12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh “Kimyâ-yı Saâdet” adlı meşhur eserinde şöyle der:
Talebelikte, yolculukta ya da mahallede oluşan dostluk Allah için sevmek değildir. Yüz güzelliğinden ya da hoş sohbetinden dolayı bir kimseyi sevmek de… Makam, mal ya da başka dünyevî çıkarlar için seven kişi de Allah için seviyor değildir. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’a ve âhirete iman etmeyenlerde de ortaya çıkar. Allah için dostluk ise imansız elde edilmez. Bunun da iki derecesi vardır:
Birincisi, bir kimseyi güzel bir maksat için sevmektir. Fakat bu maksat dinî hususta ve Allah Teâlâ için olmalıdır. Sana âhiret ilmini öğrettiği için hocanı sevmen gibi. Bu sevgi Allah içindir. Fakat bundan maksat makam ya da mal değil, âhiret saadeti olmalıdır. Eğer maksat dünyalık menfaatler olursa, bu sevgi Allah için olmaz.
Bir talebeyi senden ilim öğrendiği için sever ve ona ders okutmakta Allah Teâlâ’nın rızası olduğunu bilirsen, ilim öğretmenin sevabını elde edersin ve bu sevgi Allah için olur. Şayet onu hocalığın makam ve üstünlüğünü hissettiğin için seversen, bu Allah için sevmek olmaz.
Aynı şekilde bir kimse sadaka verir, ayrıca fakirlere sadaka vereni, onları ağırlayıp misafir edeni, yedirip içireni severse bu Allah için sevmek olur. Yine bir kimsenin, kendisine yiyecek ve elbise vererek bunların ardına düşmekten kendisini kurtarıp ibadete yönelmesini kolaylaştıran birini sevmesi Allah için olur. Çünkü böyle birinin yiyecek ve giysiden maksadı ibadete yönelmektir. İlim ve ibadet ehli kimselerin pek çoğunun zenginlerle ünsiyet kurmasının sebebi budur. Böylece alan da veren de Cenâb-ı Hakk’ın sevgili kullarından olur.
Yine kişinin kendisini günaha düşmekten koruduğu için ya da kendisine dua edecek bir evlat dünyaya getirmesi için eşini sevmesi de Allah için olur. Hanımına verdiği her geçimlik sadaka olur. Bununla beraber kişi hizmetçisini de iki sebeple sever: Biri, ihtiyaçlarını gördüğü için, diğeri de işlerini kolaylaştırıp daha fazla ibadet etmesini sağladığı, başka işlerle meşgul olmasının önüne geçtiği için. Böyle sevgiden maksat Yüce Mevlâ’ya ibadet olduğundan Allah için sevmek olur ve kişi bununla sevaba ulaşır.
İkincisi, bir kimseyi yalnızca Allah için sevmektir ve ondan hiçbir menfaat beklememektir. Bu daha yüksek bir mertebedir. Bu haldeki bir kimse muhabbet beslediği insanı Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarına uyduğu ve O’nu sevdiği için sever. Hatta onu Yüce Mevlâ’nın bir kulu, O’nun mahlûkatından biri olduğu için sever. Bu da Allah sevgisidir ve daha kıymetlidir. Çünkü kişi Cenâb-ı Hakk’ı çok sevdiğinden böyle bir sevgiye nail olmuştur.
Bu sevginin neticesinde kişi aşk mertebesine ulaşır. Âşık-ı şeydalar gibi sevgilisinin köyünü, mahallesini, evinin duvarlarını sever. Hatta sevgilisinin köyünün köpeklerini diğer köpeklerden daha çok sever. Böyle olunca sevgilisinin sevdiklerini, sevgilisini sevenleri, sevgilisinin sözünü dinleyenleri, kapıcı ve köleleri, akrabasını, yakınlarını da sever. Çünkü sevgilisiyle ilgisi olan herkese sevgisi sirayet eder. Aşk ne kadar fazla olursa, sevgiliye ve onunla ilgili şeylere sirayeti de o denli fazla olur.
O halde bir kimseyi Allah’ın sevgisi kuşatır, hatta bu hal aşk mertebesine yükselirse, Yaratan’ın kullarını da sever. Özellikle de O’nun sevdiklerini… Aşk haline kavuşan kimse mahlûkatı sever, çünkü yaratılmış olan her şey mahbubunun kudret ve sanatının eseridir.