Aramak

Biyografi

Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretlerinin hayatı, Mevlâ Teâlâ’nın rızası için insanların irşadına, Hak ve hakikatle buluşmasına adanmış bir hayattır. O bir mürşid-i kâmil ve mükemmildir. Böyle bir zamanda çok az sayıda velîye nasip olacak sayıda insanın irşadına ve hidayetine vesile olmuştur. Devraldığı emaneti büyüterek taşımış, kendisinden sonrası için kâmil halifeler bırakmıştır.

Onun hayat hikâyesini en yakınlarındaki şahitlerden dinleyerek hazırladık.

Hüseynî Ailesi

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yedi evladı olmuştur. İsimleri Kâsım, Abdullah, İbrahim, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’dır. Radıyallahu anhum. Yedi evladından sadece Hz. Fâtıma’nın çocukları olmuş ve Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin pak nesli ondan devam etmiştir.

Hz. Fâtıma annemiz Hz. Ali efendimiz ile evlenmiştir. Evliliklerinden Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhumâ dünyaya gelmiştir. Hz. Hüseyin efendimizin soyundan gelenlere “seyyid” denilmiştir. Seyyid kelimesi “önder, efendi, faziletli, saygın kişi” gibi anlamlara gelir. Seyyidler ayrıca “Hüseynî” olarak da anılır. el-Hüseynî bir aidiyet ifadesidir, “Hüseyin’den olan, Hüseyin’in neslinden gelen” manasındadır. 

Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin ailesine, akrabalarına, nesline genel olarak “ehl-i beyt” denilir. Bununla birlikte bu ifade, bazı hadis-i şeriflerde Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’le sınırlandırılmıştır. Bu hadis-i şeriflere binaen Hz. Hasan’ın ve Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere Peygamber Efendimiz’in diğer akrabalarına nazaran özel bir değer atfedilir.

Gavs-ı Sânî hazretleri seyyiddir, Hz. Hüseyin efendimizin neslinden gelmektedir ve seyyidlik şeceresi mevcuttur. Seyyidlik şeceresi, bir seyyidin Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden itibaren kendisine kadar atalarının isimlerinin yazılı olduğu, tarihimizde özel araştırma konusu ve hukukî statüsü olan belgelere verilen isimdir. Soyadının değiştirilmesine izin veren kanundan sonra Gavs-ı Sânî hazretlerinin ailesinin soyadı, aslına muvafık olarak “Elhüseyni” olmuştur. 

Gavs-ı Sânî Hazretlerinin Soyu

Hüseynîler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin âhirete irtihâlinden bir süre sonra çeşitli sebeplerle geniş bir coğrafyaya dağılmışlardır. Seyyid Bilal hazretleri de 12. asrın ortalarında, beraberinde ondan fazla aileyle birlikte Bağdat’tan, bugün Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı bir köy olan Becirman’a göç etmiştir. Becirman “Vergisiz, ücretsiz, karşılıksız” anlamlarına gelir. Seyyid Bilal hazretlerine tanınan sâlih bir zat olduğu için bu köy bedelsiz hediye edilmiştir. Bu yüzden “Becirman” denmiştir.

Gavs-ı Sânî hazretlerinin dedelerinden Ali-yi Sânî hazretleri de Seyyid Bilal ile birlikte Bağdat’tan gelen aileler arasındaydı. Ali-yi Sânî rahmetullahi aleyh Becirman’a geldikten bir süre sonra Siirt’in Garzan beldesine yerleşerek burada Bilvânis köyünü kurdu. 

Gavs-ı Sânî hazretlerinin dedesinin babası olan Şeyh Maruf rahmetullahi aleyh ise Bilvânis’ten ayrılarak Bitlis’teki Riclek köyüne yerleşti. Şeyh Maruf aslında ilim tahsil etmemişti ve mürşid de değildi. Ancak kendisine güzel ahlâkı sebebiyle “şeyh” deniliyordu.

Şeyh Maruf, babası Tahir el-Hüseynî’nin tek erkek evladıydı. Onun da Seyyid Muhammed adında tek bir oğlu vardı. Şeyh Maruf oğlunun ilim tahsil etmesini çok istiyordu. Babası Tahir el-Hüseynî ise buna çok sert bir şekilde karşı çıkıyor, “Bizim köyde kimsemiz yok, bizimle birlikte çalışsın” diyordu. Şeyh Maruf her şeyi göze alarak oğlunu okutmaya karar verdi. Bilvânis’ten, babasının yanından ayrıldı ve Kermate’ye yerleşti. Kermate sakinleri Şeyh Maruf’u aralarına kabul ettiler. 

Şeyh Maruf, sonra Gavs-ı Sânî hazretlerinin dedesi olacak olan oğlu Seyyid Muhammed’i alıp Norşin’e, mürşidi Şeyh Muhammed Diyâuddin hazretlerinin yanına gitti. İlim tahsil etmesi için oğlunu teslim edince, Şeyh Muhammed Diyâuddin kuddise sırruhû şöyle buyurdu: “Artık tahsili bitene kadar onu görmeyeceksin.” Şeyh Maruf, Şeyh Muhammed Diyâuddin hazretlerini ziyarete gittiğinde bile oğlunu görmeden geri dönerdi. 

Seyyid Muhammed kuddise sırruhû ilim tahsilini bitirip icazet aldıktan sonra evine dönerken babasıyla yolda karşılaştı. Uzun zamandır görmediği için Şeyh Maruf’un oğlunu tanıması zordu. Kanı kaynadı, yabancı gelmedi, kim olduğunu sordu ve böylece oğlu olduğunu öğrendi. Birbirlerine sarılıp kucaklaştılar. Seyyid Muhammed kuddise sırruhûnun yanında iki talebe daha vardı. Beraber köye döndüler. 

Seyyid Muhammed kuddise sırruhû Kermate’de ve Arınç’ta ikamet etti. Gavs-ı Sânî hazretlerinin babası Gavs-ı Kasrevî Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî kuddise sırruhû Kermate’de dünyaya geldi. 

Birinci Cihan Harbi’nde Ruslarla ve Ermenilerle savaşan Şeyh Muhammed Diyâuddin hazretleri, 1916’da Bitlis’in kurtuluşundan birkaç yıl sonra Siyanis köyüne yerleşti. Bunun üzerine Şeyh Maruf, Seyyid Muhammed ve Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî hazretleri de onunla birlikte Siyanis köyünde ikamet etmeye başladılar. Seyyid Muhammed hazretleri, Şeyh Muhammed Diyâuddin hazretlerinin halifelerindendi ama irşad vazifesinde bulunmadı, halifeliğini gizli tuttu. 

Şeyh Muhammed Diyâuddin kuddise sırruhû bir süre sonra Siyanis’ten Norşin’e göç etti. Şeyh Maruf ve Seyyid Muhammed hazretleri Siyanis’te vefat etti. Önce Seyyid Muhammed âhirete irtihâl etti. Gavs-ı Kasrevî Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî yetim kalarak dedesi Şeyh Maruf’un
himayesine girdi. Böylece Şeyh Maruf’a hem oğlunu hem de torununu okutmak nasip oldu. Şeyh Maruf da âhirete irtihâl ettikten sonra Gavs-ı Kasrevî hazretleri Taruni köyüne yerleşti. Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî kuddise sırruhû 1943 yılında Taruni köyünde dünyaya geldi.

Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî hazretlerinin ilk evliliğinden bir kızı iki oğlu oldu. Kızı İzmit’te rahmetli oldu, Menzil’e defnedildi. Oğulları Şeyh Seyyid Muhammed Râşid el-Hüseynî hazretleri ile Şeyh Seyyid Muhammed’dir. 

Gavs-ı Kasrevî kuddise sırruhûnun ikinci evliliğinden altı oğlu, dört kızı dünyaya geldi. Gavs-ı Sânî hazretleri bu oğullarından ilkidir. (Diğer oğullarının isimleri Seyyid Maşuk, Seyyid Ahmed, Seyyid Abdülhalim, Seyyid Muhyiddin, Seyyid Enver’dir. Kızlarının isimleri Seyyide Aynülhayat, Seyyide Refiate, Seyyide Raikate, Seyyide Naciye’dir.)

Gavs-ı Sânî hazretlerinin babası Gavs-ı Kasrevî Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî hazretleri

İlim Dönemi 

Gavs-ı Sânî hazretleri ilim tahsilini ağırlıklı olarak babası Gavs-ı Kasrevî hazretlerinin yanında; Kasrik ve Gadir köylerinde yaptı. Ayrıca Van’da iki müderristen ders aldı. Bu müderrislerden biri Molla Cihangir’dir. Kardeşi Seyyid Muhammed’in köyünde ve dayısının oğlu Seyyid Abdülbâkî’nin yanında, Dilbey köyünde okudu. (Gavs-ı Sânî hazretleri; Seyyid Muhammed, Seyyid Abdülbâkî ve Molla Cihangir’in haricinde Molla Yasin, Molla Derviş, Molla Abdüssamed gibi bölgenin önemli âlimlerinden ders almıştır. Yakınlarına, ilim tahsil ettiği dönemde mütalaa yapmayı çok sevdiğini ve derse girmeden önce alacağı dersi ezberlediğini anlatmıştır.)

Gavs-ı Sânî hazretleri, medreseler üzerinde yoğun baskı olduğu için ilim hayatı boyunca çok sıkıntı çekti. Mesela Kasrik’teki medresede kapısı olmayan bir oda yapmışlardı. Resmî görevliler denetime geldiğinde damdan merdivenle gizlice inip burada saklanıyorlardı. Van’da okurken talebelerle birlikte bir ay kadar hapse atıldı. Üstelik hastalanmıştı. Ama hapishanede bile derslerine devam etti, orada da irşada vesile oldu. Hapse girdiklerinde sadece bir kişi namaz kılarken, hapisten çıktıklarında neredeyse herkes namaza başlamıştı.

Gavs-ı Sânî hazretleri Van’da hapsedildiğinde sofiler bu durumu babası Gavs-ı Kasrevî hazretlerine haber vermeye çekindiler. Çok hasta olduğu halde bir de hapse girdiğini nasıl söyleyeceklerini bilemediler. Mecbur kalıp söylediklerinde ise çok şaşırdılar. Çünkü Gavs-ı Kasrevî kuddise sırruhû üzülmek yerine sevinmiş görünüyordu. Bundan büyük bir nimet olmayacağını söylüyordu. Abdülkadir Geylânî, Şâh-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbânî, Şâh-ı Hazne hazretlerinin de hapse atıldığını, onlara mutabaat etmenin çok kıymetli olduğunu anlattı. Gavs-ı Sânî hazretlerinin bir suç işlemediği halde, Allah yolunda tevkif edildiği için çok şükretmeleri gerektiğini belirtti.

Gavs-ı Sânî hazretleri zikir ehli bir çocuktu. Gavs-ı Kasrevî hazretlerinin keşif ehli sofileri, onun çocukken bile kalbinin sürekli zikir halinde olduğunu rivayet etmiştir.

Aile fertleri içinde bünye ve sağlık bakımından en zayıf olanı Gavs-ı Sânî hazretleriydi. Çocukluğunda, ilim tahsil ederken çok ağır bir verem hastalığı geçirdi. Ankara’da iki üç ay hastanede kalarak tedavi gördü. Hastalığı sebebiyle askerlikten muaf tutuldu. Fakat bu muafiyeti verme aşamasında kendisine hayli zorluk çıkartıldı. Adıyaman askerlik şubesine gitmişti, Malatya’ya sevk ettiler. Malatya’daki komutanlardan biri ona çok kötü davrandı. Gavs-ı Sânî hazretleri şikâyetçi olabilirdi, olmadı. Komutan neden şikâyetçi olmadığını sorunca; “Şikâyetçi olmuyorum, hak ettiğim muafiyet belgesini verseniz benim için yeterlidir” buyurdu.

Gavs-ı Kasrevî hazretleri Gavs-ı Sânî hazretlerini çok severdi. Camiye hep onunla giderdi. Hatta geç kaldığı zaman evlerinin önünde bekler, yine beraber giderlerdi. Gavs-ı Kasrevî kuddise sırruhû hastalandığında, Gavs-ı Sânî hazretleri yedi yıl hizmetinde bulundu.

Gavs-ı Sânî hazretlerinin düğünü Kasrik’te oldu. Babası Gavs-ı Kasrevî hazretleri de düğünün son gününde halaya katıldı. Civardan pek çok âlim davete icabet etti. Evlendikten sadece iki gün sonra Siirt’e giderek ameliyat olmak zorunda kaldı. Böylece hayatının ilk dönemlerinden itibaren hep hastalıklarla imtihan oldu, çok çile çekti. Sabrederek Allah Teâlâ katında büyük makamlar, ilâhî ikramlar elde etti. 

Gavs-ı Sânî hazretlerinin beş oğlu, iki kızı oldu. Oğullarının isimleri Şeyh Seyyid Muhammed Saki, Şeyh Seyyid Muhammed Fettah, Şeyh Seyyid Muhammed Mübarek, Seyyid Muhammed Masum, Seyyid Muhammed Emin’dir. Kızlarının isimleri Suadet ve Mesude’dir. 

Gavs-ı Sânî hazretleri ilim tahsil ettiği, çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği beldeler arasında en çok Kasrik’i seviyordu. Dut ağaçlarına özel bir muhabbeti vardı. “Bu ağaçların meyvelerinden insanlar yediği zaman sadaka oluyor, hayvanlar yediği zaman da sadaka oluyor” diyordu.

Gavs-ı Sânî hazretleri; ilim tahsil ettiği ve babasının irşad yaptığı Kasrik köyüne 2022 yılında büyük bir külliye inşa ettirmiştir.

Hizmet Dönemi

Gavs-ı Sânî hazretleri çocukluğunu Gavs-ı Kasrevî hazretlerinin yanında ilim tahsiliyle geçirdi. Seydâ Muhammed Râşid el-Hüseynî kuddise sırruhû zamanında hizmetle meşgul oldu. Sofilerin çorbalarını, ekmeklerini taşıyor ve dağıtıyordu. Öyle hizmet ve tevazu ehliydi ki sofiler onun Seydâ hazretlerinin kardeşi olduğunu anlayamıyorlardı. Seydâ Muhammed Râşid kuddise sırruhûnun huzurunda daima edepli bir şekilde bulunuyordu.

Gavs-ı Sânî hazretleri, çocukluğunda ve gençliğinde geçirdiği hastalıkların yanı sıra bir de 1980’de merdivenden düştü. Belindeki bazı kemikler kırıldı. Hayatının ilerleyen döneminde belinde çok rahatsızlıklar oldu; sebebi bu kazadır. 

12 Eylül darbesinden sonra askerî yönetim sürecinde Merkad-ı Şerif’e kubbe yapılmaya başlanmıştı. Devamına izin verilmediği gibi yapılanın da yıkılmasını istediler. Seydâ Muhammed Râşid kuddise sırruhû sofilere; “Askerler yıkmasın, siz yıkın” buyurdu. Sofiler ağlayarak kubbe inşaatını kendi elleriyle yıktılar. Bu yıkımda kendisi de görev alan Gavs-ı Sânî hazretleri çok mahzun oldu. Kendisine, güzel ve büyük bir merkad inşa etmeyi nasip etmesi için Allah Teâlâ’ya niyaz etti. Bu duası kabul oldu. 1995’te Merkad-ı Şerif binası yapıldı. Bu binanın kubbesi Menzil’in ilk kubbesi oldu. Aradan zaman geçti, Menzil’in her tarafı kubbelerle doldu. Günümüzde Menzil’de yüzden fazla kubbe bulunmaktadır. 

1983 yılında askerler, Seydâ Muhammed Râşid hazretlerini Gökçeada’ya sürgüne götürmek için Menzil’e gece baskını yaptılar. Gavs-ı Sânî hazretleri o gün annesi hasta olduğu için Menzil’den ayrılmıştı. Diyarbakır havalimanında onu Seydâ hazretleri zannettiler; kaçtığını düşünerek çok sıkıntı çıkardılar. Gavs-ı Sânî hazretleri yine de Bursa’ya gidebildi. O gece askerler Menzil’e baskın yaptı. Seydâ Muhammed Râşid hazretlerini alıp Gökçeada’ya götürdüler. Gavs-ı Sânî hazretleri Bursa’dan Gökçeada’ya geçti. Bir ay kadar kaldıktan sonra Menzil’e döndü. Seydâ hazretlerinin Gökçeada’da ve sonrasında Ankara’daki zorunlu ikâmet sürecinde daima Menzil’deydi. Ara sıra Seydâ hazretlerinin yanına gidiyor, bazen de aile fertlerini gönderiyordu. Zorunlu ikamet 1986’da sona erdi, Seydâ Muhammed Râşid kuddise sırruhû Menzil’e döndü.

Gavs-ı Sânî hazretleri 1988 (bazı aile fertlerinin beyanına göre 1989 veya 1990 da olabilir) senesinde Seydâ hazretlerinden halifelik icazetini aldı. Seydâ Muhammed Râşid hazretlerinin 1993 yılında âhirete irtihâlinden sonra irşada başladı. İrşadının ilk yıllarında Sâdât-ı Kiram’ın Türkiye’de ve Orta Asya’da bulunan merkad-ı şeriflerini ziyaret etti. Böylece irşad vazifesinin başlarında, Nakşibendî büyüklerinin huzurlarına çıkmış oldu. Ayrıca, Altın Silsile’nin son halkası olarak izinden gittiği Sâdât-ı Kiram’ın önemini sevenlerine hatırlattı. Nitekim otuz senelik irşadı boyunca kendisi de sohbetlerinde sık sık onlara atıfta bulundu.

İrşad Dönemi

Gavs-ı Sânî hazretleri irşad vazifesini ifa ettiği süreçte çoğu zaman Menzil’de ikâmet etti. İrşadının ilk yıllarında yaz mevsimini genellikle Afyon’da geçirdi. 1990’lı yıllarda İstanbul’un Pendik ilçesi Tepeören köyünde Kasr-ı Ârifan Külliyesi’nin inşasını başlattı. 2000’li yıllarda bu külliyenin inşaatı tamamlandı ve Gavs-ı Sânî hazretleri yaz mevsimlerinde misafirlerini burada kabul etmeye başladı. Böylece yılın büyük bölümünü Menzil’de, yaz aylarını İstanbul’da geçirmeye devam etti. 

Gavs-ı Sânî hazretleri, nerede bulunursa bulunsun ziyaretçileriyle hep iç içe oldu. Bütün vakit namazlarında bir araya geldi. Ciddi sağlık sorunu olmadığı sürece sevenlerinden uzak kalmadı. Sağlık sorunları artınca, ömrünün son iki yılında yaz mevsimi haricinde de İstanbul’dan ayrılamadı. 2023 yılının Mayıs ayının sonlarında Menzil’i son kez ziyaret etti ve icazet merasimine katıldı. Haziran ayının ortalarına doğru hastalığı ağırlaştı ve İstanbul’da hastanede sürekli tedavi görmeye başladı.

Gavs-ı Sânî hazretlerinin çocukluğunda ağır bir verem hastalığı geçirdiğini, 1980 yılı civarında merdivenden düştükten sonra belinde ciddi rahatsızlıkları olduğunu belirtmiştik. 2015 yılı civarında İstanbul’da belinden ameliyat oldu, metal implant takıldı. Ayrıca son yıllarında zona hastalığına yakalandı ve koronavirüs geçirdi. Dalağında iltihap oluştuğu için dalağı alındı. Doktorların çoklu organ yetmezliği teşhisiyle, 12 Temmuz 2023 Çarşamba günü âhirete irtihâl etti. Menzil’deki Merkad-ı Şerif’e defnedildi.

Gavs-ı Sânî hazretleri 30 yıllık irşadının ardından dokuz halife bırakmıştır. Bu dokuz halifeden üçü vefat etmiş, altısı ise hayattadır. Üç halifesi de kendi evladıdır. Vefat eden halifeleri şu zâtlardır:

Seydâ Molla Hıdır,
Seydâ Molla İbrahim,
Seydâ Molla Seyyid Mustafa. (Cenâb-ı Mevlâ sırlarını mukaddes kılsın.)

Diğer halifeleri ise;
Şeyh Seyyid Muhammed Saki,
Şeyh Seyyid Muhammed Fettah, Şeyh Seyyid Muhammed Mübarek, Seydâ Molla Abdurrahman, Seydâ Molla Nezir,
Seydâ Molla Şeyhmus. (Mevlâ Teâlâ sırlarını mukaddes kılsın.)

Bu zâtlardan ilk üçü Gavs-ı Sânî hazretlerinin evlatlarıdır. 

Gavs-ı Sânî hazretleri 1993 yılından 2023 yılına kadar Menzil’de sürekli imar, inşa ve ihyâ faaliyetleri yürüttü. Merkad-ı Şerif’i, Menzil Camii’ni birkaç defa genişletti. Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî Külliyesi’ni inşa etti. En son 2019-2023 yılları arasında büyük bir imar projesiyle Menzil’in ziyaret alanını geleneksel külliye mimarisine uygun hale dönüştürdü. 

Gavs-ı Sânî hazretleri niyet, ilim, tevbe, zikir, hizmet, tevazu gibi konular üzerinde özellikle durmuştur. Niyetin sürekli kontrol edilmesi gerektiğini ısrarla hatırlatmıştır. Medreselerin hem sayısının hem de imkânlarının artması için büyük gayret göstermiştir. Buralardan icazet alan ilim ehlini, insanlara temel dinî bilgileri anlatmakla ve hizmetlerin İslâmî ölçülere uygun yürütülmesine rehberlik etmekle görevlendirmiştir. 

Gavs-ı Sânî hazretleri irşadı boyunca hemen her vakit namazında ziyaretçileriyle birlikte tevbe etmiş, nice kimselerin münkeri terk ederek marufa yönelmesine vesile olmuştur. Bütün müridlerini Nakşibendiyye usulüne uygun şekilde zikretmeye teşvik etmiştir. Zikrin kalbin zaruri bir ihtiyacı olduğunu, asla ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Sevenlerinin birlik içinde, istişare ahlâkıyla hizmet edebilmesi için pek çok kurum ve kuruluşun oluşumuna, işleyişine öncülük etmiştir. Kalp kırmaktan, kul hakkına girmekten azami ölçüde kaçınılmasını tavsiye etmiş ve böyle tehlikelerin bulunduğu durumlarda alttan almayı öğütlemiştir. 

Gavs-ı Sânî hazretlerinin dünyanın dört bir yanından müridleri ve sevenleri vardı. Güzel ahlâkıyla rehberlik ettiği bu kimselerin bütün insanlığa faydalı olacak hayırlı işler yapmalarını sağladı. Hizmet maksatlı pek çok eserin imar, inşa ve ihyâsına öncülük etti. Bütün mazlumlara, muhtaçlara yardım edilmesine, ümmet şuuruna, Türkiye’nin birliğine ve beraberliğine büyük önem verdi. Nakşibendî tarikatının güzelliklerini yaşayarak ve yaşatarak gösterdi. Tasavvufun gayesinin İslâm’ın emir ve tavsiyelerini samimiyetle yerine getirmekten, Sünnet-i Seniyye’ye harfiyen uymaktan ibaret olduğunu herkese hatırlattı.

Gavs-ı Sânî Hazretlerinin Bir Günü

Gavs-ı Sânî hazretleri güne teheccüd namazına kalkarak başlıyordu. Teheccüd namazından sonra tasavvufî amellerini yapıyordu. Beş vakit namazını cemaatle kılıyordu. Özellikle camide namaz kılmayı çok istiyordu. Sağlığı el veriyorsa mutlaka camiye gidiyordu. Camiye gidemese, hasta olsa dahi namazlarını cemaatle kılıyordu. Saadetli ömrünün sonuna kadar cemaatle namazı terk etmedi. Bir yere giden yakınlarına, muhakkak namazlarını cemaatle kılmalarını emrederdi. 

Sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra sofilerin sorularını, meselelerini dinliyordu. Bir de akşam namazından sonra aynı şekilde soru ve dert dinlerdi. Ancak ziyaretçiler çoğaldıkça bu imkân kalmadı. Sabah namazından sonra istirahate çekiliyor, kuşluk namazını kılmak için kalkıyor ve kahvaltı yapıyordu. 

Öğle namazını kıldıktan sonra odasında misafirlerini kabul ediyordu. İkindi namazından sonra hatme-i hâcegân yapıyor ve camide bir cüz Kur’an-ı Kerim okuyordu. Eğer günlerden Cuma ise Merkad-ı Şerif’te okuyordu. Ramazan ayında Sâdât-ı Kiram’a mutabaat için yatsı namazından sonra bir cüz daha Kur’an-ı Kerim okuyor ama bununla yetinmiyordu. Ramazan-ı Şerif’te neredeyse bütün müsait vakitlerini Kur’an-ı Kerim okuyarak geçiriyordu. İkindi namazından sonra akşam yemeğini yiyordu. Yatsı namazından sonra aile fertleriyle sohbet ediyor ve meyve yiyordu. 

Gavs-ı Sânî hazretleri günde iki öğün yemek yerdi. Biri öğleden önce, diğeri ikindiden sonra. Bu öğünlere ilaveten yatsıdan sonra meyve yerdi. Salata yemeyi severdi. Medine-i Münevvere’den gelen, ince yuvarlak tandır ekmeğini yemeyi severdi. Bu ekmeğe “Buhara Ekmeği” veya “Afgan Ekmeği” denilmektedir. Hemen her gün dondurma yerdi, dondurmayı çok severdi. Çayı da yanından ayırmazdı fakat saadetli ömrünün son birkaç yılında pek çay içemedi. 

Yatsı namazının akabinde, aile fertleriyle bir süre görüştükten sonra istirahate çekilirdi. Böylece bir günü sona ererdi. Zamanlamaya ve programlı yaşamaya çok özen gösterirdi. Hangi dakikada ne yapacağı belliydi. Bu konuda son derece hassastı.

Gavs-ı Sânî hazretleri Sünnet-i Seniyye’ye harfiyen uyardı. Sâdât-ı Kiram’a mutabaat etmeye ve Nakşibendî âdâbına riayet etmeye de azami özen gösterirdi. 

Mesela, Gavs-ı Sânî hazretleri bir gün çok hasta olduğu halde parmaklarını zorlukla hareket ettirerek evlatlarından birinin yeleğinin alt düğmesini açmıştır. Üst düğmesini de eli yetişmediği için işaret ederek açtırmış; “Gavs-ı Kasrevî böyle yapardı” buyurmuştur. 

Gavs hazretleri sünnet namazlara farz namaz gibi ehemmiyet vermiş, aile fertlerini sünnetleri düzenli kılmaları konusunda uyarmıştır. 

Tarikat âdâbına ve Sâdât-ı Kiram’ın amellerine baktığımız zaman da tamamının ya doğrudan sünnet ya da sünnet kaynaklı bir davranış olduğunu görürüz. 

İlme Verdiği Önem

Gavs-ı Sânî hazretleri medreseleri çok seviyordu. Âlimlere ve talebelere çok düşkündü. Medresenin, âlimin ve talebenin dinin temeli olduğunu; bunlar olmasa insanların dinlerini öğrenemeyeceklerini ifade ediyordu. İslâm’ın neşvü nema bulmasına medreselerin vesile olduğunu hatırlatıyordu. Bu hususta şunlar nakledilmiştir:

“Gavs-ı Sânî hazretleri Gavs-ı Kasrevî hazretlerinin vefatından sonra bir iki odalık küçük bir medrese yapmak ister. Medreseler üzerindeki aşırı baskıdan dolayı yapamaz, çok üzülür. Rabbi’ne dua edip, imkân bulursa Menzil’e çok büyük ve güzel bir medrese yapmaya niyet eder. Zaman geçer, Cenâb-ı Mevlâ’nın ihsanıyla Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî Külliyesi’ni inşa ettirmek nasip olur.”

Seyyid Abdühakîm el-Hüseynî Külliyesi hakkında Gavs-ı Sânî hazretleri, “Dünyada böyle bir medrese yoktur” buyurmuştur. Bu külliyede Mayıs 2023’te yapılan icazet merasimine çok ağır hasta olmasına rağmen bizzat katılmıştır. Sağlık durumu iyi olmadığı için istirahat etmesini tavsiye edenlere ilme verdiği önemi hatırlatmıştır. 

Bu icazet merasiminde külliye görevlilerinden birini yanına çağırıp, alandaki binlerce talebeyi göstererek, “İşte bu benim duamın kabulüdür” buyurmuştur. Çünkü geçmişte medreseler üzerindeki baskılar, ilim tahsilinde çekilen sıkıntılar sebebiyle, binlerce talebe istihdam etmeyi kendisine nasip etmesini Allah Teâlâ’dan niyaz etmiştir. Aradan yıllar geçip ilim müesseselerinin, hocaların ve talebelerin sayısı arttıkça sürekli sayının kaça çıktığını sormuştur. 

Gavs-ı Sânî hazretlerini sevindirmek için medreselerin, hocaların, talebelerin sayısını arttıkça kendisine haber veren Şeyh Seyyid Mübarek el-Hüseynî kuddise sırruhû bir defasında; “Bin olmasını istediniz bin oldu, sonra iki bin olmasını istediniz iki bin de oldu. Şimdi üç bin olmasını istiyorsunuz” deyince; “Beş bin de isterim on bin de...” buyurarak ilim ehline duyduğu muhabbeti dile getirmiştir.

Gavs-ı Sânî hazretleri, “el-Minhâcü’s-Senî Âdâb-ı Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî” isimli eserini telif ederken çok emek harcadı. Bir ilmî heyet çalıştırdı. Seyyid Galib el-Hüseynî ile kitap hakkında sürekli istişarelerde bulundu. Cümle cümle müzakere etti. Kitap yayımlanınca çok okunmasını tavsiye etti. Yakınlarına kitabı hediye etti ve mutlaka okumalarını söyledi; okuyup okumadıklarını takip etti.

Gavs-ı Sânî hazretleri “Sere Sale” merasimlerine, özellikle talebelere yardım edilmesine vesile olduğu için çok önem verirdi. “Mutlaka yapın” derdi. Kendisi merasime katılamıyordu ama kapının önünde talebeler ona “ceza” kesiyor, o da cezasına razı olarak talebeler ne isterse veriyordu. 

(“Sere Sale” Kürtçe “yılbaşı” demektir. Her yıl 13 Ocak’ı 14 Ocak’a bağlayan gece kutlanır. Rumî takvimde 1 Ocak’a denk geldiği için “Rumî Yılbaşı” diye de isimlendirilir. Kur’an-ı Kerim’de beyan buyurulduğu üzere Rumlar Sasanîlere galip geldiğinde müminler sevinmiştir. Bu vesileyle Sâdât-ı Kiram medreselerde Sere Sale merasimleri yapılmasını hoş görmüştür. Bu merasimde talebeler çeşitli gösteriler düzenler ve eğlenirler. Ferman okuyarak büyüklerine “ceza” keserler. Geleneğe göre büyüklerin ödemek zorunda olduğu bu cezalar talebelerin ihtiyaçları için kullanılır.)

Hizmete Verdiği Önem

Gavs-ı Sânî hazretleri şeriata aykırı bir şeyle karşılaştığında hemen müdahale ediyordu. Bütün hizmetlerin dinimize uygun bir şekilde ifa edilmesi üzerinde çok duruyordu. Sık sık, “Babam da ağabeyim de ben de bu kapıya haram sokmadık. Bu yüzden insanlar bu kapıdan istifade ediyorlar” diye nasihat ediyordu.

Vakıf hizmetleri ve medreseler üzerinde çok duruyordu. Son zamanlarında bunların önemi, muhafazası hakkında aile fertlerine sık sık nasihat etmiştir. Özellikle yayınevinden Arapça kitaplar, medrese kitapları çıktığında kendisine takdim ettiklerinde çok memnun oluyor, dua ediyordu. Bütün hizmetleri tasvip ediyor ve kesin bir şekilde destekliyordu. Şeyh Seyyid Mübarek el-Hüseynî hazretleri bu konuda şöyle demiştir: “Babamın çok geniş bir ufku vardı. Şeriata mutlaka uymak şartıyla, hayatın her alanında hizmet edilmesini isterdi.”

Sağlıklı ve Düzenli Yaşamaya Verdiği Önem

Gavs-ı Sânî hazretleri çok düzenli yaşayan ve giyimine kuşamına özen gösteren biriydi. Elbisesinde en küçük bir leke olsa hemen değiştirirdi. Bir eşyayı çok kolay beğenmezdi. Özenliydi, seçiciydi. Mesela aile fertleri şöyle bir hatırayı naklederler: “Gavs-ı Sânî hazretlerine birçok saat getirdiler, hiçbirini beğenmedi. En son yeşil bir saati beğendi.” 

Fistan (erkek entarisi) giymeye çok önem verirdi. Ağır hasta olduğu zaman doktorlar kolay müdahaleye imkân vermediği için giymesini istemediler. Bunun üzerine fistanını göstererek; “Bunu hayatım boyunca hiç çıkarmadım, gece de giydim gündüz de” buyurdu. 

Gavs-ı Kasrevî hazretlerinden kalan sarı bir cübbeyi çok seviyordu. Bu cübbe Gavs-ı Kasrevî kuddise sırruhû âhirete irtihâl ettiğinde Mersinli bir sofideydi. Sofi, Seydâ Muhammed Râşid hazretlerinden cübbeyi istemiş, o da vermişti. Gavs-ı Sânî hazretleri bu cübbeyi görmek için bazen Mersin’e giderdi. Hastanede olduğu bir gün Mersinli sofi cübbeyi kendisine hediye etti. Gavs-ı Sânî hazretleri çok sevindi. Bu cübbeyi o kadar seviyordu ki giymeye kıyamıyordu. En son, hastalığının ağır dönemlerinde bu cübbenin üzerine örtülmesini istemişti. 

Sağlığına dikkat eder, hastalandığı zaman mutlaka doktora gider ve doktorların tavsiyelerine titizlikle uyardı. İlaçlarını aksatmadan zamanında alırdı. Egzersizlerini özenle yapardı. Uzmanlar tarafından havuza girmesi tavsiye edildiğinde düzenli havuza girerdi ve “Bu da ilaç gibidir” derdi. Koronavirüs salgını olduğunda uzmanların belirlediği kurallara, tavsiyelere hem kendisi uydu hem de çevresini uymaya teşvik etti. Menzil’de salgın tedbirlerinin harfiyen uygulanmasını sağladı. İlk fırsatta koronavirüs aşılarını yaptırdı. Hayatının her alanında olduğu gibi sağlık konusunda da Sünnet-i Seniyye’ye muvafık bir şekilde yaşadı.

Aile Efradına Tavrı

Gavs-ı Sânî hazretleri aile fertlerine karşı çok şefkatliydi. Özellikle kız çocuklarına aşırı şefkat gösteriyordu. Bununla birlikte adalet konusunda çok titizdi. Birini ne kadar severse sevsin, ayrıcalık tanımıyordu. Evlatları bazen; “Filanı çok seviyor, herhalde ona daha özel davranacak” diye düşünüyorlardı ama Gavs-ı Sânî hazretleri herkese eşit davranıyordu. Kimi ne kadar sevdiğini anlamak için uzun zaman geçirmek gerekiyordu. 

Çok şefkatli olan Gavs-ı Sânî hazretleri, her akşam bütün yakınlarını yanında görmek istiyordu. Özellikle saadetli ömrünün son dönemlerinde bu isteğini açıkça belli ediyordu. Aile fertlerini yanına çağırıyor, gelmelerini söylüyordu. Yatsı namazından sonra onlarla birlikte oturuyordu. Aile fertlerinden dileyenler bir süre oturduktan sonra kalkıyor, bir kısmı da Gavs-ı Sânî hazretlerinin odasına geçip istirahate çekilmesini bekliyordu. Ancak o zaman kendi hanelerine dönüyordu.

Gavs-ı Sânî hazretleri evlatlarına, “Sizi çok serbest bıraktım, dilediğinizi yaptınız, hiçbir baba kolay kolay evlatlarını bu kadar serbest bırakmaz” buyurmuştur. Buradaki serbestlik İslâm’ın emir ve tavsiyelerine uymak şartıyladır. Böylece Gavs-ı Sânî hazretleri çocuklarından sadece dinimize uymalarını istemiş ve diğer bütün konularda gönüllerince hareket etmelerine müsaade etmiştir. 

Gavs-ı Sânî hazretlerinin hanımı Sohbet Anne, Ramazan-ı Şerif’in 18. gününde; 30 Nisan 2021’de âhirete irtihâl etmiştir. Gavs-ı Sânî hazretleri hayat arkadaşının, biricik eşinin vefatına çok üzülmüştür. 

Kutsal Topraklara ve Menzil’e Muhabbeti

Gavs-ı Sânî hazretleri hacca ve umreye gitmeyi çok severdi. Her sene hacca gitmeye niyet ediyor, sürekli umreye gitmeyi arzuluyordu. Allah Teâlâ da ona defalarca mübarek toprakları ziyaret etmeyi, hac ve umre yapmayı nasip etti. Bir yakını hacca veya umreye gidecek olsa, kendisi eşlik edemeyecekse, “Keşke ben de sizinle birlikte gelebilseydim” diyordu. 

Vefatından iki üç ay kadar önce Buhara’ya gitmek istediğini de dile getirmişti. Yine vefat etmeden evvel hacca gitmeye niyet etmiş ve aile fertlerine, “İnşallah iyileşirsem beraber gideriz” buyurmuştu.

Gavs-ı Sânî hazretleri Menzil’e çok muhabbet beslerdi. “Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’den sonra Menzil hiç aklımdan çıkmıyor” derdi. Son yıllarında hastalığı sebebiyle Menzil’e uzun süre gidemedi, hasret gidermek için Menzil’le ilgili bazı levhaları İstanbul’a istedi. Menzil’e son gidişinden önce, Menzil’den kimi görse, “Köy nasıldır?” diye soruyordu. Onun Menzil’i bu kadar özlediğini gören aile fertleri doktorlara ricada bulundular, fakat sağlığı elvermediği için müsaade edilmedi. 

Gavs-ı Sânî hazretleri biraz iyileşince Menzil’i son bir kez görmek ve icazet merasimine katılmak kendisine nasip oldu. Menzil’den ayrılırken de aile fertlerine, “Benim artık buraya dönmem zor olur” buyurdu. Böylece çok sevdiği biricik köyü Menzil ile zâhiren vedalaşmış oldu.

Sofilere Muhabbeti

Gavs-ı Sânî hazretleri sofileri çok seviyordu. Onlara karşı çok halim, çok şefkatliydi. Devamlı sofilerin arasında bulunmak, dertlerini dinlemek isterdi. Hastalandığı zaman kendisini ziyaret etmek için ısrar eden sofilere, “İmkânımız olduğu sürece hep sizin yanınızdaydık” buyurmuştur. Hatta Menzil’e son geldiğinde, onun Menzil’i çok özlediğini bilen evlatlarından birisi kendisine ferahlayıp ferahlamadığını sorunca buyurdu ki: “Sofilerin içine giremediğim, camiye gidemediğim için tam ferahlayamadım.” 

Son gelişinde Menzil’de beş vakit camiye çıkmaya niyet etmiştir ama doktorlar sadece üç vakte kadar izin vermiştir. Ne var ki sağlığı buna da elvermemiştir.

Gavs-ı Sânî hazretleri ziyaretçileriyle buluştuğu, misafirlerini ağırladığı camiyi çok severdi. Caminin her şeyinin muntazam olmasını isterdi. Halıların temizliğine, yeniliğine önem verirdi, gerektiğinde derhal değiştirilmesini isterdi. Menzil’e gelen misafirlerin kalacakları yerdeki eşyalarda en ufak bir eksiklik olsun istemezdi. Bu yüzden daima camiyi ve misafirhaneyi teftiş ederdi. Bir sorun gördüğü zaman ertelemez, mühlet tanımaz, hemen çözülmesini emrederdi.

Mevlâ Teâlâ makamını âlî kılsın, bizleri şefaatlerine nail eylesin.  





Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy