Aramak

Hatıralar

Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretlerinin gerek otuz senelik irşadı gerek sofilik ve halifelik dönemine ait pek çok hatıra mevcut. Bu hatıralar onun hizmeti, irşadı ve ahlâkı konusunda kıymetli ipuçları veriyor. Anlatıcıların ve anlatımlarda bahsi geçen kişilerin isimlerini, kendilerinden izin alma imkânımız bulunmadığı için saklı tutarak bunların bir kısmını sunuyoruz.

Sofilere Hizmeti

Yaşlı bir sofi anlatıyor:

Gavsımız kuddise sırruhû halife iken dergâhın tüm işleriyle bizzat ilgileniyordu. 

Bir harman zamanı, sabah namazından sonra Seydâ Muhammed Râşid kuddise sırruhû harman yerine gelmişti. Mübareğe bir sandalye verdiler, oturdu. Gavsımız da yanında gelmişti. Seydâ Muhammed Râşid kuddise sırruhû; “Abdülbaki, sofilerin çorbasını getir” dedi. Gavsımız hemen çorba getirmeye gitti. Biraz sonra ekmek sepetini koluna takmış iki eliyle de çorba karavanasını tutarak geldi. Karavanayı bıraktı ve “Buyurun, için” dedi. 

Biz de bu esnada işi bırakıp çorba içmek için hazırlanıyorduk. Sonra gördük ki Gavsımız lokantanın arkasındaki çeşmeye bir hortum takmış, çalışan sofilerin eline su tutuyor, sofiler de ellerini yüzlerini yıkıyorlar. Sofiler ellerini yıkarken Gavsımız kuddise sırruhû, elini yıkayan bir sofinin başında patozun savurduğu tozu gördü. Hortumu başka bir sofiye verdi. Sofinin başını kendi eliyle yıkadı.

Biz Mübareğin hizmet edenlere bizzat kendilerinin hizmet ettiğine şahit olduk. 

‘Hizmetime Mani Olmayın’

Bir sofi anlatıyor:

Hac ziyareti sırasında Gavsımız kuddise sırruhû Harem-i Şerif’te oturmuş, oradaki rahlelerden birini önüne çekmiş Kur’an-ı Kerim okuyordu. Kur’an okumak için gelen hacı adaylarını görünce ara veriyor, onlara rahle uzatıyor, sonra tilâvetine devam ediyordu. Bu hâli gören sofilerden biri, Gavsımız sıkıntı çekmesin diye düşünerek şöyle dedi: 

— Kurban, siz zahmet etmeyin, rahleleri biz dağıtırız. 

Gavsımız tebessüm ederek baktı ve şöyle dedi: 

— Neden benim hizmetime mani oluyorsunuz? Biz Ümmet-i Muhammed’e Allah için hizmet ediyoruz. Hadi, siz de gidin kendinize bir hizmet bulun, bizim hizmetimize mani olmayın.

Mürşid ile Mürid Arasında

Bir sofi anlatıyor:

Bir âlim Menzil’e gidip Gavsımız kuddise sırruhûyu görmek ister. Hazırlığını yapıp yola çıkar, Menzil’e gelir. Birkaç gün kalır. Bu arada bir şey dikkatini çekmiştir. Dayanamayıp Gavsımız kuddise sırruhûya eğilir ve sorar: 

— Efendim, biz âlimler sohbet ederiz, vaaz veririz. Sohbet bitince çıkar gideriz, arkamızdan da kimse gelmez. Siz geliyorsunuz, bir şey de söylemiyorsunuz. Sadece bakıp tevbe veriyor, sonra çıkıyorsunuz. Ama peşiniz sıra dünya akın ediyor, bu muhabbettin sırrı nedir? 

Gavsımız kuddise sırruhû şöyle der:

— Şu havadaki elektrik telini görüyor musun?

— Evet! 

— Peki, içinden akım geçiyor biliyor musun?

— Evet!

— Peki, geçen akımı görebiliyor musun?

Âlim duraksar. Gavsımız şöyle devam eder: 

— İşte mürşid ile mürid arasında böyle bir akım vardır. Göz görmez ama gönül hisseder.

Dualarda Ortak

2006 yılında hacca giden bir sofi, Arafat’ta Gavs-ı Sânî hazretlerini aradı. Konuşma sırasında Gavs-ı Sânî kuddise sırruhû ona şöyle dedi:

— Bizi duanıza ortak ediniz.

Sofi şöyle cevap verdi:

— Kurban, biz her duamızda sizi anıyoruz. Asıl siz bizi duanıza ortak edin. 

Bunun üzerine Gavs-ı Sânî kuddise sırruhû şöyle buyurdu:

— Biz bütün sofileri dualarımıza ortak ettik.

‘Benim İçin Zahmet Etmeyin’

Bir sofi anlatıyor:

Gavsımız’ın rahatsız olduğunu öğrenen bir doktor, onu arayıp durumu hakkında bilgi aldıktan sonra mutlaka muayene ve tedavi olması gerektiğini söyledi. Bulunduğu şehirdeki hastaneye gelmesi için onu davet etti. Gavsımız kuddise sırruhû yolculuk yapamayacak kadar rahatsız olduğunu söyleyince doktor şöyle dedi: 

— Kurban, müsaade ederseniz bir cerrah arkadaşımızla gelip sizi muayeneye edelim. 

Bunun üzerine Gavsımız şöyle buyurdu:

— Yok, benim için zahmet etmeyin. (Doktorlar gelmek için ısrar edince) Öyle yapmayın! Her zaman gelirken buradaki Sâdâtlar’ı ziyaret etmek için niyet edin. Allah her adımınıza bir sevap verir, sevap kazanın.

Şeyh Demek

Bir sofi anlatıyor:

Görevli polisler Gavsımız’dan bahsederken “şeyh” diyorlardı. Kendisine söyledik, güldü. Sonra tebessüm ederek şöyle dedi:

— Biliyor musun, ‘şeyh’ ihtiyar demektir.

İzinsiz Fotoğraf

Gavs-ı Sânî kuddise sırruhû fotoğraf ve videosunu çekenlere âdâpsızlık yaptıkları için çok kızıyordu. Onları ikaz ediyor, uzakta olanlara çekmemeleri için eliyle işaret ediyor veya haber gönderiyordu.

Bir kadın Harem-i Şerif’te uzaktan Gavs-ı Sânî kuddise sırruhûnun fotoğrafını ya da videosunu çekiyordu. Gavs hazretleri bunu fark edince buyurdu ki:

– Onun yaptığı âdâpsızlık! Burada (Harem-i Şerif’te) kızmak olmuyor, emir vermek olmuyor. Çekmeyin diyoruz yine de çekiyorlar. Bir kimsenin rızasını almadan, izin istemeden fotoğrafını çekmek kul hakkının çiğnenmesidir ve haramdır, günahtır. Fotoğrafımızı çektikleri için biz çok rahatsız oluyoruz, haccı bırakıp evimize dönmek istiyoruz. 

Sonra Hazret’in torunu kendisiyle konuşunca, onun hatırına kızmaktan vazgeçti ve dedi ki:

— Emir âdâptan üstündür. Biz emir de veriyoruz yine de çekiyorlar.

Bir sofi;

– Kurban, muhabbetten çekiyorlar, siz onları affedin yoksa çok zarar ederler, deyince Gavs-ı Sânî hazretleri;

— Hayır! Muhabbet günah işlettirmez, onların yaptığı haramdır, dedi. 

Sofi tekrar; 

– Kurban siz onlara kızmayın, affedin, çok zarar edecekler, diye yalvarınca Gavsımız;

— Biz kalbimizden kızmadık, dedi ve tebessüm etti.

Karar Sizin

1996 senesinde Gavs-ı Sânî kuddise sırruhûya başka bir şeyhi ziyaret ve tâbi olmak hakkında soru sordular. Gavs-ı Sânî hazretleri köyde, hane-i saadetin avlusundaydı. Soruyu soranlara şu sohbeti etti:

“Seyyid Tâhâ-i Hakkârî, Şeyh Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhumânın halifesi idi. Seyyid Tâhâ-i Hakkârî’nin de iki halifesi vardı. Birisi Seyyid Abdullah diğeri Seyyid Sıbgatullah Arvâsî kuddise sırruhumdu. Halifeleri o zaman Seyyid Tâhâ kuddise sırruhûnun yanında seyr u sülûklerini tamamlıyordu. 

Bir zaman sonra Bağdat’tan Mevlânâ Hâlid hazretleri geldi. Bir sabah namazından sonra sofilere teveccüh yapmak istedi. Hem âlimler hem de sofiler bundan çok memnun kaldılar. Hepsi teveccüh için hazırlandılar.

Seyyid Tâhâ kuddise sırruhû; o sırada dergâhta amel eden ve ileride halifeleri olacak Seyyid Sıbgatullah Arvâsî ve Seyyid Abdullah’tan, abdest tazeleyip Mevlânâ Hâlid’in teveccühüne girmelerini istedi. O ikisi şeyhlerine dedi ki;

— Efendim, Mevlânâ Hâlid kuddise sırruhû sizin şeyhinizdir. Bizim şeyhimiz ise sizsiniz. Biz teveccühe girmiyoruz. Mevlânâ Hâlid kuddise sırruhû ne kadar büyük olsa da biz size teslim olmuşuz. Biz başka bir şeyhin teveccühüne girmeyiz.

Bu sözler üzerine Seyyid Tâhâ kuddise sırruhû çok memnun oldu ve şöyle dedi:

— Hakiki sofi sizin gibi olmalı.

Bunları söyledikten sonra Gavs-ı Sânî hazretleri sofilere şöyle söyledi:

— Vallahi sofiler, biz gidin ya da gitmeyin demiyoruz. Sâdâtlar’ı gördünüz. Siz bilirsiniz, herkes serbesttir.


O’nun İsmine Edep

Bir sofi anlatıyor:

Bir gün Gavsımız kuddise sırruhûnun Dereköy’deki hane-i saadetten mescide geçtiği yolu yıkamıştık. Suyu çekmek için çekçek bulamamıştık, yolu gazeteyle kapladık. 

Gavsımız namaza gelirken kapının önünde durdu. Bizimle arasında on beş metre mesafe vardı. 

– Bunu buraya kim serdi, diye sordu. 

– Kurban üzerinize su sıçramasın diye biz serdik, dedik. 

Bunun üzerine Gavsımız kuddise sırruhû şöyle buyurdu: 

— Bu gazetelerde hiç Ahmet, Muhammed, Mustafa ismi yok mudur? 

Biz de hemen gazeteleri kaldırdık.

Aşırıya Gidince

Bir sofi anlatıyor:

Bir gün Gavsımız kuddise sırruhûya sordum; 

— Kurban, bazı sofiler kâmil bir mürşidin sofisinin her halini gördüğünü, bildiğini söylüyorlar. Bu doğru mu?

Gavsımız kuddise sırruhû şöyle cevap verdi:

— Hayır. Her şeyi gören ve bilen sadece Allah Teâlâ’dır. Neden aşırıya gidiyorlar? Bu sapıklıktır. Hatta bazıları da diyor: “Allah, mürşidin her duasını kabul eder ve yerine getirir.” Hâlbuki O Peygamber’in dahi her duasını kabul etmedi. Amcası Ebu Tâlib için çok dua etti, ağladı. Ancak Allah Teâlâ, Ebu Tâlib’e hidayet etmedi. Allah en sevgili kulunun dahi her duasını kabul etmemişken, mürşid kim oluyor da her duası kabul edilsin?

— Kurban, bir de bazıları diyor ki; “Allah sofinin rızkını mürşidinin eline verir.” Ne buyurursunuz? 

Gavsımız kuddise sırruhû şöyle buyurdu:

— Hayır! Rezzâk-ı Mutlak Allah Teâlâ’dır. Rızkı sadece O verir.

Tevbe Olunca

Bir sofi anlatıyor:

Bir ara Gavsımız kuddise sırruhû belinden çok rahatsızlandı. Sabah, öğle ve ikindi namazlarına camiye gelemiyordu, evde kılıyordu. Sadece akşam ve yatsı namazlarına geliyordu.

Gavsımız’la birlikte Gaziantep’te doktora gittik. Doktor; “Çok istirahat etmeniz lazım” dedi. 

İki gün Gaziantep’te kaldık. Dönüşte Gavsımız’a şöyle dedim: 

— Kurban, sizi istirahat etmeniz için uygun bir yere götürelim yoksa istirahat edemiyorsunuz. 

Gavsımız şöyle buyurdu:

— Sofi, nereye götüreceksin? İşin içinde tevbe var. İnsanlar tâ İstanbul’dan geliyor, her yerden geliyorlar.

Ben de şöyle dedim: 

— Efendim, tekrar gelirler. Yetkili görevlileriniz var. Siz bizim için çok önemlisiniz. Sizin istirahat etmeniz lazımmış.

Bunun üzerine Gavsımız şöyle buyurdu:

— O zaman Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yüzüne bakamam sofi! İşin içinde tevbe var.

Buhara Ziyareti

Gavs-ı Sânî kuddise sırruhûyla birlikte Özbekistan’daki Buhara şehrine giden bir sofi anlatıyor:

Gavsımız’ın Buhara’ya gideceğini duydum. Yanına gittim. 

– Kurban, Buhara’ya gidecekmişsiniz, dedim. 

– Doğru, dedi. 

– Efendim, bizi de götürün. 

– Olmaz, biz hepiniz için gidiyoruz.

– Kurban, ben size hizmet için gideyim. 

Bu ısrarım üzerine Gavsımız şöyle dedi: 

– Orada hiç kimse, başkasına hizmet etmeyecek, herkes hizmetini kendi görecek. Çünkü orada Şâh-ı Nakşibend var. 

Bunun üzerine; 

– Efendim, bana ne! Benim Şâh-ı Nakşibendim sizsiniz, deyince mübarek; 

– Yok yok, olmaz! Artık yer yok, tamam. Gidecekler tamamlandı, dedi. 

Bir müddet daha Gavsımız’ın yanında kaldım. Bizi eve gönderdi. Saat 23:30’a gelmişti ki bir telefon çaldı. Arayan Gavsımız’dı. Dedi ki; 

– Senin pasaportun nerede? 

– Kurban, yanımda ama süresi bitti, dedim. 

– Hemen pasaportunu götür, seni listeye alsınlar, sen de geleceksin, dedi. 

Giyinip ilgili seyyidimin yanına gittim. Pasaporta baktı. Şöyle dedi: 

– Hemen git, pasaportunu yenile. Ankara’ya otobüsle yolla, işlemlerini yaptıralım. 

Sabah namazı yola çıktım. Afyon’dan Konya’ya geldim. Müracaat ettim, sabah saat 08:30’da işlemlere başlandı. Akşamüstü saat 16:30’da ismim okundu. Kalabalık çoktu. Pasaportu uzatırken memur sordu: 

– Senin torpilin nereden?

– Torpilim yok, dedim. Memur şaşırarak şöyle cevap verdi: 

– Yıllardır buradayım, sabah müracaat edip ikindiye pasaport alan kimseyi görmedim. 

Anladım ki Gavsımız’ın himmeti var.

Yolculuk günü geldi. Uçağımız İstanbul’dan havalandı. Beş saatlik yolculuktan sonra Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e ulaştık. Havaalanına indiğimizde güneşin doğmasına az bir zaman kalmıştı. Türkiye ile arada saat farkı vardı. Havaalanının bir kenarında, cemaatle sabah namazını eda ettik. Bizi birkaç saat havaalanında beklettiler. Refakatçimiz olarak Ahmet Yesevî Üniversitesi’nden önemli bir akademisyen ve şoförü vardı. Bir araba ve bir de 20 kişilik yarım otobüs... Arabalar çok eskiydi. Modeli yüksek bir araba görmek mümkün değildi. Sanki Türkiye’nin 30 – 40 sene önceki hali gibiydi. Gavsımız ve akademisyen taksiye bindiler. Biz de midibüse... Kazakistan’ın Yesi şehrine doğru yola çıktık. Taşkent’i geçtikten sonra öğle vakti olmuştu. Bir köprünün altında konakladık. Yemek yedik, namaz kıldık. Gavsımız orada bir sohbet irâd etti. Dedi ki:

“Bakın sofiler, biz buraya gezmeye gelmedik, Seyahat etmeye, eğlenmeye, alışverişe, istirahat etmeye gelmedik; tatil yapmaya gelmedik. Bizim buraya gelmemizi Allah Teâlâ nasip etti. Burada kazanacaklarımız size de bize de bütün sofilere de yeter; hepimize yeter. Burada kimse birbiriyle itişmesin, kimse birbirini kırmasın, hepiniz alçak gönüllü olun. Allah Teâlâ Kâbe’yi, Mekke’nin en çukur yerinde inşa ettirmiş. Eğer isteseydi tepelere, dağlara inşa ettirirdi. Ama Mekke’nin en çukur yerine inşa ettirmiş. Buna rağmen Kâbe Allah Teâlâ’nın yanında çok ulvî makamlara sahiptir. Suyun çukura aktığı gibi Allah Teâlâ’nın rahmeti de alçak gönüllere akar. Şâh-ı Nakşibend bu makamı alçak gönüllülükle kazandı. Siz suyun hiç yukarı doğru aktığını gördünüz mü? Hep aşağılara akar. Siz de alçak gönüllü, mütevazı olun ki gönlünüz Allah’ın rahmeti ile dolsun. O rahmetten istifade edelim, elimiz boş dönmeyelim. Şâh-ı Nakşibend’in tasarrufu çoktur. Şâh-ı Nakşibend’in tasarrufunu Ümmet-i Muhammed için götürelim.”

Akşamdan sonra Yesi şehrine ulaştık. Burada akademisyenin şoförünün evine misafir olduk. Gavsımız çok neşeliydi. Sanki her şeyiyle oradaydı.
Birkaç kez o haliyle görmüştüm, insan yüzüne bakamıyor. Öyle bir nur saçıyordu ki anlatmak için kelime bulamıyorum. 

O gece birkaç eve dağıldık. Sabah namazında bir araya toplandık. Yesi’de Ahmed Yesevî hazretlerinin hocası olan Aslan Baba türbesine gittik. Gavsımız Molla Yahya’ya dua okuttu. Daha sonra oradan Ahmed Yesevî hazretlerinin türbesine geldik. Gavsımız türbeye girmeden önce dışarıda uzun bir murâkabe yaptı. Ayakkabılarını çıkarttı. Merkade yaklaştı, uzun süre ayakta kaldı. Yine Molla Yahya’ya dua okuttu. Daha sonra Ahmed Yesevî hazretlerinin 63 yaşından sonra yaşadığı kuyuya indik. Hiç güneş almayan, yerin altında bir yer. Ahmed Yesevî kuddise sırruhû 63 yaşından sonra, “Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem 63 yıl yaşadı, bundan sonra yerin üstünde yaşayamam” diyerek kalan ömrünü yerin altında geçirmiş.

Daha sonra Ahmed Yesevî Üniversitesi’nin Gavsımız onuruna verdiği yemeğe katıldık. Daha sonra üniversite hocalarının ve talebelerin birçoğu tevbe etti. Gavsımız daha sonra oradaki hocalardan bazılarına vekâlet verdi. Yesi’de bir arsa alındı. Bina yapıp hizmete açacak miktarda para bırakıldı. 

Yesi şehrinde bir hafta kaldık. Bu arada nereye gidersek gidelim, Gavsımız’ın bindiği araba hızlı gidiyor, bizim bindiğimiz midibüs ancak 25-30 km hızla gidebiliyor. Bir bakıyoruz lastik patlamış! Sık sık durmak zorunda kalıyoruz. Buradaki gibi her yerde lastikçi yok. Kendi imkânlarımızla lastiği tamir edip takıyoruz. Fakat nerede lastiğimiz patlayıp dursak, o insanlar nereden geliyor, nasıl haberdar oluyor bilmiyorum, her seferinde en az elli kişi tevbe ediyordu. “Ne oldu?” diye polis duruyor, hemen tevbe alıp talimat veriliyor.

Bir hafta Yesi’de kaldıktan sonra tekrar Taşkent’e yolculuğa çıktık. Taşkent’e gelirken yolda birçok medreseyi ziyaret ettik. Gavsımız oradaki talebelerle çok ilgilendi. Taşkent’ten Buhara’ya doğru yola çıktık. Anlattığım lastik meselesini ve insanların gelip tevbe etme hadisesini belki elli defa yaşadık. Bir gün ben Gavsımız’a şöyle dedim: 

— Kurban, bu tevbe işi lastik patlatmadan olmuyor mu? İllâ patlaması mı lazım? 

Gavsımız gülüverdi. Ama öyle keyfi geldi ki dişleri bembeyaz göründü. 

Yolda ilk önce Gücdevân köyüne ulaştık. Akşamla yatsı arası olmuştu. Abdülhâlik Gücdevânî kuddise sırruhûnun merkadine geldiğimiz zaman Gavsımız’ı daha önce hiç görmediğimiz bir hal aldı. Merkadin dışında uzun süre kaldı, sonra içeri girdi. Buralarda kameralarla, fotoğraf makinalarıyla uzun uzun çekim yapıyorduk, her şey serbestti. Mübarek uzun süre merkadde Kur’an-ı Kerim okudu. O gece Gücdevan’da kaldık. Sabah tekrar ziyaret ettik. 

Sonra Hâce Ali Râmitenî hazretlerini ziyaret ettik. Oradan Mahmud İncir-i Fağnevî kuddise sırruhûnun kabrini İncirbağ köyünde ziyaret ettik. Oradan da Ârif Rivegerî kuddise sırruhûnun merkadini ziyaret ettik. Gavsımız merkadin yakınlarındaki çocuklara para dağıttı. İncirbağ köyünde incir yaprağı koparıp kitap içerisinde sakladık. 

Gücdevân’da beş gün kaldık. Her gün mutlaka Abdülhâlik Gücdevânî kuddise sırruhûyu ziyaret edip daha sonra diğer yerlere gidiyorduk.

Sonraki gün Semerkand’a doğru yola çıktık. Semerkand’da Ali Semerkandî kuddise sırruhû ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin amcazâdesi Kusem b. Abbas radıyallahu anhuyu ziyaret ettik. O gece Buhara’daki medresede kaldık. Hadis âlimi İmam Buhârî hazretlerini ziyaret ettik. Yolculuk esnasında lastik patlamaya devam etti. Yine tevbe alanlar akın akın geldi. Medreselerde okuyan talebelerin çoğu da tevbe aldı. 

İkinci gün yola devam ettik. Gece yarısı Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin merkadine ulaştık. Gavsımız kamera ve fotoğraf çekimlerini yasakladı. Ziyaret esnasında zifiri karanlıktı, hiç ışık yoktu. Gavsımız öyle bir hale geldi ki anlatmak mümkün değildi. Saat 23:00 olmuştu. Orada iki seyyidimizi hemen önüne çekti ve “Fatiha!” dedi. Bu öyle bir çekiş oldu ki, sanki bir çocuk tehlikeli bir şeyle oynar da anne babası görünce hemen kavrayıp çeker ya, işte aynen öyle oldu. Daha sonra sofilerin çoğu sakal duası istedi, sakal bıraktılar. Gavsımız daha sonra hepimizi çağırdı, Hatme-i Hacegân yapıldı. Hatmeden sonra hepimize tek tek tevbe verdi. Saat 01:30 gibi otele geldik. Sabah tekrar Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhûnun merkadine gittik. 

Buhara’da kaldığımız süre sabah akşam mutlaka merkade geliyorduk. Gavsımız huzurda sürekli Kur’an okudu. Zamanımızın çoğu orada geçiyordu. Buhara’da Muhammed Baba Semmâsî, Seyyid Emir Külâl hazretlerinin ve Ârife Anne’nin merkadlerini ziyaret ettik. O günden sonra Şâh-ı Nakşibend’in merkadinde kamera ve fotoğraf çekimi serbestleşti. 

Orada Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin merkadinin rozeti satılıyordu. Gavsımız da dâhil hepimiz aldık. Gavsımız sol göğsünün üzerine taktı, hepimiz taktık. Hatıra fotoğrafı çektirdik. 675. yıldönümüydü, o gün hiç çıkarmadı. Buhara’daki Sâdât-ı Kiram’ın merkadlerinin bakımı için hepsine ayrı ayrı para bırakıldı. 

Dönüş başladı. Buhara’da bir otobüs tutuldu. Gavsımız da bindi. Akademisyen ve şoförü arabayla geliyordu. Biz sabah namazında Taşkent’e geldik. Onlar öğleye doğru geldi. Ben ne olduğunu sordum. Dedi ki; “Beş yerde lastik patladı, onun için geciktik.” Ben de şöyle dedim: “Gavsımız bizim yanımızda gelince sizin lastik patladı.” Kaldığımız süre içerisinde otobüsün lastiği hiç patlamamıştı. 

Gelirken Ahmed Yesevî hazretlerinden bir taş, Şâh-ı Nakşibend hazretlerinden bir taş ve biraz toprak getirildi. Taşların birer tanesi Menzil’deki merkadin kapısının üzerine yerleştirildi. Gavsımız bana şöyle dedi: 

— Bu taşları götürsen sana yeter. 

Dönerken havaalanındaki gümrük müdürlüğünde görevli memur valizin içindeki taşları gördü. “Bunlar nedir?” diye sordu. Ben de taş olduğunu söyledim. Çıkarttı, baktı, bunları niye götürdüğümüzü sordu. Hatıra olarak aldığımı söyledim. Uzunca düşündü ve sonunda, “Hadi geç” dedi, beni bıraktı. 

Hayatımızın en güzel yolculuklarından biri böyle geçti. Geri döndük, Gavsımız’dan ayrılınca sudan çıkmış balığa döndük. Ona şöyle dedim: 

— Kurban, sizin yanınızda alışıyoruz, ayrılınca sudan çıkmış balığa dönüyoruz. 

Şöyle buyurdu: 

— Öyle bir zaman gelecek ki o zaman hiç ayrılmayacağız. 

Semerşah’ın Kurulma Amacı

Konya’da görevli bir sofi anlatıyor:

Semerşah şirketinin Ankara’da kuruluşunun ilk yıllarıydı. 1999 yılında orada çalışırken, iki emekli müftü kardeşimizden biri Gavsımız’la telefon görüşmesi yapacağını söyledi. Bunun duyunca çok sevinmiştim, beklenen an gelmişti. Emekli müftü kardeşimiz telefon numarasını çevirmeye başladı. Hepimiz heyecanlıydık. Elimde kağıt kalemle hazır bekliyordum. Gavsımız önce hatırımızı sorduktan sonra Semerşah şirketini niçin kurduğunu anlattı. Şöyle buyurdu:

“Hac işi karışık ve zordur. Evlatlarım teklif etti.

Kıyamet günü Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, ‘ümmetimin şefaatini dilerim, ben ümmetimi isterim,’ diyecek.

Hacla ilgili şikâyetler geliyordu. Sofiler vird çekemiyor, hatme yapamıyormuş. Haremlik selâmlık dikkat edilmiyormuş. 

Sofiler namaz kılıyor, Kâbe’ye gidiyor, umre yapıyorlardı. Biz onların sevabına ortak olamıyorduk. Üç umreye bir hac, üç tavafa bir umre sevabı verilir. Hatme-i Hâcegân’da üç yüz otuz altı defa Kur’an Kerim’i hatmetmiş gibi sevap vardır. Harem’de oldukları için hatme sevabını da yüz bin kat olarak alıyorlar. 

Biz peygamber ümmetiyiz. Müslümanların hac yapmasına vesile olalım dedik. Sofiler orada da hatmeyi, râbıtayı, virdi yapsınlar istedik.

Kâbe-i Muazzama’ya yüz yirmi dört bin peygamber ayak basmıştır. Her asırda peygamber sayısınca evliya vardır. Hepsi hazır bulunur. Bunların hepsi bâtınî olarak oraya gidiyorlar. Biz de Allah’ın rızasını almak için gidiyoruz. Boşu boşuna gidilmesin, o kadar eziyet çekiliyor. 

Bana dua edin. Sofilere selam söyleyin.”

Şekerin Hikmeti

Gavsımız’ın odasından, üç dört günde bir sefer hizmetli sofilere dağıtılmak için şeker alıyoruz. Şekerleri verdi. Huzurda başka sofiler de vardı onlarla bazı meseleleri konuşuyordu. Daha sonra elini tekrar şeker kabına daldırdı, vermek üzere bize uzattı. Orada bulunan bir sofi;

– Kurban, şeker vermiştiniz, deyince Gavsımız elini biraz geri çekti, son şekerleri bize uzattı. Buyurdu ki:

– Sâdâtlar verdiklerini geri almaz. 

Sofiler sordular:

– Kurban, bu şeker dağıtma işinin hikmeti nedir, başka Sâdâtlar’da böyle bir şey var mıydı? 

– Afyon’dayken Sultan hazretlerinin mevlidinde şeker dağıtılırken gördüm, çok hoşumuza gitti. Biz de o günden sonra şeker dağıtmaya başladık, buyurdu. 

Bazen şeker verdiği zaman “Nisbet olsun, şifa olsun” diyor. Birinde şöyle buyurdu: “Biz bir şeker dağıtıyoruz Sâdâtlar bize daha çok veriyor.”

‘Düşman Düşmana Acımaz’

Bir sofi anlatıyor:

2008 senesinde kırk kişilik bir grup ile Konya’dan Menzil’e hareket ettik. Kafilemizde bulunan arkadaşlardan otuz beşi ilk defa intisap edeceklerdi. Aralarında arkadaş çevresi sebebiyle madde bağımlısı olmuş kişiler de vardı. 

Köye indik, eşyalarımızı yerleştirdikten sonra öğle namazı için camiye geçtik. Namazdan sonra Gavsımız “Konya kafilesi gelsin” dedi. Apar topar çıktık, kafiledekileri hemen toparlayarak huzura vardık. Tevbe ve intisap ettik. Sonra üst katta görevlilerden intisap talimatını dinledik. 

Aynı gün akşam namazından sonra Gavsımız; “Konya kafilesi tekrar gelsin” buyurdu. Yeniden önünde toplandık, yeniden tevbe ve intisap. Bir kez daha üst kata çıkarak talimatı dinledik. Gavsımız; “Âdâplarını yaptıktan sonra gidecekleri günün sabahı gelsinler, onlarla konuşacağım” demiş. 

O gece bütün grup sekiz şart âdâbını yaptı. Gideceğimiz günün sabah namazı sonrası Gavsımız’ın önünde toplandık. İki kolunu kucaklar gibi genişçe açarak bizi önüne topladı ve sohbetlerine başladı. Şöyle dedi: 

“Bu madde insanın vücuduna çok zarar verir. Kalbe, böbreklere, mideye ve karaciğere zarar verir. Bütün paranızı bitirir, sizi ortada bırakır ve ailenizi dağıtır. Şeytan sizin düşmanınızdır ve sürekli size düşmanlık yapar, sizin kötülüğünüzü ister. Şunu sakın unutmayın: Düşman düşmana acımaz. 

Âdem aleyhisselamdan beri yüz yirmi dört bin peygamber bize hep bu düşmandan haber vermiş, bizi ikaz etmişler. Bugün bir çocuk bir deliği göstererek ‘burada bir yılan var’ dese herkes o çocuğa inanır. Fakat peygamberlerin şeytanla ilgili yaptığı ikazlara inanmazlar.

Bu madde kullanılmaya devam edilirse insanı ileride münafık yapar, Allah muhafaza kâfir yapar. Bundan sonra artık eski arkadaşlarınızla oturup kalkmayın. Sofilerle beraber olun. Bizi bekleyen ebedî sürecek bir hayat var. Siz bizim dediklerimizi yapmaya devam edin, inşallah biz de size dua edeceğiz.”

İçkiden Kurtuluş

Konya’dan bir sofi anlatıyor:

Bir defasında Menzil’e bir kafile düzenlendi. Otobüs tamamen dolmuştu. Sanırım 1998 veya 99 senesiydi. Kasım ayı falandı. Gideceğimiz günden bir gün önce Gavsımız’ın köyde olmadığını haber aldık. Afyon kaplıcalarına gitmiş mübarek. O zaman kafileyi Afyon’a götürelim dedik. Bu sefer de ziyaret olmadığının haberini aldık. 

Kafileye yazılan biri vardı. Kardeşimiz alkolikti. İçkiyi su gibi içerdi.
İlk defa Gavsımız’a gitmeyi, tevbe etmeyi kabul etmişti. Vaziyeti kafilede olanlara anlatamadık. Gideceğimiz gün geldi, onu eve götürdük. Durumu izah ettik. Evde de tevbe etse içkiden kurtulacağını, Gavsımız’ın himmetinin ulaşacağını ne kadar izah ettiysek de ikna edemedik. Sürekli şöyle diyordu: 

— Ben Seydâ’ya gideceğim, hem de bugün! Seydâ’nın elinden tutup tevbe edeceğim ve kurtulacağım. Beni ona götürün. 

Çaresiz, Afyon kaplıcasının danışma telefonunu bulup aradık. Alkolik hastamız var diye ne kadar anlattıysak da ziyaret yasak dediler. Çok zor duruma düştük. Bir seyyidimizin telefonunu bulduk, ama ulaşamadık. Alkolik arkadaş ise tutturdu “Beni Seydâ’ya götürün!” diye. 

Sonunda bir arkadaş ve alkolik kardeşimizle yola çıktık. Gavsımız’ın Afyon’daki kaplıca evlerinin avlusuna girdiğimizde seyyidimiz evin balkonunda ikindi ezanı okuyordu. Hemen yetiştik. Odanın birinde Gavsımız’ın arkasında ikindi namazını kıldık. Ardından o alkolik arkadaşı dışarıya çıkardık. “Sen kapıda bekle, biz Gavsımız’la hatme yapalım, ondan sonra kabul ederse seni hemen çağırıp tevbe edelim” dedik. 

Hatme bittikten sonra Gavsımız gözünü açar açmaz bana baktı. İşaret buyurarak benden o kişiyi getirmemi istedi. Hemen kapıya koştum fakat arkadaş kapının önünde yoktu. Baktım ileride geziniyor. Hemen çağırdım. Koşarak geldi. Gavsımız’ın elinden hep beraber tevbe ettik. O kardeşimiz bir daha eline içki almadı. Ağzına sürmedi ve tamamen kurtuldu.

Gavs-ı Sânî hazretlerinin Ali Râmîtenî hazretlerinin türbesini ziyareti
Buhara,
Özbekistan

Dünyaya Niçin Geldik?

Bir sofi anlatıyor:

2006 senesinde Menzil’de akşam namazından sonra Gavsımız tevbeyi bitirmiş, sofileri dinliyordu. Birisi sordu:

— Efendim, ben namazlarımı kılamıyorum. Ne yapmam lazım?

Gavsımız bu soruya şöyle cevap verdi: 

— Sofi, hepimiz bu dünyaya namaz kılmaya geldik. Siz memleketinizde sofileri bulun, onlardan ayrılmayın. Vekile gidin, size beş bin zikir versin.

Sâdât-ı Kiram’ı Sevmek İçin

2008 baharında Gavsımız’ı ziyarete gitmiştim. Akşam namazından sonra sofiler dertlerini anlatıyorlardı. Gavsımız’ın önünde diz çöktük ve sorular sormaya başladık. Gavsımız mübarek eliyle işaret edip, sırayla soru sormasını istediği sofiye yöneliyor, sofiler de sorularını soruyordu. Genç bir sofi dedi ki;

— Sultanım, dua edin de sizi çok seveyim.

Gavsımız şöyle cevap verdi:

— Sâlih amel işle!

Tefekkür Edebi

Bir sofi anlatıyor:

Kafileyle Gavsımız’ı ziyarete gitmiştik. Görevli kardeşlerimizden beni Gavsımız’a şikâyet etti: 

— Efendim, bu sofi hiç konuşmuyor! 

Gavs hazretleri bana; “Sofi, neden konuşmuyorsun?” diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim: 

— Kurban, istesem de Allah Teâlâ’dan başka bir şey düşünemiyorum.

Gavs hazretleri eliyle şehadet parmağımı tuttu. Tırnağımı göstererek şöyle sordu:

— Allah bu tırnağı nasıl yarattı diye mi aklına geliyor, yoksa Allah bu tırnağı ne güzel yaratmış diye mi aklına geliyor?

— Allah bu tırnağı ne güzel yaratmış diye düşünüyorum. 

Bunun üzerine şöyle buyurdu:

— Bu hâl Allah Teâlâ’dandır. Korkma, bir şey olmaz. Yirmi gün ders yapma, sonra beni ara. 

Ben de söyleneni yaptım. Kalpte yanma, sızı ve ağrı oldu. Halimi Gavs hazretlerine söyledim. Bu halin namazda da devam edip etmediğini sordu. Namazda daha fazla olduğunu söyleyince şöyle buyurdu:

— Güzel, devam et. Korkma, bir şey olmaz.

Ön Saf

Bir sofi anlatıyor:

Seydâ Muhammed Râşid kuddise sırruhûnun irşadı sırasında Gavsımız halife idi. Biz Menzil’e her gittiğimizde hizmete giderdik. Bundan dolayı namaza biraz geç kaldığımız olurdu. 

Yine köyde hizmette olduğumuz bir gün namaz vakti geldi. Ben kendi kendime söylenmeye başladım. 

— Hizmet var, camiye erken gidemiyorum Seydâ hazretlerini yakından göremiyorum. Yine arka safta kalacağım. 

İçimde böyle bir hüzünle abdestimizi aldık, camiye gittik. Caminin eski halini biliyorsunuz. İki bölümden ibaretti. En arka safta kaldık. Ön safa geçemedim diye kendi kendime söylenirken arkamdan birisi koluma girdi, ön safa doğru götürmeye başladı. Koluma giren kim diye döndüm baktım ki Gavsımız. Çok şaşırdım ama çok da memnun oldum.

Merkaddeki Yıldızlar

Bir sofi anlatıyor:

Bir gün köye ziyarete gelmiştik. Sabah namazına iki saat vardı. 

— Uyumayıp namazı bekleyelim. Yoksa uyanamaz, namazı kaçırırız, dedik. 

Sonra merkade doğru gittik. Yaklaşık on kişiydik. Sabaha karşı merkad üzerinde gördüğümüz manzara bizi hayrete düşürdü. 

O zaman merkadin üstüne henüz kubbe yapılmamış, eski halinde idi. Yaklaşık beş metre yukarıda susam büyüklüğünde binlerce yıldız vardı. Merkadin üstü apaydınlıktı. Bu durumu herkes gördü. O susam büyüklüğündeki yıldızların içindeki biraz daha büyük yıldızlar birleşerek kocaman yıldız olmuş, tam merkadin üstünde duruyordu. Bu durumu benimle birlikte iki arkadaşım daha gördü.

Âşıkmış Gibi 

Ispartalı bir sofi anlatıyor:

Sabah namazından sonra vird sırasında bir sofi Gavsımız’a şöyle sordu: 

— Kurban, ben virdlerimi çekemiyorum, çekerken sıkılıyorum.

Şöyle cevap verdi: 

— Sofi, aşkla çek, muhabbetle çek. 

— Kurban ben âşık değilim ki, aşkla çekeyim, muhabbetle çekeyim. 

Gavsımız tebessüm ederek şöyle buyurdu:

— Âşık değilsen de âşıkmış gibi yap, öyle çek.

Muhammed Nurullah’ın Hidayeti

Bir sofi anlatıyor:

Bir gün Gavs hazretleri odada oturuyor, beş altı kişi var yanında. Avlunun kapı tarafından bir kargaşa sesi geldi. Müsaade alıp pencereden baktım. Bir adam var, uzun boylu ve Türk olmadığı anlaşılıyor. Sofiler etrafını sarmışlar, bir şeyler soruyorlar, o da kafasını sallıyor, bir şey diyemiyor. 

Oradakilerden birine durumu sordum. Ne için geldiğini bilmediklerini söyledi. Adamın yanına gidip “Türkçe biliyor musunuz?” diye sordum. Bilmiyorum anlamında kafasını salladı. “İyi, gel” dedim. 

Gel gel işareti yaparak ben önde, o arkada içeriye girdik. Gavs hazretleri de oturmuş sofilere nazar ediyor. İçeriye girer girmez ben öne çıktım o arkada kaldı. Gavsımız bana; 

— Sofi, neymiş, diye sordu.

— Kurban, bir yabancı gelmiş. Ne yapacak bilmiyorum. 

Gavs hazretleri “gelsin” dedi. 

Adam ellerini arkadan bağlamış, Gavs hazretlerine doğru geldi. Uzun boylu bir adamdı. Tam karşısına durdu, Gavs hazretleri alttan bakıyor adama. Baktı, baktı… Net ve kesin bir tonla adama oturmasını söyledi. Adam âdâba uygun şekilde dizlerinin üstüne oturuverdi. Ellerini de dizlerinin üstüne koydu. Gavs hazretleri sordu: 

— Sen Türkçe biliyor musun? 

Bu sefer başını aşağıya doğru salladı ve “biliyorum” dedi. Gavs hazretleri başladı İsa aleyhisselam hakkında sohbet etmeye. Sen hangi dinden veya mezheptensin diye sormadı. Uzunca sohbet etti. İsa aleyhisselamı anlattı. Onun hak peygamber olduğunu, ondan sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme peygamberlik geldiği zaman İsa aleyhisselamın hükmü kalmadığını söyledi. Ardından Peygamber Efendimiz’i anlattı. Sonra adama dedi ki:

— Şimdi benim söylediklerimi tekrarla. 

Gavs hazretleri kelime-i şahâdet getirdi adam da peşinden tekrar etti. Elhamdülillah, Müslüman oldu. Sonra Gavs hazretleri bir hocayı çağırdı, dedi ki: 

– Bunu götür. Ona guslün, abdestin şartlarını, imanı, İslâm’ın şartlarını, helali haramı güzelce izah et. Banyo da yapsın. Gelsin, peşimizde yatsı namazını kılsın. 

Bu mesele akşam namazından sonra oldu. Bu arada hoca o arkadaşı hemen banyoya götürdü. Sonra dışarı çağırttı. 

Sonra Gavs hazretleri yatsı namazına geldi. O namazı kıldırırken adam da bizimle beraber, biz nasıl namazın âdâbına riayet ediyorsak o da aynı şekilde namazı bitirip oturdu. Bu sefer öyle bir edeple oturmuş ki, aynı sofiler gibi. İki elini de sofiler gibi bağlamış. Gavs hazretleri ona baktı, dedi ki: 

— Sen nasıl istiyorsan öyle otur, rahat otur. 

Adam hiç bozmadı edebini, öyle duruyor, boynunu da bükmüş. 

Namaz, tesbihat bitti. Tebâreke okundu, sünnetler kılındı. Gavs hazretleri kalktı, bu adamın yanına geldi. Bu sefer;

– Bir tercüman getirin, buyurdu. 

Sübhanallah! Adam Müslüman olmuş, her şey bitmiş, tercüman istiyor! İngilizce bilen bir sofi geldi. Gavs hazretleri ona sordu:

— Sor bakalım, ismi neymiş?

Adam çok değişik bir isim söyledi. Gavs hazretleri tercümana şöyle dedi: 

– Söyle ona, ismi Nurullah olsun. Allah Teâlâ’nın nurudur. Güzel bir isimdir. Ama ona bir de Muhammed ekleyelim. Muhammed Nurullah... O da Peygamber Efendimiz’in ismidir. İkisi bir arada olursa çok güzel olur.

Namazsız Olmaz

Önceleri tarikat almış bir sofi eski, kötü yaşantısına tekrar geri dönmüştü. Uzun, buhranlı ayların ardından tekrar Menzil’e geldi. Yeniden intisap etmek istiyor ama utancından camiye giremiyordu. Sofiyi önceden tanıyan biri onu ikna edip Gavs hazretlerinin huzuruna çıkardı. Mübarek onu tebessüm ederek karşıladı. Sofi ağlamaya başladı. 

– Niçin ağlıyorsun, diye sordu. 

– Olmuyor efendim; yapamıyorum, dedi. Gavs hazretleri;

– Bir şey olmaz sofi, dedi. 

Sofi işlediği kusurları tek tek saydıkça Gavs hazretleri her seferinde “Bir şey olmaz” dedi. Daha sonra; 

– Efendim, namazda da sıkıntım var. Terk etmeye başladım, deyince Gavs hazretlerinin çehresi değişti. Tatlı sert arası bir ses tonuyla; 

– Bak sofi! Yemek yemesen, su içmesen, nefes almasan olur. Ama namazsız asla olmaz, dedi. Sonra sesi yumuşadı;

– Dikkat et. Namazını kıl. Biz sana dua edeceğiz, deyip sofinin eline üç şeker verip gönderdi.

Dünya Sıkıntıları 

Büyük Marmara depreminden sonra insanlar korkudan evlerine giremiyor, çoluk çocuk derme çatma barakalarda yaşıyordu. O depremi yaşayan bir sofi Gavs-ı Sânî hazretlerine; 

– Sultanım, biz İzmit’ten geliyoruz. Korkudan evlerimize giremiyoruz. Ne buyurursunuz? diye sordu. Gavs hazretleri; 

– Evi sağlam olanlar girsin. Fakat hasarlı olanlar girmesin, dedi. Bu konuşmaları duyan bir sofi hemen öne çıkıp;

– Sultanım, sofiler çok sıkıntı çekiyor. Halimiz ne olacak? deyince Gavs hazretleri; 

– Peygamber Efendimiz bundan daha fazla sıkıntı çekmiştir. İnsan ölünce dünya acıları da son bulur. Ama insan imansız ölürse ne olacak? Onun acısı ebediyen bitmez, buyurdu.

Kalbin İlacı

Muhammed Râşid hazretlerinin vefatından sonra bir sofi uzunca bir zamandır virdini çekemiyordu. Bu rahatsızlığını Gavs hazretlerine söylemeye de çekiniyordu. Fakat vaziyetin her geçen gün kötüye doğru gittiğini gören sofi, nihayetinde mübareğin huzuruna varıp;

– Gavsım ben zikir çekemiyorum, dedi. Gavs hazretleri bir baba şefkatiyle eğilip sofiyi hafifçe kendine doğru çekti ve;

– Bak sofi! Bedenin rahatsızlığı gidermek için eczanelerde ilaçlar vardır. Onları alır, kullanırsın ve rahatsızlık gider. Kalp hastalığının ilacı ise zikirdir. Kalp ancak onunla şifa bulur. İşte bu nedenle zikir çekmen lazım. Sen de inşallah beş bin zikre devam et. Zikrini çek ki şifa bulasın. Zikir insanın kalbini korur, dedi.

Kalp Zikirsiz Yapamaz

Bir sofi Gavs hazretlerine halini arz etti:

– Efendim, buraya ziyaretinize gelince virdimi çok güzel çekiyorum. Ama bu birkaç hafta sürüyor. Zamanla vird çekme isteğim azalıyor. Gün geliyor dersimin yarısını çekiyorum, yarısı kalıyor. Zikrimi bir türlü tamamlayamıyorum. 

Gavs hazretleri buyurdu ki:

– Sofi, yemek yemeden, su içmeden durabilir misin? Bu virdi de yemek gibi, su içmek gibi gör. İnsan nasıl yemek yemeden, su içmeden duramazsa insanın kalbi zikirsiz yapamaz.

Gafletsiz Zikir

Bir gün görevlileri yanına çağıran Gavs hazretleri üzerinde telefon numarası olan bir kâğıdı onlara uzattı. Aramalarını isteyip, “En müsait bir zamanda buraya gelsin” dedi. Görevliler verilen numarayı arayıp Gavs hazretlerinin müsait bir zamanda kendisini beklediğini söylediler. Sofi biraz meraklı, biraz da telaşlanarak niçin çağrıldığını sorduysa da görevliler konu hakkında bir bilgi sahibi olmadıklarını dile getirdiler. 

Bir hafta sonra köye gelen genç bir sofi kendilerini arayan görevliyi buldu. Halinden bir hayli endişeli olduğu belliydi. Görevliye neden çağrıldığını tekrar tekrar sorduysa da bir cevap alamadı. Öğle namazından sonra mübareğin istirahat için çekildiği odaya alınan sofi, az sonra Gavs hazretlerinin huzuruna çıktı. Heyecanı, endişesi iyice artmış rengi kül gibi olmuştu. Onun bu halini gören Gavs hazretleri onu tebessümle karşılayıp karşısına oturttu. Halini hatırını sorduktan sonra; 

– Seni dersini değiştirmek için çağırdık, deyip görevliye de; bu sofiye nefyu isbat talimatı verilsin, dedi.  

Görevli nefyu isbat dersinin talimatını verdikten sonra; 

– Kurban, ben pek çok kez bu dersin talimatını verdim. Pek çoğunun değişik halleri vardı. Ama senin durumun diğerlerinden çok daha farklı. Bu nasıl oldu diye sordu. Genç sofi; 

– İnanın ben de bilmiyorum. Ama iki üç hafta önce buradaydım. Sekiz şart talimatını veren görevli talimatın sonunda; “Sofiler, Sâdâtlar’ın isimlerini ezberleyin, zikir dersi alın. Bu çok kıymetli bir derstir. Kim bu dersi yirmi, yirmi beş gün gafletsiz çekse işi tamam olur” deyince ben de o an dua ettim. Allah’tan gafletsiz çekmeyi murad ettim. Memlekete gelince de gafletsiz çekmeye gayret ettim. Belki bundandır, dedi.

Sâlih Amel

Sâdâtlara derdini anlatmak için yaklaşan bir sofi; 

– Sultanım sizden ayrı kalmaktan çok korkuyorum, dedi. Gavs hazretleri; 

– Sâdâtlar’dan ayrılmak istemiyorsan sâlih amel yap, buyurdu. Sofi; 

– Efendim, amel-i sâlih yapılamıyorsa bunun sebebi nedir? diye sorunca Gavs hazretleri;

– Gaflettendir, dedi. Bir müddet sükût ettikten sonra;

– Sâdâtlar’dan ayrılmak istemeyen amel-i sâlih işlesin, buyurdu.

Dünya Muhabbeti

Bir sofi Gavs-ı Sânî hazretlerine; 

– Efendim, zikrimizi çekiyoruz ama kalbimiz taş gibi, yanmıyor. Zikirden zevk alamıyoruz. Bir terakki olmuyor. Bunun hikmeti nedir? diye sordu. O da;

– İnsan harama bakarsa, vaktinin tamamını dünya meşguliyetine ayırırsa, kalpleri dünya muhabbetiyle dolu insanlarla oturup kalkarsa, günah işlerse, aile huzuru yoksa ne kadar zikir yaparsa yapsın, fayda vermez. Kendisine zarar veren bu hususları terk ederse fayda verir, buyurdu.

Şeytanın Oyunları

Gavs hazretlerinin yanına yaklaşan genç bir sofi;

– Efendim, uzunca bir zamandır yanınıza gelip gidiyorum. Ama bakıyorum ki halimde bir düzelme yok. Burada lüzumsuz olduğumu düşünüyorum. Üstelik Sâdât’ın kıymetli zamanlarını alıyor, emeklerini de zayi ettiğimi düşünüyorum. Çoktandır içimden bir ses de, “Tasavvuf senin harcın değil, bu işi bırak” diyor, deyince Gavs hazretleri, o sofiye doğru eğildi, hafifçe kendisine doğru çekip buyurdu ki: 

– Bak sofi! Bunlar hep şeytanın oyunlarıdır. Hz. Âdem aleyhisselamı böyle şeyler söyleyerek kandırmaya çalıştı. Dikkatli ol. Sıkıntı, musibet olacak. Gayret lazım. Üstelik insan bir anda mertebe kat edebilir mi? Onun için de zaman lazım. Biz sana dua edeceğiz, dedi. 


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy