü zorluk, sıkıntı ve engellemelerle karşılaşmışlardır. Yakın zamanımızda Gavs-ı Kasrevî Şeyh Seyyid Abdülhakîm hazretleri, Seyda Muhammed Râşid hazretleri ve Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî hazretleri birçok zorlukla karşılaşmış, bunları sabırla aşmış, sükûnet ve vakarı elden bırakmamış, Rabbimiz’in rızası hilafına hareket etmemişlerdir. Onlar daima ileriye bakmış, kimsenin ne dediğine aldırmadan ümmetin irşadı ve İslâm’a hizmet ile ömürlerini tamamlamışlardır.
Başta peygamberler olmak üzere sahabilerin ve Allah dostlarının hayatını örnek alırsak, onlar gibi Rabbimiz’e iltica ve tefviz edebilirsek ağuyu bal eylemiş oluruz. Acılarımız tatlanır, sıkıntılarımız ferahlığa dönüşür. En nihayet “selâm yurdu” cennetle ve cemâlullah ile mükâfatlanırız inşallah.
Tevfik ve inayeti ile…