Aramak

Minhâc

Kur’an ve Sünnet’e merbut tasavvuf, insanı kendi nefsiyle tanıştıran ve marifetullaha ulaştıran bir yoldur. İslâm’ı kişinin kalp âleminde tahakkuk ettirmeyi hedefler, Allah Teâlâ’ya hakkıyla kul olabilmeyi öğretir. Bunu da muhtelif metotlarla nefsi tezkiye, kalbi tasfiye ederek gerçekleştirmek ister.

Fakat bu terbiye süreci kişinin kendi ferdî çabaları ile son derece zordur. Çünkü insan nefsi son derece dirençlidir, şeytan ise daima ayartmak ister. Bir rehbere, bu kutlu maksat için bir araya gelmiş ihvana ihtiyaç vardır. Nitekim Allah Teâlâ, Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden sonra zâhirinde ve bâtınında İslâm’ı gerçekleştirmek isteyenler için insanlar arasından terbiye önderleri seçmiştir. Onlar peygamber vârisi âlimlerdir. İlmiyle âmil, amelinde ihlâslı ârif zatlardır. Allah Teâlâ’nın sâlih kulları, sâdık dostlarıdır. 

Böyle Allah dostları her zaman insanların hidayeti, hidayet üzere olanların istikameti için gayret etmişlerdir. Asr-ı Saadet’ten bugüne böyle mürşid-i kâmillerin olmadığı hiçbir devir yoktur. Onlar Allah Teâlâ’nın bir ihsanıdır. 

Mürşid-i kâmillerin terbiye usulleri ise birbirinden farklıdır. Dolayısıyla Asr-ı Saadet’ten sonra Kur’an ve Sünnet’e dayanan çok sayıda tarikat bu yüce gaye için hizmet etmiştir. Bunlardan biri de Nakşibendiyye tarikatıdır.

Nakşibendiyye tarikatının büyükleri bir taraftan tâliplerin irşadı ile meşgul olurken, aynı zamanda bu kutlu yolu açıklayan eserler de yazmışlardır. Bu eserler ana muhtevası ve mesajı bakımından ortak olmakla birlikte, tasnifi ve temel vurguları bakımından yazıldığı devrin ihtiyaçlarını, meselelerini dikkate alırlar. 

Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretlerinin “el-Minhâcü’s-Senî Âdâb-ı Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî” adlı eseri de günümüzde hayli yaygınlaşan tasavvuf eleştirilerine Kur’an ve Sünnet kaynaklı ikna edici cevaplar veriyor. 

Eserin diğer bir önemli özelliği de, başta Menzil Dergâhı olmak üzere günümüzde kitleselleşen tasavvufî cemaatlerin itikadî ve amelî savrulma yaşamasına engel olmayı hedefliyor olması. Böylece âdâp ve erkânın aslını muhafaza etmek istemesi. 

Eser tasavvuf, sûfîlik, Nakşibendiyye tarikatı ve âdâbına dair kapsamlı bilgilerle başlıyor. Burada tasavvufu ve Nakşibendî âdâbını Kur’an-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye ve büyüklerin sözlerinden deliller ile destekliyor. Böylece tasavvuf, tarikat ve Nakşibendî adabına yönelik itham ve iftiralara net delillerle cevap veriyor. 

Gavs-ı Sânî hazretleri, mukaddime bölümünde eseri yazma sebeplerini anlatırken şöyle diyor:

“Tarikat (ve tasavvuf) ile ilgili anlaşılır bir dille yazılmış ve meşhur olan birçok kitap vardır. Fakat bazı âlimlerin de dediği gibi: ‘Her dönemde bir önceki asırda yaşayanların sözlerini, daha sonra gelen insanların anlayabilecekleri bir şekilde tercüme edip aktaracak mütercimlere ihtiyaç vardır. Şayet böyle bir ihtiyaç bulunmasaydı, kitap tasnifi bu kadar çoğalmaz ve bu dereceye ulaşmazdı. 

Aklıma, gönlüme, zihnime ve fikrime; hakkı bâtıldan ayırması, tasavvufu savunması, özünü kabuğundan çıkarması, katı fırkaların Nakşibendî sâdâtının âdâplarıyla ilgili ortaya attıkları ithamları reddetmesi, bâtıl iddialarına aldananları uyarması, mesnetsiz kusurlarının peşine takılmasından sakındırması için Kur’an ve Sünnet’ten, fıkıh, usul, hadis, tefsir ve tasavvuf büyüklerinin sözlerinden kesin delillerle maksatlarını muhafaza ederek ve konularını toplayarak Nakşibendî Sâdâtı’nın âdâplarını ve ana meselelerini kapsayan bir kitap yazma düşüncesi geldi. Bu da çok büyük çaba sarfetmeyi ve bilgiyi izhar etmeyi gerektiren bir husustur. Çünkü bu duruma karşı susmak, mürâiliktir (ikiyüzlülüktür). Bu ise haramdır.”

“el-Minhâcü’s-Senî Âdâb-ı Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî” yedi bölümden oluşuyor. Bu bölümlerde tasavvuf ve sûfîlikten Nakşibendîlik’e; tevessülden mürşid ve mürid hukukuna; râbıtadan zikir ve hatm-i hâcegâna; teberrükten kabir ziyaretine kadar birçok tasavvufî konu ele alınıyor. Ayrıca hatm-i hâcegân duasının kısa şerhi ile birlikte hadis-i şeriflerde vârid olan farz namazlardan sonraki tesbihat hakkında detaylı bilgiler veriliyor. 

Bu bölümlerden biri de sâlih zâtları ve kâmil mürşidi ziyaret etmenin âdâbı ve faydaları. Bu faydalar şöyle sıralanıyor:

“Sâlihleri ve kâmil mürşidi ziyaret etmek önemlidir ve birçok faydası vardır. Çünkü onları ziyaret eden kişi manevi feyz ve faziletler elde eder. Bu faydaların bazıları şunlardır:

1. İmanın ve yakînin artması,
2. Rahmet melekleri tarafından kuşatılmak,
3. Razı olunan ahlâk ve övülen sıfatlara ulaşmak,
4. İlim elde etmek,
5. Tarikatı ve hakikati öğrenmek,
6. Günahlardan kaçınmak,
7. Kalplerin birbirine kaynaşması,
8. Muhabbetullaha nail olmak,
9. Ecir ve sevap kazanmak,
10. Dünyevî ve uhrevî fayda elde etmek,
11. Gaflette olanı uyandırmak,
12. Allah’ı unutana Allah’ı hatırlatmak.”

Gavs-ı Sânî hazretlerinin eserinde özellikle günümüzde tasavvuf hakkında zihinlerde oluşan birçok soru ve tereddüde cevap verdiğini belirtmiştik. Bu bağlamda tevbe-intisap, râbıta, vird, hatm-i hâcegân, sekiz şart, mürşid ziyareti gibi meseleler de ayet ve hadislerden delillerle açıklanmış. Mesela râbıtanın delillerini anlatmaya başlarken şöyle diyor:

“Âlimler, sâdıklarla beraber olmanın gerekliliği, Resûlullah’a [sallallahu aleyhi vesellem] ittiba, Allah Teâlâ’ya ulaşmaya vesile arama, Resûlullah’a [sallallahu aleyhi vesellem] salât getirme, geçmiş ümmetlerin kıssalarını hatırlama, Allah’ın nimetlerine, göklere ve yerlere ibret nazarıyla bakma ve bunları tefekkür etme hakkında indirilen ve râbıtaya işaret eden birçok âyet-i kerimeden râbıtanın meşruiyetine deliller çıkarmışlardır.” 

Eserin son bölümünde Gavs-ı Sânî hazretlerinin nasihatleri yer alıyor. Bu bölümde özellikle Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye sımsıkı sarılmanın önemi vurgulanıyor. İki itikâdî mezhepten birine uyarak Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in yoluna uymayı, dört amelî mezhepten biriyle amel etmeyi, fıkıh öğrenmeyi tavsiye ediyor. “Kardeşlerim” hitabıyla başlayan bu bölümde müridlerin vaktini ibadet ve taatle ihyâ etmesi, sâlihlerle beraber olması, güzel ahlâkla ahlâklanması gibi nasihatler bulunuyor. 

Gavs-ı Sânî hazretleri önceki Nakşibendî büyükleri gibi tekellüfsüz, yalın konuşan bir mürşid idi. Zaten çok fazla konuşmazdı. Nazarıyla ve haliyle irşad eder, amelle meşgul olurdu. Onun bu yalınlığı kitabında da kendini gösteriyor. Eser, günümüz okurunun anlayacağı sadelik ve akıcılıkta. Ayrıca herkesin bilmediği tasavvufî kelime ve kavramlar dipnotlarla açıklanmış. 

“el-Minhâcü’s-Senî Âdâb-ı Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî” şimdilik Arapça ve Türkçe olarak iki dilde yayımlandı. Semerkand Yayınevi eseri lüks cilt, kuşe kâğıt ve özenli teknik işçilikle okuyucularına sunuyor. Eser tasavvuf, Nakşibendiyye Tarikatı ve Menzil Dergâhı irşadının usul ve esasları hakkında birinci elden kaynak niteliğinde. 


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy