İbn Battûta ve Anadolu
Seyahatnameler her okur için ilgi çekicidir. Okudukça anlatılan yerlerde, zamanlarda seyahate çıkmış gibi olur insan. Yeni insanlar tanır, yeni yerler keşfeder, ufku genişler. İslâm dünyasında kaleme alınmış en önemli seyahatnamelerden biri de meşhur gezgin İbn Battûta’nın seyahatnamesidir.
14. yüzyılda yaşayan İbn Battûta, Fas’ın Tanca şehrinde doğmuştur. Yirmi sekiz yıllık gezi serüveninde Kuzey Afrika’dan Arap Yarımadası’na, Anadolu’dan Bizans’a, İran’dan Orta Asya’ya, Hindistan’dan Malezya ve Çin’e kadar neredeyse bütün dünyayı dolaşmıştır.
İbn Battûta bu seyahatlerindeki gözlem ve izlenimlerini Tuhfetü’n-Nuzzâr fî Garâibi’l-Emsâr ve Acâibi’l-Esfâr isimli seyahatnamesinde toplamış, dönemin toplum ve devlet yapılarına, inanç ve adetlerine dair kaynak niteliğinde bilgiler vermiştir. Eser Türkçede İbn Battûta Seyahatnâmesi olarak bilinir.
İbn Battûta seyahati sırasında Suriye’den bir gemiyle Anadolu’ya gelmiştir. İlk olarak Alanya’ya inmiş, sonra Antalya’ya geçmiştir. Bu şehirlere hayranlığını açıkça dile getirmiş ve şunları anlatmıştır:
“Lazkiye’de bir Cenevizlinin büyük ticaret gemisine binerek ‘Türk Ülkesi’ne yöneldik. Burası Rum Diyarı diye de bilinir. Çünkü eskiden Rumlarınmış. Rumlar ve Yunanlılar asıl ahalidendir. Müslümanlar orayı İslâm’a açtılar. Şu anda Müslüman Türkmenlerin idaresi altında yaşayan bir hayli Hıristiyan vardır bu ülkede.
Elverişli bir rüzgârla on günlük seyahatten sonra Anadolu’nun ilk şehri olan Alanya’ya ulaştık. Yolculuğumuz sona erince gemi sahibi bizden ücret almadı. İkramından saydı bu yolculuğu...
Rum Diyarı diye bilinen bu ülke, dünyanın belki en güzel memleketi! Allah Teâlâ güzellikleri öbür ülkelere ayrı ayrı dağıtırken burada hepsini bir araya toplamış. Dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı burada yaşar ve en leziz yemekler de burada pişer. Allah Teâlâ’nın yarattığı kullar içinde en şefkatli olanlar buranın halkıdır. Bu yüzden şöyle denilir:
‘Bolluk ve bereket Şam diyarında, sevgi ve merhamet ise Rum’da.’ Bu ifadeyle buranın halkı kastolunuyor.
Anadolu’ya geldiğimizde hangi zâviyeye gidersek gidelim büyük alâka gördük. Komşularımız, kadın ya da erkek bize ikramda bulunmaktan geri durmuyorlardı. Burada kadınlar yüzlerini örtmezler. Yola çıkacağımız zaman akraba ya da ev halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar, üzüntülerini gözyaşı dökerek beli ederlerdi.
Buranın âdeti gereğince ekmek haftada bir gün pişirilir, öteki günlere yetecek kadar! Ekmek günü erkekler sıcak ekmekler ve nefis yemeklerle çevremizi doldurur, şöyle derlerdi:
‘Bunları size kadınlar gönderdi, sizden hayır dua bekliyorlar.’
Halk, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretleri’nin mezhebindendir. Hak Teâlâ ondan razı olsun. Hepsi Ehl-i Sünnet’tir. Aralarında ne Kaderî ne Râfizî ne Mu’tezilî ne Hâricî ne de başka bir sapkın bulunmaktadır. Yüce Allah onları bu faziletleriyle diğer insanlardan üstün kılmıştır.
Buradan Antalya’ya doğru yola çıktım. Bu şehir genişlik, güzellik ve ihtişam bakımından dünyanın en güzel şehirlerinden. Gerek planı, gerek düzenliliği ile diğer ülkelerdeki benzerlerinden daha üstün bir durumda.
Ahali içindeki gruplar ayrı ayrı mahallelere yerleşmiş. (…) Müslüman ahaliye gelince bunlar şehrin tam merkezinde yaşamaktadırlar. Şehir merkezinde bir Cuma Câmii, medrese, pek çok hamam, gayet düzenli planıyla kalabalık ve zengin çarşılar bulunmaktadır. Tüm şehrin etrafını, yukarıda bahsettiğimiz semtleri de içine alan geniş bir sur kuşatıyor.
Buranın bağ ve bahçeleri çoktur, meyveleri lezizdir. Ahalinin ‘kamaruddîn’ adını verdikleri bir çeşit kayısı çok nefistir. Bademi lezzetli olduğu için kurutulur, Mısır’a gönderilir, nadir ve pahalı kuruyemişlerden biri olarak saygın yerini bulur Kahire çarşılarında. Sıcak yaz günlerinde bile soğuk ve lezzeti olan pınarları ise herkes tarafından bilinmektedir. Şehre vardığımda medresede konakladım. Oranın şeyhi Şihâbeddîn Hamevî’dir. Cuma Câmii’nde güzel sesli gençlerin her gün ikindiden sonra Fetih, Mülk ve Amme surelerini okumaları köklü bir âdettir.” (Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tancî, İbn Battûta Seyahatnâmesi I, çeviri: A. Sait Aykut, YKY, 6. Baskı)
Padişah Bile Olsa
Molla Fenârî hazretleri Osmanlı’nın ilk şeyhülislâmıdır. Vazifesini yıllarca hak ve adaletten taviz vermeden ifa eylemiştir. Sultanlar ve devlet adamları önemli devlet işlerinde kendisiyle istişare etmiş, ilminden ve ferasetinden faydalanmıştır.
Molla Fenârî hazretleri Yıldırım Bayezid zamanında Bursa kadılığını yapmaktaydı. Bir gün bir hadise neticesinde padişahın mahkemede şahitlik etmesi gerekti. Molla Fenârî hazretleri, şer’i şerifin aradığı şahitlik şartlarından biri kendisinde bulunmadığı için padişahın şahitliğini reddetti. Bu şart da padişahın namazlarda cemaatte görülmemesiydi. Çünkü şeriatta cemaatle namaz kılmayı terk edenin mahkemedeki şahitliği geçersizdir.
Bunun üzerine Yıldırım Bayezid Han hemen oturduğu sarayın yanına bir cami inşa ettirdi ve o günden sonra beş vakit namazı cemaatle kılmaya özen gösterdi.
Yapılacak İş
Bir gün adamın biri Mevlânâ Câmî kuddise sırruhûya;
– Bana bir şey öğretin de ömrümün geri kalanında onunla meşgul olayım, dedi.
Bunun üzerine Mevlânâ Câmî hazretleri ona şu tavsiyede bulundu:
– Bir kimse efendimiz Mevlânâ Sadeddin’den benzer bir istekte bulunmuştu. O mübarek ellerini sol göğsü üzerine koyarak kalbe işaret etti ve; “Bununla uğraşın! Yapılacak iş budur!’ dedi.
Altın ve Gümüşten Daha Kıymetli
Sahabeden sonraki neslin meşhur sûfî âlimi Hasan-ı Basrî kuddise sırruhû sahâbe-i kirâmın halini şöyle anlatır:
“Ben öyle insanlara ulaştım ki sizin elinizdeki altın ve gümüş parayı koruduğunuzdan daha fazla vakitlerini koruyorlar, boşa harcamaktan sakınıyorlardı. Sizden biriniz nasıl iyi kazanç getirmeyen yerlere altın ve gümüş parasını harcamıyorsa, onlar da zamanlarını öyle titizlikle koruyor, bir nefesini dahi zayi etmiyor, vakitlerini Allah’a itaatin dışında asla kullanmıyorlardı.”