Aramak

Derviş Bohçası

Şatahat

Sözlüklerde hareket etmek, sarsılmak, taşmak gibi anlamlara gelen “şatah” kelimesi tasavvufî bir kavramdır; çoğulu “şatahat”tır. Şatahat, bazı sûfîlerin yaşadıkları manevi coşkunluk, vecd ve kendinden geçme hali sebebiyle iradeleri dışında, ilk duyulduklarında akla ve şeriate aykırı gibi görünen sözleridir. 

Bir ırmağın sel gibi sebeplerle taşması gibi sûfînin de yaşadığı manevi haller sebebiyle dilinden taşan bu sözler, ne demek istenildiği kolay anlaşılamayan sembolik ifadelerdir. Manevi bir hal sonucunda dile geldiği için bu tecrübeyi yaşamamış kişilerin bu sözleri anlamaması son derece normaldir. En meşhur şatahat örneği Hallac-ı Mansur kuddise sırruhûnun “Ene’l-Hak” sözüdür.


Ebu Nasr Serrâc hazretleri şatahatı şöyle tanımlar: “Vecd sırasında galeyan (coşmak), heyecan ve manevi bir halin etkisiyle kendinden geçerek sarfedilen, mahiyeti anlaşılmayan ifadelerdir. Arap dilinde ‘şath’ hareket demektir. Bir şey hareket ettiğinde ‘şataha’ denir. Un elenen yere aynı kökten ‘miştah’ derler. Un elenen yere ‘miştah’ denilmesi hareketin çokluğundandır. Belki de bu hareket sırasında eleğin dışına un taşmasındandır.”


Sûfîler, yaşadıkları manevi halin sarhoşluğu sebebiyle şatahat kabilinden şeyler söylerken mazurdurlar. Çünkü vecd halinde kişinin kendini bilmesine imkân yoktur. Bu sırada ilâhî feyz ile coşkunluk hali yaşanır ve sûfî kendi lisanı ile konuşmamaktadır. Bu sebeple böyle haller yaşayan sûfîler kendine geldiklerinde bu sözlerinde iddia sahibi olmadıkları gibi utanıp tevbe ederler. 


Sûfîler yaptıkları nefs terbiyesi ve seyr ü sülûk sonucu pek çok manevi hal yaşarlar. Aşk ve vecdleri sebebiyle bu halleri esnasında dile dökülen sözler, kelimelerin kifayetsizliği sebebiyle yanlış anlaşılmaya müsaittir. Bu sebeple şatahatları zâhirî manasıyla yorumlamamak gerekir. Eğer böyle bir işe girişilirse hem ihtilaflar ortaya çıkar hem de velîler hakkında suizan yapılmış olur.

Ebu Nasr Serrâc hazretleri, velîlerin şatahatlarını duyan ya da okuyan kişilerin hemen bu sözleri inkâr etmeyip tasavvuf ehline danışması gerektiğini şöyle anlatır: 

“Vecd ehli, hallerini duyanların yadırgayacağı ifadelerle anlatır. Bu sözleri duyduğunda inkâr ve kötüleme ile karşı çıkanlar bir tür imtihan yaşamış olurlar ve kaybederler. İnkâr etmeden, karşı çıkmadan araştıranlar ise bu durumdan sâlimen sıyrılır. Dar bir nehirden sel akınca su kenarlara taşar ve buna nehir taştı anlamında ‘şataha’ denir. Vecd ehli mürid, hakikat nurlarının etkisiyle kalbine gelen şeyleri taşımaya güç yetiremeyince duyguları diline düşer. Durumunu alışılmamış, dinleyenlerin anlamakta zorlanacağı ifadelerle anlatmaya başlar. Bu tür sözleri ancak bu ilimde derinleşmiş kimseler anlayabilir.”


Bâyezid-i Bistâmî hazretlerinin “Allah beni bir gün huzuruna yükseltti” şatahatını, Ebu Nasr Serrâc hazretleri şöyle açıklar: “Bu sözün manası şöyledir: Allah bana gösterdi, kalbimi buna hazırladı. Çünkü insanlar Allah’ın huzurundadır. Onların bir nefesleri ve bir anlık düşünceleri bile O’ndan uzak değildir.”


Hallac-ı Mansur hazretlerinin “Ene’l-Hak: Ben Hakk’ım” sözünü Mevlânâ hazretleri manevi sarhoşluğun ve aşk makamının bir meyvesi olarak görür. Çünkü bu söz ansızın ve iradesiz bir şekilde söylenmiştir. Dolayısıyla bu söz aslında ona ait sayılmamalıdır. Hallac-ı Mansur hazretlerinin idam edilmesi hakkında da şöyle söyler: “Fetvâ kalemi anlayışsız birinin elinde bulununca Mansur darağacına çekilir.” 

Bu yoruma göre Hallac-ı Mansur’un dilinden o esnada Hak konuşmaktadır ve bu sözleri o söyletmiştir. 

Sûfîler şatahat tarzı sözleri bu şekilde yorumlayarak anlaşılır kılar ama bazen bu sözler çok karmaşık olabilir ve sadece benzeri halleri yaşamış velîler anlayabilir. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, Bâyezid-i Bistâmî’nin şatahatları için şöyle demektedir: “Ben Bâyezid’in halinin en yüksek noktasını anlayıp anlatabilecek çok az kimse gördüm. Onun sözlerini ancak manasını bilen ve maksadını kavrayan kimseler tam olarak yorumlayabilir. Kavrayış bütünlüğüne sahip olmayanlar onlara karşı çıkabilir.”


İbn Arabî hazretleri şatahatı bir eksiklik olarak görür ve bu sebeple şatahat söyleyen zâtların ismini anmadığını belirterek şöyle der: 

“Allah, ehlullahtan bazılarının şatahatları olduğunu bilir ve edepli olup şatahata düşmemelerini ister. Çünkü şatahat insanda bir eksikliktir; kişi şatahat söylerken kendi hakikatinden çıkar. Böylece şatahat kişiyi hem Allah’ı hem de kendini bilmemeye götürür. Şatahat büyüklerden vâki olmuştur ama ben bu bir eksiklik olduğu için (hürmeten) onların adını zikretmeyeceğim.” 


İmam Gazâlî hazretleri şatahat konusunda temkinli hareket eder. Mesela Bâyezid-i Bistâmî’nin şatahatlarını Allah Teâlâ’dan aktarma yoluyla söylediğini ifade eder. Der ki: 

“Eğer gerçekten bir velîden bu tarz sözler işitilmişse bu mutlaka onun bizzat Rabbi’nden hikâye yolu ile söylediği ve kendi kendine Rabbi’nin bu ifadesini tekrarlayıp durduğu bir sözdür. Yoksa o kendisini kastederek böyle ifadeler söylemez. Mesela bu zatın kendi kendine; “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et…” (Tâhâ 14) ayetini mırıldanıp durduğunu duyan birisi, bundan adamın kendi ilâhlığını ilan ettiği manasını çıkaramaz. Bunu söyleyen kimse sadece aktarım yoluyla bunu mırıldanıp durmuştur.”


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy