Aramak

Tasavvuf ve Hizmet

Gavs-ı Sânî hazretleri deyince ilk akla gelen kelimelerden biri hizmettir. Çünkü “Hâdimü’l-Müslimîn” yani Müslümanların Hizmetçisi ünvanıyla anılmak istemiş, sohbetlerinde hizmet âdâbı üzerinde çok durmuştur. Bütün müminlere gece gündüz hizmet etmelerini ısrarla tavsiye etmiştir.

Bir mürşid-i kâmilin hizmete neden bu kadar önem verdiğini daha iyi anlamak için önce hizmet kavramını ve dinimizdeki yerini kısaca hatırlamakta yarar var.

Doğayı kendi haline bıraksak, insan eli değmese kendi düzeni içinde belirli bir döngüyle akıp gider. Fakat insanın olduğu yerde bozulma veya düzelme olur. Çünkü insan irade sahibidir. İlâhî kazâ ve kaderle kuşatılmış olan bu irade dünya hayatında “iyilik” veya “kötülük” cinsinden durumları ortaya çıkarır. Hayvanlar, bitkiler, cansız varlıklar faydalı olabilirler ama irade ortaya koyup “iyilik” yapamazlar. İnsanın faydası da iyiliği de iradesine bağlıdır. İşte bu iradeyi ortaya koymaya, kendisinden başka varlıklara faydalı olmaya “hizmet” denir.

İslâm’da ve özellikle de tasavvufta hizmete bazı şartlar getirilmiştir. Öncelikle hizmetin Allah Teâlâ’nın rızası niyetiyle yapılması gerekir. Gösteriş, prestij veya dünyevî maksat için yapılan amel hizmet sayılmamıştır. Cennete layık bir kul olmak için hizmet edilebilir, fakat herhangi bir dünyalık menfaat için yapılanlar işin vasfını tamamen değiştirir. Bu bakımdan Allah için yapmanın dışındaki maksatlardan arınmak demek olan “ihlâs” hizmetin makbul sayılmasının ön şartıdır. 

Yine hizmet için birçok edep belirlenmiş, bu edeplere uymayan hizmetler, uymama derecesine göre makbul sayılmamıştır.

Gavs-ı Sânî hazretleri deyince ilk akla gelen kelimelerden biri hizmettir. Çünkü sohbetlerinde hizmet âdâbı üzerinde çok durmuştur. Bütün müminlere gece gündüz hizmet etmelerini ısrarla tavsiye etmiştir. Sadece tavsiye ile de kalmamış, birçok hizmet kurumunun oluşmasına öncülük, faaliyetlerine rehberlik etmiştir. Hizmet imkânlarını öylesine genişletmiştir ki hizmeti dört mevsime, yedi kıtaya yaymıştır. Adeta hizmet etmemek için bahane ya da mazeret bırakmamıştır. Dolayısıyla onunla tanışan herkes hizmetten nasibini almıştır.

İslâm’da Hizmet

Bir mürşid-i kâmilin hizmete neden bu kadar önem verdiğini daha iyi anlamak için önce hizmetin dinimizdeki yerini kısaca hatırlamakta yarar var. 

Ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde insanlara faydalı olmak, onlar için hayırlı ve güzel işler yapmak sık sık tavsiye edilmiştir. 

Kur’an-ı Kerim’de müminlerden iyi ve hayırlı işler yapmada yarışırlar diye bahsedilmiş, şu ayet-i kerimede övülmüştür: 

“Onlar Allah’a ve âhiret gününe inanırlar. İyiliği emreder, kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendir.” (Âli İmrân 114)

Şu ayet-i kerimede ise iyilik ve hayır yapan müminlerin yardımlaşmaları emredilmiştir:

“İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın. Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkun; Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Mâide 2)

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem de, “İnsanların en hayırlısının insanlara en faydalı olanıdır.” (Beyhakî, Şuab, VI, 177) buyurmuş, Ashâb-ı Kiram’ı ve bütün müminleri, insanların faydası için çabalamaya teşvik etmiştir.

Şu hadis-i şeriflerinde ise, Allah Teâlâ’nın Müslüman kardeşine yardım eden, onun ihtiyacını karşılayan kuldan hoşnut olacağını haber vermiştir:

“Kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah Teâlâ da o kulun yardımındadır.” (Müslim, Zikir, 38)

Bu ve benzeri emir ve tavsiyeler uyarınca Müslüman kardeşine yardım etmek, onun faydasına çalışmak, bu uğurda fedakârlıkta bulunmak tasavvuftaki hizmetin özüdür. Müminler bilirler ki sadece kendilerini düşünerek Allah Teâlâ’nın rızasını kazanamazlar. Mutlaka başkalarına faydalı olmaları gerekir. Bu faydanın da hiçbir dünyevî–nefsânî çıkar gözetmeden sırf Allah rızası için olması şarttır. 

Dolayısıyla hizmet, güzel ahlâkın gereği ve faziletli bir amel olmakla birlikte yerine göre İslâm’ın bir emridir. 

Biz müminler hizmeti tamamen terk edemeyiz. Yakın çevremizden başlayarak sorumlu olduğumuz hizmetleri ifa ettikten sonra hizmet etmeye devam edersek de pek çok fazilet elde ederiz. 

En büyük hizmeti peygamberler yapmıştır. Çünkü hiçbir dünyevî karşılık beklemeden insanlara Hakk’ı ve hakikati tebliğ ederler. Bu tebliğ sırasında nice fedakârlıklar gösterir, sıkıntılara sabrederler. Hangi peygamberin hayatına baksak, insanları kurtarmak için her şeylerini, hatta canlarını ortaya koyduklarını görürüz. Bütün bu gayretler hizmetin tasavvufî tanımının kapsamına girer. Nitekim dervişlerin hizmet ahlâkı konusunda en çok örnek aldıkları zâtlar da peygamberlerdir.

Ashâb-ı Kiram efendilerimiz başta olmak üzere bütün ümmetler de hizmet etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde geçmiş ümmetlerden müminlerin başta peygamberlerine, sonra çevrelerine nasıl hizmet ettikleri nakledilir. Ashâb-ı Kiram hizmette zirve bir nesildir, Saadet Asrı hizmette zirve bir dönemdir. 

Enes b. Mâlik radıyallahu anhu şöyle rivayet etmiştir:

“Bir yolculukta Resûlullah ile beraberdik. İçimizden bazıları oruçlu bazıları ise değildi. Çok sıcak bir vakitte bir yerde konakladık. Sadece uygun elbisesi olanlar serinleyebiliyordu. Kimileri de eliyle güneşten korunmaya çalışıyordu.
Oruç tutanlar ister istemez yığılıp kaldılar. Oruç tutmayanlar ise çadırları kurdular, hayvanları suladılar. Bunun üzerine Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem; ‘Bugün asıl sevabı oruç tutmayanlar kazandı’ buyurdu.” (MÜSLİM, SIYAM 16, NR. 2678) 

Çoğu muteber kaynakta rivayet edildiği üzere, ilim ve irfan ehlinin hizmeti nafile ibadetten üstün tutmasının en meşhur delillerinden biri bu hadis-i şeriftir. İlim ve irfan ehlinin hizmeti bu derece faziletli görmesi ise tarihimizdeki neredeyse bütün kurumlarımızı mayalamıştır. Camilerimiz, medreselerimiz, dergâhlarımız, kervansaraylarımız, hanlarımız, hamamlarımız, köprülerimiz... hepsi hizmet şuuruyla imar, inşa ve ihyâ edilmiştir. 

Tasavvufta Hizmet

Dinimizin emir ve tavsiyelerinden biri olduğu halde hizmetin daha çok tasavvufla ve sûfilerle anılması tabiidir. Çünkü hizmet, dışarıdan bakıldığında yorucu bir iş olsa da özü kalple alakalıdır. Bu bakımdan görünür tarafından ziyade manevi derinliği önemsenmiştir. Yapılanlarda niyete, gayeye ve edebe ağırlık verilmiştir. Bütün bunlar hizmet mefhumunun tasavvuf çatısı altında neşvünema bulmasına vesile olmuştur. Zaten İslâm tarihindeki zâhiri hizmetlerin pek çoğunda sûfîlerin büyük payları vardır.

İlk dönem kaynaklarından itibaren tasavvufî eserlerde de hizmete önemli bir yer verilmiştir. Kuşeyrî Risâlesi’nde, hizmet edecek dervişlere yapılan şu nasihatler bunun güzel bir örneğidir:

• Hizmet ederken illâ talepte bulunulması beklenmemeli; kişilerin halinden neye ihtiyaçları olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü istemekten çekinenler olabilir.

• Hizmet eden kişi sabırlı olmalı, eziyetlere katlanmalıdır.

• Hizmette teşekkür beklenmez; aksine özür dilenir.

• Hizmette çektiği sıkıntı çoğaldıkça dervişin hizmetini daha da artırması gerekir. 

Tasavvuf klasiklerinde hizmetin edepleriyle ilgili olarak bunlara benzer pek çok nasihat bulunur. “Dergâha eğri odun taşınmaz”, “Lokma karın doyurmaz, muhabbet artırır”, “Gönülsüz yapılan hizmetten hayır gelmez” gibi hizmet edepleriyle ilgili bazı sözler de deyim ya da atasözü olarak dile yerleşmiştir. Bizim medeniyetimiz hizmet medeniyetidir desek yeridir. Kültürel unsurlarımız baştan başa hizmete dair inceliklerle doludur. Tasavvuf ehli olunmasa bile büyüklerden alınan terbiye, nesilden nesle aktarılan değerler hizmet ahlâkını aşılar.

Tasavvufta, mürşidin hizmetinde bulunmaya özel bir önem atfedilir. Hatta tasavvufî bir terim olarak hizmet, “Bir şeyhe veya tekkedeki dervişlere yardım etme” şeklinde tarif edilir. Ne var ki mürşid-i kâmiller kendilerine hizmet etmek isteyen müridlerini çoğu zaman bizzat kendilerine değil de canlı cansız bütün varlıklara hizmet etmekle vazifelendirirler. Böylece yapılanların mürşidin yararına olmasından ziyade mürşidin emrine uygun olması ön plana çıkar. Müridin mürşidinin emriyle yaptığı bütün hizmetler mürşide hizmet sayılır.

Nakşibendîlik’te Hizmet

Nakşibendîler için hizmet ayrıca önem taşır. Çünkü Nakşibendîlik’te “Halk içinde Hak ile beraber olmak” şeklinde tarif edilen “halvet der-encümen” esası vardır. Şâh-ı Nakşibend hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Kişi toplum içinde bulunur ve insanlara hizmet ederse, toplumdan uzaklaşıp yalnız başına ibadete çekilmekten daha ileri bir seviyede kalp huzuruna ulaşır. Bizim yolumuz halkla iç içe olma yoludur. Halktan uzaklaşmakta şöhret (ayrışıp gösterilen biri olma), şöhrette ise afet vardır.”

Şâh-ı Nakşibend hazretleri hizmet usulünü belirlerken kendisinden önceki Hâcegân büyüklerinin izinden gitmiştir. Hâcegân büyükleri ise peygamberler tarihinden ve Saadet Asrı’ndan gelen hizmet şuurunu devam ettirmiştir. Böylece Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhû ile Nakşibendîlik ismini alan bu güzel yolun bütün silsilelerinde baş tacı edilen hizmet ahlâkı, Allah Teâlâ’nın izni ve inayetiyle kıyamete kadar yaşatılacaktır. 

Nakşibendiyye Sâdât-ı Kiramı’nın hizmet âdâbıyla ilgili tavsiyelerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

• Kesinlikle İslâm’ın emirlerine ve yasaklarına uygun olmalıdır.

• Daima niyete ve edebe dikkat edilmelidir.

• Gönülden yapılmalıdır. İsteksiz ve şikâyetlenerek yapılan iş hizmet olmadığı gibi, o işte zulmet olur.

• Vakitleri mümkün olduğunca hizmetle değerlendirmek gerekir. Hizmet çoğu durumda nafile ibadetten faziletlidir.

• Hizmet edilebilecek her alanda mutlaka hizmet edilmelidir. Dinimizin izin verdiği hiçbir iş dünyalık olarak görülmemeli, zâhiren dünyalık gibi görünen bütün meşru işler niyet, hizmet ve zikirle âhiret ameline dönüştürülmelidir.

• Hizmetin sahibi Allah Teâlâ’dır, muvaffakiyet ilâhî bir ihsandır. Hizmetin kişiye ihtiyacı yoktur; kişinin hizmete ihtiyacı vardır.

• Hizmet sabır, fedakârlık ve her türlü zorluğa katlanmayı gerektirir.

• Hizmet istikamet ister; baştaki niyet ve gayeye sıkı sıkıya bağlı kalınmalıdır.

• Başkalarına faydalı olmak isteyen kişi asla kendi nefsini ihmal etmemelidir; kendini ıslah edemeyen başkalarını ıslah edemez.

• Hizmetin tertemiz mahiyeti, dünya menfaati, makam mevki ve iktidar arzusu, kuru kalabalıkla övünme gibi lekelerle kirletilmemelidir.

Gavs-ı Sânî hazretlerinin hizmetle ilgili tutumuna, sözlerine, icraatlarına baktığımız zaman şimdiye kadar izah ettiğimiz usul ve esasların büyük bir titizlikle hayata geçirildiğini görürüz. İslâm’da, tasavvufta ve Nakşibendiyye yolunda hizmete ne kadar kıymet verildiği düşünüldüğünde, Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretlerinin otuz yıllık irşad dönemindeki hizmet hassasiyeti daha iyi anlaşılır.

Hizmet Nimeti

Gavs-ı Sânî hazretlerinin “Hizmet nimettir” sözü çok meşhur olmuştur. O, hizmetin bir nimet olduğunu öğretmek ve bu nimetin elde edilmesine vesile olmak için çok sohbetler etmiş, bizzat örneklik sergilemiştir. Kuruluşuna öncülük, faaliyetlerine rehberlik ettiği nice hizmet kurumunu insanlığa kazandırmıştır. 

Gavs-ı Sânî hazretlerinin irşada başladığı 1993 yılında, Menzil’e gönül verenlerin birbirleriyle ve mürşid-i kâmilleriyle iletişimi istenilen seviyede değildi. Bir sohbetin ya da talebin teyit edilmesi zordu. Aynı şekilde, yerel görevlilerin denetlenmesi gerekiyordu. Sofilerin sayısı arttıkça bu durum doğal olarak bazı sorunlara yol açıyordu. 

Bunun üzerine Gavs-ı Sânî kuddise sırruhû hizmetleri kurumsallaştırmak için vakfı kurdu. Vakıf vesilesiyle sağlıklı bir iletişim düzeni sağlandı. Böylece Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretlerinin kendi beyanıyla teyit ettiği üzere sorunlar ve şikâyetler büyük ölçüde azaldı.

Vakıf ilk kurulduğunda, hizmetlerin yegâne kurumsal çatısıydı. Buna binaen Menzil’de kurumsallaşmanın ismi “vakıf” olarak anıldı. Daha sonra süreç içerisinde farklı alanlardaki hizmetleri de kurumsallaştırmak için pek çok vakıf, dernek, şirket kuruldu. Böylece başlangıçta vakıf üzerinden sağlanan sağlıklı iletişim, zamanla etkin bir koordinasyona kavuştu. Vakıf bünyesinde ve etrafında pek çok hizmet kurumu oluşturuldu. 

Taç Kapı
Menzil





Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy