Aramak

Sohbetler

Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretleri şöyle buyurdu:

“Sohbet muhabbet verir. Muhabbet de insana amel yaptırır. Muhabbet olmasa insan hiçbir şey yapamaz.”

Allah dostları çok konuşmaz. Onlar sözden ziyade hal ve “nazar” ile irşad ederler; amelle meşguldürler. Gavs-ı Sânî hazretlerini tanıyanlar da onun sık sık bir şeyler anlattığını görmemiştir. Mürşidi Seyyid Muhammed Râşid el-Hüseynî kuddise sırruhû gibi onun da hali sohbetten daha tesirliydi. Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı baştan aşağı Sünnet-i Seniyye’nin vücut bulmuş hali gibiydi. 

Gavs-ı Sânî hazretleri çok sohbet etmemiş olsa da otuz yıllık irşadı boyunca bazen bire bir, bazen de topluluğa yaptığı sohbetler oldu. Bu sohbetler imkân dahilinde ya ses kaydıyla ya da sohbeti dinleyenlerin notlarıyla kayıt altına alınabilmiştir. 

Bu sohbetlerin dikkat çekici özelliği yalınlığıdır. Menzil Dergâhı’nın daha önceki iki mürşidi gibi Gavs-ı Sânî hazretleri de muğlak, anlaşılması zor ya da yoruma açık ifadelerle konuşmamıştır. Bunun yerine dile getirmek istediği hususu doğrudan söylemiş; niyet, hizmet, ihlâs, zikir gibi önemli hususları hemen her sohbetinde tekrarlamıştır. Bu bakımdan onun sohbetlerinin hatırlatmaya yönelik olduğu söylenebilir.

Bu sohbetlerde dikkat çeken ve belki Menzil üslubuna aşina olmayanların garipseyebileceği bir husus da ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere sıkça referans verilmemiş olmasıdır. Esasen tarih boyunca da mürşid-i kâmiller, halka dönük sohbetlerinde doğrudan bunları zikretmek yerine mesaja odaklanarak konuşmuşlardır. Fakat risale, mektup, kitap gibi metinlerde verdikleri mesajın ayet, hadis veya büyüklerin sözleri türünden referanslarını da belirtmişlerdir. Gavs-ı Sânî hazretlerinin el-Minhâcü’s-Senî Âdâb-ı Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî adlı eseri bu duruma güzel bir örnektir. 

Bu bölümde Gavs hazretlerinin sohbetlerinin bir kısmını derledik. İstifade kolaylığı açısından ara başlıklar altında konularına göre tasnif ettik.

Niyet

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki: “Bütün ameller niyete bağlıdır.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy 1) 

Niyet Allah rızası için olursa ameller makbul olur. Allah için olmazsa ameller sâlih olmaz. 

Dünya bir imtihan yeridir. Niyeti daima kontrol etmek lazım. Bunun için niyet daima Allah rızası için olmalı. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem; “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır” (Beyhakî, Şuabu’l-İman, nr. 10501) buyurmuştur. Allah Teâlâ dünyaya lânet etmiştir. Dünya mel’undur. 

Gavsımız (Gavs-ı Kasrevî) kuddise sırruhû niyet üzerine şöyle bir sohbet yapmıştı: 

İnsanın sabahleyin kalkarken, elbisesini giyerken bir iki dakika kalbinden niyet etmesi şarttır. Yine bir insanın gidip çalışması lazımdır. Dünya işi de şarttır. Allah Teâlâ şart koşmuş. Fakat hayır yollarında. Şer yollarında değil. Şer yolunda çalışıyorsa insan mahvolur, zarar görür, felaket olur. İşte hayır yollarında çalışmak lazım, niyet de lazım. 

“Ya Rabbi, ben senin rızan için gidip çalışacağım. Gayem senin rızandır. Rezzâk-ı Mutlak sensin. Çalışsam da çalışmasam da sen rızkımı vaad etmişsin, ‘ben sizin rızkınızı vereceğim’ demişsin. Aile efradımızın nafakasını üzerimize vacip etmişsin Ya Rabbi, ben ailemin ihtiyacını karşılamak için çalışıyorum. Bir de sevaplarımı arttırmak için çalışıyorum, Ya Rabbi.” 

İşte insan kalbinden böyle niyet ederse sanki camide akşama kadar secde yaparak Allah Teâlâ’ya ibadet etmiş gibi olur. 

Zamanında İbn Usfûr adında her türlü günahı işlemiş bir adam vardı. Bir gün çarşıya inerken bir çocuk gördü. Çocuk eline bir kuş almış ona eziyet ediyordu. İbn Usfûr şöyle niyet etti: “Ya Rabbi, bu çocuğa biraz para verip ikna edeyim, kuşu azat edip elinden kurtarayım. Belki bu vesile ile senin affına nail olurum.” 

İbn Usfûr kuşu kurtardı. Birkaç gün sonra da öldü. Onun evliya bir komşusu vardı. Bir gün, acaba komşumun durumu nedir, diye kabrinin başına vardı. Gözlerini kapatıp yirmi beş estağfirullah çekti. Baktı ki adam cennette. Ona;

– Sen bizim komşumuzdun. Çok günah işlerdin, dedi. 

– Evet, yapmıştım, dedi İbn Usfûr. 

– Sen ne yaptın da Allah Teâlâ seni bağışladı. 

İbn Usfûr dedi ki:

– Allah Teâlâ “Sen benim
rızam için kuşu kurtarıp azat ettin. Ben seni niye azat etmeyeyim” dedi. 

İşte İbn Usfûr’un niyeti Allah rızasıydı. Allah Teâlâ kulunu affetmek için bir sebep arıyor. 

Niyeti daima kontrol etmek lazım. Kibir, gurur gibi hallere dikkat etmek lazım.

Bir insan niyetine göre düzgün veya bozuk olur. Niyet kalp ile olur. Allah Teâlâ kandırılamaz. Allah Teâlâ kalbi biliyor, kalbe bakıyor. İnsan insanı kandırabilir. Fakat Allah Teâlâ’yı asla kandıramaz. 

Niyeti sağlam tutmak lazım. Dünyaya kapılmamak lazım. Niyetin Allah rızası için olması lazım. İnsan ne kadar çalışırsa çalışsın, Allah Teâlâ onu affetmezse kurtulamaz. 


Niyet çok önemlidir. Niyetler Allah için olmazsa tehlikeli olur. Ne iş yaparsanız yapın niyetinizde Allah’ın rızası olsun. Kalbinize O’nun rızasını yerleştirin. Yaptığınız her işte bu olsun. 

Dünya melanetinin altına sakın girmeyin! Daima kalbinizden niyetinizi sağlam tutun, daima kontrol edin, daima Allah rızası için yapın ki ibadet olsun. Çalışmaktan menfaat görmek için niyet lazımdır. Allah Teâlâ şart koşmuş. Bunun için biz de daima kalbimizi kontrol edelim. 

Kalp Allah Teâlâ’ya mahsustur. Yani Allah Teâlâ insanın kalbine bakar. Kalpte haram düşünceler olursa, kalbe kötü düşünceler gelirse Allah Teâlâ yazdırmaz. Sevap olursa yazdırır, hayır olursa yazdırır, ama günah olursa yazdırmaz. 

Mesela insan niyet ederse; “Ya Rabbi, ben senin rızan için bu şeyi yapacağım, mesela cami yaptıracağım, hacca gideceğim…” Böyle bir sevaba niyet ederse ve yaparsa Allah Teâlâ onun hanesine on sevap yazdırır. Fakat niyet eder de yapamazsa bir sevap yazdırır. 

Ama insan bir günaha niyet ederse; mesela “Filan adama zulüm yapacağım...” Harekete de geçiyor, fakat bir şey yapmıyor. İşte Allah Teâlâ onun hanesine bir şey yazdırmaz. Eğer yaparsa yazdırır, yapmazsa yazdırmaz. Ama o adamın yapacağı şey hayırsa ve niyet ederse hemen yazdırır. Yaparsa on yazdırır, yapmazsa bir yazdırır. 

Daima kalbin niyet üzere olması şarttır. Gavs kuddise sırruhû derdi ki: “Biz her sene hac niyeti yapıyoruz. Daima kalbimizle ‘bu sene hacca gideceğim’ diye niyet ediyoruz. Eğer Allah Teâlâ bize nasip ederse sevap olarak yazdırır. Nasip olmazsa da yine hac sevabı yazdırır. Daima bu niyetlerle insan hanesine
sevap yazdırır.” 

Niyet olmazsa amel olmaz. Abdest alırken, namaz kılarken niyet şart. Hepsi niyete bağlı. Niyet daima kontrol edilmeli. Niyet Allah için sağlam tutulmalı. Riyâ, haset, kibir, gurur gibi şeyler ameli yakar.


Niyetsiz hiçbir şey olmaz. Namaz kılarken, abdest alırken, oruç tutarken niyet ediyoruz. Niyet etmediğimiz zaman o ibadet olmuyor. İnsan ne yaparsa yapsın, niyetsiz o iş boşa gidiyor.

Niyet etmek çok kolaydır, kısadır. Bir dakika içinde niyet edebilirsiniz. Dersiniz ki: “Allahım, ben dergâha gidiyorum. Bu senin dergâhındır. Bu Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin dergâhıdır. Bu Sâdât-ı Nakşibendî’nin dergâhıdır. Ya Rabbi, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ümmeti için hizmete çıkıyorum. Bu yolda bana yardım et.”

İnsan, hangi hayır iş olursa olsun Allah rızası için yaparsa hem dünya hem de âhiret işlerini yapıyor, demektir. Biz öyle yapıyoruz, sizin de öyle yapmanızı istiyoruz. 

Kim nerede çalışıyorsa Allah rızası için çalışmalı, ne yaparsa Allah için yapmalı ki, âhirette yüzü ak olanlardan olsun.

Niyetimizi devamlı kontrol etmemiz lazım. Eğer niyetimiz dünya için olursa o melânetin içine giriyoruz. Niyet Allah için olursa hem dünya hem âhiret işi görülüyor. Hem ailemizin, akrabalarımızın ve komşularımızın ihtiyaçlarını görmek için çalışıyoruz hem de niyetimiz Allah için olursa yaptıklarımız ibadet oluyor. 

Allah Teâlâ devamlı insanın kalbini kontrol ediyor. Kalbi iyilik istiyorsa iyilik veriyor, kötülük istiyorsa kötülük veriyor. Daima iyi olmak, iyi istemek ve kalpteki niyetimizi kontrol etmek şarttır. Allah’tan daima iyi ve hayır istemek lazım. 

Gayemiz Allah içindir. Mal mülk için, para için, şöhret için değildir. Niyetiniz Allah rızası için olacaktır. Dünya geçicidir, âhiret kalıcıdır. Sadece niyet lazım. Bütün ameller, niyetle amel-i sâlihe döner. Amel-i sâlih olunca kabir de aydınlık olur. Karanlık gider, aydınlık gelir.

Biz bir amel yapacağımız zaman önce niyetimizi düzeltiriz, sonra o ameli yaparız. Dışarıya çıktığımızda günahlardan kendimizi muhafaza edelim. Günah işlemek yok. Çünkü kişi dışarıda günah işlerse, günahlardan kendisini korumazsa, o zaman akşama kadar olan bütün ibadet ve sevaplar yok olur gider. Günahlar ateş gibi yakar götürür hepsini. Hani bir ağacı ateş yakmaya başladığı zaman ağaç nasıl yanar gider ve geriye hiçbir şey kalmazsa, işte insan da dışarıda kendini günahtan korumazsa bütün yaptığı güzel niyetler, ameller ve sevaplarını bu günahlar yok eder götürür. Bunun için günah işlemeyeceğiz, günahtan uzak duracağız.

Zikir

Zikir kalbin ilacıdır, diğer ibadetler gibi değildir. Kur’an okumak gibi ibadetler insana sevap kazandırır. Fakat kalbin tedavisi zikirle olur. Uykum var, canım istemiyor, yorgunum diyerek zikir çekmemek olmaz. 

Zikri bir çekip bir çekmemek kalbi tahriş eder. Nasıl ki doktorun verdiği ilacı bazen kullanır bazen de kullanmazsak fayda görmeyiz; zikir dersi de böyledir. Bir de verilen sayıda zikir çekmek lazım; ne az ne fazla. İlacı az alırsanız faydası olmaz. Çok alırsanız zararı olur. 

Virdinizi gafletle çekmeyin. Kalp yerinde durur, kafa başka yerde gezerse hiç çekilmemiş gibi olur. Günah işliyorsunuz, hem yaraya bıçak vuruyorsunuz hem de tedavi etmeye çalışıyorsunuz kalbinizi. Böyle tedavi olmaz. Zikri gafletle çekmeyin. Sayısında çekin, günaha devam etmeyin, günah işlemeyin. 

Şeriat kök, tarikat gövde, meyvesi de ameldir, virddir. Yani vird yoksa, zikir yoksa yine olmuyor. Vird, nurdur, ışıktır. Şeriat, tarikat ve amel… Bunlardan bir tanesi noksan olsa Sâdât-ı Kiram kabul etmiyor. Şeriat, tarikat, vird Allah Teâlâ’nın levhasıdır. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhunun ve Sâdât-ı Nakşibendî’nin levhasıdır. Süt gibi, kar gibi, bembeyaz nurdur. Zerre-i miskal leke kabul etmez. 

İnsanın zikrullah gibi manevi ilaçlara sarılması gerekir. Zikrullahın sesi şeytanı kaçırır. Şeytan korkaktır. Zikir sesinden kaçar. Fakat nefs öyle değildir. O kedinin fareyi beklerken takındığı tavır gibi sessiz bir şekilde insanın hata yapmasını bekler. 


Vird çok önemlidir. Virdin yerini hiçbir şey tutmuyor. Kalbiniz ancak zikirle temizlenir. Vird çekmezseniz kalbinizdeki kirler, lekeler çoğalıyor. Hiçbir şeyden feyz ve tat alamıyorsunuz. 

Virdinizi çekin. Doktora gidiyorsunuz, size ilaç veriyor. O ilacı almazsanız hastalığınız geçmiyor. Manevi hastalıkların ilacı zikirdir, virddir. 

Zikirsiz sofi olmuyor. Zikir çekmeyen sofiden hiçbir şey olmuyor. Ne yapın ne edin, virdinizi çekin. Gafletle vird çekmeyin. Önce gafletten uyanın. Gafletle çekilen virdden feyz alınmaz. Neden feyz gelmiyor? Gaflette olduğunuzdan; ondan gelmiyor. 

Kalp çocuk gibidir, ne öğretirsen o da onu söyler. Yeni dillenen çocuğa nasıl mama, baba demeyi öğretiyorsan kalbe de Allah Allah demeyi öğretmen gerekir. Onun ağzının olduğunu düşüneceksin ve Allah dediğini düşüneceksin, Allah demeye zorlayacaksın. Çok değil, üç ay, beş ay sonra kalp Allah demeye başlayacaktır. Gayret etmek lazım.

Bütün gayretimiz hakikaten gafletsiz zikir çekmeyi arzu eden kardeşlerimizi ateşleyebilmek. Niyetimiz bu. Elbette Allah yardım eder, Sâdât himmet eder. 


Hakiki râbıta ve zikir zulmeti atar. Gafletsiz zikir çekmek için evvela günlük yaşantınıza dikkat edin. Sofilik günlük yaşantıdır. Yediğin içtiğin şeyler, konuştuğun kişiler, namazın, abdestin, alışverişin dürüst olması lazımdır. Günlük yaşantı bu, ama zikir bambaşka bir şey. Zikri bütün mahlûkat yapıyor.

Nefsin kırk tane ayağı var, iki tane de başı. Birisi iki kaşın arasındadır, diğeri de göbeğindedir. Kırk tane ayağı bütün vücudumuzu sarmış. Bunu biz senelerce bu yaşımıza kadar büyütmüşüz. Ayakları bütün vücudumuzu sarmış. Bu nefsin tek terbiyesi zikir ve mürşidi ziyarettir. Yani mürşidin nazarından geçmektir. Bu nefsle başka türlü baş edilemez. 

Zikir çektikçe nefsin ayakları yanar, ayakları yandıkça yavaş yavaş etin içinden ayaklarını çeker. Bu çekme esnasında da ağrılar sancılar olur. O sancılar, nefsin ayaklarını toplamasındandır. Nefs yavaş yavaş ayaklarını çektikçe kiminin sırtında, kiminin boynunda ağrı oluyor. Bunca sene büyütmüşüz, şimdi ayaklarını çekmesi için uğraşıyoruz. Nefs alt yandaki bütün ayaklarını çekerken göbekte toplar. Zikir çeke çeke en son toplanacağı nokta iki kaşın arasıdır. Yani en son makamına dönmüş olur. 


Gafletle çekilen zikirden tat alınmaz. Gerçek manada vird çektiğinde virdin bittiğine üzülürsün. İbadetlerin en faziletlisi zikirdir.

Hatme yapmak, râbıta yapmak, salâvat okumak sevaptır. Kalbin ıslahı ise ancak zikirle olur.

Zikir kalbin gıdasıdır. Gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra da ölür. Kalp ancak zikirle beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. 

Beş bin vird çekmeyen Nakşibendî olamaz. İnsan bâliğ olduğu zaman Allah günahını ve sevabını yazdırır. Her insanda ve hayvanda hayvanî kalp vardır, vücuda kan pompalamak için. Bir de onun içinde insanî kalp vardır. Hayvanlarda yoktur. Günah işlemeye başlayınca insanî kalpte kararmalar ve yaralar oluşur.

Kur’an-ı Kerim’in hepsi zikirdir. Zikir hakkında çok ayet vardır. Zikrin sürekliliği önemlidir. Her gün çekilmelidir. Ne fazla ne de eksik... 

Zikir kalbin ilacıdır. Doktorun verdiği ilacı nasıl her gün saatinde içince fayda veriyorsa, zikir de her gün sürekli çekilmelidir. Gafletle çekilmemelidir. Gafletle çekilirse sıkıntı, ağırlık, isteksizlik olur. Feyz muhabbet olmaz o zaman. Ağır gelir, çekmek istemez insan. Mesela bir yaraya merhem sürüp tekrar bıçak saplamak gibi yarayı açıp tahriş eder. Tedavisi zor olur. 

Kişi beş bin vird çekmezse Nakşibendî olamaz. Hatmede fayda görür, muhib (seven) olur ama Nakşibendî olamaz.

İlim

Sofilere fıkıh anlatın. Fıkıh bilmeleri lazım. Namazın ve diğer ibadetlerin nasıl yapılacağını öğretmeniz lazım. Geçen gün elli beş yaşında biri gelmiş, daha üç gündür camiye geldiğini söyledi. Buna ağırlık verin, ders yapın öğretin. Siz Allah için çalışın, kim ne derse desin aldırmayın. 

Sohbet yapın, sohbeti çoğaltın. Fıkha ağırlık verin. Namaz kılmayı bilmeyenler, kadınların özel halini bilmeyenler var. İlim çok önemlidir. Âlimler bu dinin sahipleridir. Kâmil mürşidleri de onlar yetiştirirler.

Bir Müslüman abdestini, gusül abdestini, namaz kılmayı, ilmihalini okuyup öğrenecek. İlim öğrenmek farzdır. Bütün cehalet bilmemekten doğar. Onun için herkes okuyup öğrenecek.


Keşif ve kerameti Allah Teâlâ ilmi olmayana da verebilir. Ancak şeriatı bilmeyen, ilmi olmayan için zifiri karanlıktır. Cahilin ilmi olmadığı için o keşif ve keramet başına bela olur. Çabucak tepetaklak gider. 

Tarikat şeriatın üstünde kurulmuş takva makamıdır. Şeriatsız tarikat olmaz. Bir evin yapımında temelde kullanılan demir, beton eksik olursa bina sağlam olmaz, çabuk çöker. Tarikatın temeli de şeriattır. Temeli sağlam olmayan tarikat ehli de çabuk yoldan çıkar. 

Bir kişinin Müslüman olması için ilk önce kelime-i şehadet getirmesi gerekir. Ondan sonra imanın şartlarını kabul etmesi gerekir. Ondan sonra da İslâm’ın beş şartını yapması lazımdır. Bunlardan hac, zekât, oruç belli şartlara bağlanmıştır. Fakat namaz âkil bâliğ olan herkese farzdır. Herkesin her şartta yapması gereken bir ibadettir. Yapılmazsa çok büyük cezası vardır. Bazı âlimlere göre beş yüz, bazı âlimlere göre yetmiş bin yıl cezası vardır. Kişi hasta olsa, hareket edemeyecek olsa bile ima ile de olsa namazını kılmak zorundadır. Kişi suda boğuluyor olsa, ölüm sekeratı anı gelmiş olsa bile o vaktin namazını eda etmek zorundadır. O vakit namazından sorumludur. 


Yapılan hizmetlerde ve ibadetlerde niyet önemlidir. Niyet Allah rızası için olmalıdır. Biz herkesin Fatiha’yı bildiğini sanıyorduk. Gördük ki Fatiha’yı eksik okuyorlar. O zaman namazları iptal oluyor. Bütün sofiler Fatiha’yı güzelce öğrenmek zorundadır. Namaz olmazsa yaptığınız hatme, râbıta ve virdler de olmaz.

Keşifle kerametle büyüklük olmaz. Onun için çok dikkatli olmak lazım. Bir gün Abdülkadir Geylânî hazretleri mihrapta ibadetini yapıyordu. Bir ses işitti: “Amellerinin hepsini kabul ettim. Bundan sonra bize ibadet etme!” Düşündü: “Böyle bir emir ne Kur’an’da ne hadiste var. Resûl-i Ekrem’den ibadet düşmedi. Ben kimim ki!” der ve şeytana tesbihini fırlatır. Paramparça olur. Şeytan der ki: “Ey Abdülkadir, ben bu yolla yetmiş bin evliyayı yoldan çıkardım.” 

İlim çok mühimdir. İlimde büyük makamlar vardır. Âlimler Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin vârisidir. Vâris olmak için çalışmak gerek. Çalışmazsak o ilmi kazanamayız. İlim bütün amellerin başıdır, bütün amellerin sonudur. İlim amel-i sâlihtir. En büyük amel, en büyük zafer ilimdir. İlim olmazsa insan cahil kalır. 


Biliyorsunuz, cahilin bir makamı yoktur. Cahil hiçbir şey bilmez. İslâm’ın temeli ilimdir. İlim olmazsa Din-i İslâm da olmaz. 

Cahil, abdest gusül bilmez. İlim olmazsa amel de olmaz. İlim olmazsa Allah Teâlâ’yı tanıyamayız. O’nun büyüklüğünü, hikmetini bilemeyiz. 

Her şey ilimden geçiyor. İlim okumak, çalışmak, ilim üzerinde durmak bizim için şereftir, ameldir, büyük makamdır. 

Bu Tarik-i Âliyye tasavvuftur. Tasavvuf takvadır, takva şeriattır. Takva en büyük ilimdir. Şeriatın yoludur. Yani şeriat Allah Teâlâ’nın emridir. Allah Teâlâ’nın emri sâdık olmaktan geçiyor. 

İlim tasavvufla olmazsa felakettir. İlim ne olursa olsun, illâ istikamet ister. İstikamet olmazsa felakettir, küfürdür, kirdir. İnsan şeriata sâdık olursa, yanlış yapmazsa, yolundan sapmazsa kazanır. Ama yolunu kaybederse neûzubillah, küfre gider. 

Din-i İslâm’ı yaymak için ilim lazım. İlim olmazsa ne tarikat olur ne şeriat olur. Ne de Allah Teâlâ’nın hikmeti olur. Hiçbir şey olmaz. İllâ ilim olması lazım. Bu yüzden dikkatli olacaksınız. 

Gavs hazretlerinin zamanı çok sıkıydı. Kasrik’te bir Hacı Cıbo vardı, Gavsımız kuddise sırruhû onun evindeydi. İki katlı bir ev. Bir katı ahırdı, bir katında da kendisi kalıyordu. O ahırı temizlediler, sıva yaptılar. Sıva o zaman çamurla yapılıyordu. Pencere ve kapıların hepsini kapattılar. Bir de merdiven koydular. O zaman halı yoktu, hasır vardı. Hasırın altından altmış yetmiş santim büyüklüğünde bir kapı açtılar, oradan aşağı gidip geliyorduk. Biz çıra diyoruz, o zamanlar biz çıra ışığında okuyorduk. 

İşte o günden bugüne hiçbir zaman ilim talebemiz eksik olmadı. O zamanlar on beş yirmi civarında talebe vardı. Şimdiki gibi değildi. Allah Teâlâ bize çok büyük bir nimet vermiş. Bize bu medreseleri nasip etmiş, bu ilim talebelerini nasip etmiş. Bunlar çok büyük nimettir.

Amel

Dünyadayken kendinize âhiret için bir elbise hazırlayın. Âhirete çıplak gitmeyin. Kefenleri toprak çürütür.

Bir evliya vardı. Beş yüz sene ibadet etmiş, bir nokta kadar bile gaflette olmamış. Vefat edince Allah Teâlâ ona şöyle demiş: 

– Beş yüz sene amel ettin. Sana amellerinle mi mükâfat vereyim, affederek mi mükâfat vereyim?

– Ya Rabbi, beş yüz sene ömür verdin. Senin yolundan hiç çıkmadım. Amellerimle mükâfat ver. 

Allah Teâlâ meleklerini çağırmış;

– Ne kadar ameli varsa hesap edin. Ama verdiğim nimetleri de hesap edin, ona göre mükâfat verin, demiş. 

Hesap yapılmış, beş yüz sene ibadet sadece bir göz nimetini karşılamış. İnsanın beş bin sene ömrü olsa ne takati yeter ne de ettiği ibadetler o nimetleri karşılar. 

Allah Teâlâ’nın affı çok büyüktür. Allah Teâlâ’nın affı yüz kısımdır. Bir kısmı dünyaya gelmiş, doksan dokuzu âhirete kalmış. Allah Teâlâ rahmet ediyor, rahmeti olmasa ehl-i küfrü hayvana çevirir. Ehl-i küfre de o bir rahmetle dünya malını veriyor, akıl veriyor. Doksan dokuzunu ise âhirete bırakmış. Müslümanlar için, hepsi ehl-i iman için. İnsan bir zerre-i miskal kadar imanını kurtarıp âhirete giderse büyük bir müjde vardır. İmansız giderse rahmet yoktur, şefaat yoktur, hiçbir kurtuluş yoktur. 


Dünya geçici, âhiret kalıcıdır. Dünyada çok yaşasan yüz sene... On beş sene çocukluğa geçiyor, bir şey anlamıyor insan. Seksen beş senenin yarısı yatmaya gider. Kalıyor kırk iki, kırk üç senesi. Onu da dünya dedikodusuyla geçirirse yazık olur. Kefen de bozulur gider, çıplak kalır, rezil olur. Fakat insan amel-i sâlihle giderse makâmât sahibi olur. Amel-i sâlih, Allah için olandır. 

Bütün ameller niyetle sâlih amele döner. Amel-i sâlih olunca kabirde ışık olur, karanlık gider, aydınlık gelir. Amel-i sâlih yapmak lazım. O zaman insanın dünyası boşa gitmez. Ölüm dün bugün derken yaklaşıyor. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecek gibi âhiret için çalışacaksın. Ümmet-i Muhammed’e fayda vermek için çalışalım. İnsan zahmet görmezse cennetin lezzetini alamaz. 


Dünyada çok para kazanan bir kişi dünyada çok hürmet görebilir. Makam mevki sahipleri kime hürmet gösterir? Parası olana! Dünyada para olduğu zaman dünya kapıları açılır. Nasıl ki dünyada paranız olduğunda hürmet görüyorsanız, âhirette de hürmet görmek için, kapıların açılması için âhiret sermayesi biriktirmek ve amel-i sâlih işlemek lazım. Ki orada da peygamberler, sahabe-i kiram ve evliyalar hürmet göstersin, yer göstersin.

Onun için dünyada ticareti iyi yapmak, cebimizi sevap ve iyiliklerle doldurmak gerek. Nasıl ki dünyada parası çok olana izzet ve ikramda bulunuluyorsa âhirette de sevabı çok olana hürmet gösterilir.

Âdâp

Âdâptan taviz vermeyin. Âdâbın muhafazasında aslan gibi olun. Âdâp çok mühimdir. 

Mevlânâ Hâlid hazretlerinin zamanına kadar dergâha gelenlere üç gün tayın çıkar, sonra da tayınları kesilirdi. Herkes kendi kesesinden yerdi. O bu âdâbı değiştirmiş. Sofi bir yıl da dergâhta kalsa tayını kesilmemek üzere yeni bir âdâp koymuş ve şöyle demiş: “Bu âdâbı değiştirene kadar belim kırıldı.” 

İşte bu âdâp çok mühimdir; riayet edin. Davranış ve hareketlerinizle âdâbı yaşatın. Birlik beraberlik içinde olun. Bir tek kişinin hidâyetine sebep olmak, Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kadar zincirleme menfaat verir.
Bir kişinin hidayetine sebep olmak, o kimsenin yaptığı bütün amellerin sebep olana, Sâdât-ı Kiram’a ve Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kadar ulaşmasına vesile olur.

Vakfın Kuruluş Gayesi

Vakıf çalışmasını ben başlattım. Niyetimiz Allah rızası içindir, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ümmetinin menfaati içindir. 

Biz yanlışlıkları ortadan kaldırabilmek için vakfı kurduk. Bunları önlemek için bu çalışmayı başlattık. İstişare yaptık, istihâre yaptık, vakıfları kurduk. Vakıf kuruldu, maddi ve manevi çok faydasını gördük. Çok memnunuz, bizi sevindirdi. Allah razı olsun. Resmî, kanunî yönden de uygun oldu. 


Bu Tarik-i Âliyye beyazdır, leke kabul etmez. Bu tarikat Ebu Bekir Sıddık’a dayanır. 

Bu vakıflar Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin vakfıdır. Vakıflar Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ümmetine hizmet için kuruldu. Maksadımız Allah rızasıdır. 

Vakıflarımız şimdi çok güzel. Bunun adı vakıf, ama vakıf değil; özü şeriattır. Niyetimiz hâlis, yaptıklarımız Allah rızası içindir, Peygamber ümmeti içindir, onların menfaati içindir. Bunu size söylememdeki gaye, siz de niyetinizi düzeltin. Niyetiniz Allah için, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ümmeti için, hizmet için olsun. Şeriat ve tarikat bir bütündür. Şâh-ı Nakşibend kuddise sırruhû; “Şeriatla tarikatı birbirinden ayırmak zındıklıktır” buyurmuştur. 

Biz bu vakfı kurmadan önce çok ıstırap çektik. Bu tarikat hidâyet yoludur. Bu tarikat İslâm yoludur. Bu tarikat peygamber yoludur. Bu tarikat takva yoludur. Çok şükür vakıflar kuruldu, Sâdât’ın himmeti oldu. Allah Teâlâ diyor ki: “Siz bir adım bana gelirseniz ben size on adım gelirim.” (Müslim, Zikir 1, nr. 6983) Biz bir adım attık, hamdolsun bin adım gelindi. 

Eskiden bilgisiz, cahil görevliler vardı. Şimdi vakıfla beraber aşağı yukarı âlim oldular. Hadis, tefsir, fıkıh, Kur’an biliyorlar. Allah bize çok lütfetti. Bu çalışmalar bizi sevindiriyor. Ne kadar şükretsek ödeyemeyiz. Çok yol alındı. 

Bu vakfın kuruluş sebebi tasavvuftur. Tasavvuf, Kur’an ve Sünnet’in kendisidir. Tasavvuf, Allah’ın emirlerine uymak, günahlardan kaçınmaktır. Öyle günahlar vardır ki insanın bütün iyiliklerini ateşin odunu yaktığı gibi yakar bitirir. Bu vakıflar şeriatın merkezi olacak. Bizim tarikatımız şeriattır. 


Vakıflar dergâhlar için kurulmuştur. Dergâh hizmetlerinin düzenli yürümesi için kontrol lazımdır. Sofilerin hatme yaptığı yerin temiz, düzenli
olması gerekir. 

Bu vakıflar kuruldu ki birlik ve beraberlik olsun, zayıflara fakirlere yardım edilsin. Sofilere sohbet için bu vakıfları kurduk. Onu da Allah Teâlâ için yapmak lazımdır. Birbirimize hatalarımızı söylemek, yola getirmek için, birbirimizi ateşten uzak tutmak için bu vakıfları kurduk. Bunun için çok dikkat etmek istiyoruz.

Hizmet 

Bu vakıf hizmetleri için gayret edin. Bu hizmet, önünüze gelen bu iş size bir devlettir. Size nasip olan bu hizmetin kıymetini bilin, alın, saklayın, muhafaza edin, kapınızın, evinizin içinde tutun. Eğer bu nimeti kaçırırsanız bir daha yakalayamazsınız. Bu fırsatı bir daha bulamazsınız. 

Biz bu hizmetlerde ortağız. Bu ortaklık, bu manevi ticaret ölünce de bitmez. Kıyamete kadar devam eder. Amel defteri kıyamete kadar kapanmaz. Çünkü bu tarikat kıyamete kadar devam edecektir. Onun hayrı hem size hem bize hem de Sâdât’adır.

Dünya küfür denizi olmuş. Küfür deryasından insanları çıkarmak lazım, onlara yardım edin. Ümmet-i Muhammed ateş içerisindedir. Birisinin ateşte yandığını görseniz siz ne yaparsınız, yardım etmez misiniz? Buna hiç kimsenin yüreği dayanmaz. Onlara yardım etmemek yakışık alır mı? 

Biz hiçbir şey değiliz. Biz Sâdât-ı Kiram’ın elinde bir baston gibiyiz. Ümmet-i Muhammed’e yardım etmek gerekir. Allah için Ümmet-i Muhammed’e yardımcı olun.

Kişi, bütün dünyanın hidayetine vesile olsa, fakat kendisi hidayete ermemişse bunun ona bir faydası olmaz. İnsanın kendisi ateşe giderken bütün insanlar kurtulmuş olsa ne fayda! Evvela kendi nefsimizi kurtaralım. Sonra arkadaş, akraba, ev ahalisi… 

Biz bu dergiyi Din-i İslâm için, insanların eğitimi için, hem de tekkenin, vakfın ihtiyaçlarını karşılamak için çıkarıyoruz. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yolunda çalışıyoruz. 

Biz sizden memnunuz. Sofiler geliyor, çorba lazım, ekmek lazım, yatak lazım… Bunlar için gelir lazım. Bir gelir olmadan olmuyor. Dünya için de çalışmak gerek, hizmetin devamı için de paraya ihtiyaç vardır. Bu niyetle dünya için çalışmak amel-i sâlihtir. Yoksa bize para lazım değil. Biz malımızı, canımızı, elbisemizi sofilerin ayaklarının altına atmışız. Bu Tarik-i Âliyye’nin gayesi hizmettir. 

Gavs hazretleri yemin etti; “Bizim evimize haram girmemiş.” Seydâ hazretleri de “Bizim evimize haram girmemiş” dedi. Biz de diyoruz ki; “Bizim evimize haram girmedi.” Sizler de dikkat edin! Bu vakfa haram karıştırmayın. Dikkat etmezseniz siz vebaldesiniz. Helal kazanmak başlı başına bir ibadettir.

Vakıflar ticaret yapsın. Ticaret Peygamber Efendimiz’in sünnetidir. Peygamber Efendimiz de ticaret yapmıştır. Fakirlere yardım edin. Hayır yapmak isteyen olursa onun hayrına engel olmayın. Vakıf yardım kabul edebilir. Ancak ticaretle para kazanmaya çalışın, fakire, yoksula, talebeye, sahipsiz kadınlara vakıf yardım etsin.

Bu hizmet muhakkak yürüyecektir. Niyetimiz Allah için olsun. Niyetimiz Allah için olursa siz de biz de Sâdât-ı Kiram da istifade eder. Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme kadar herkes fayda görür. Allah rahmet sahibidir, hiç eksiltmeden verir. 

Bu yola hizmet edin, çalışın ki Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bize şefaat etsin. İyiliğe sebep olanlara da aynısı vardır. Çok dikkat etmek ve çok çalışmak gerek. Allah rızası için çalışın, ne kadar çalışırsak Allah Teâlâ o kadar verir. Bu Tarik-i Âliyye için çalışalım. 

Allah için olmadıktan sonra bütün dünya elimizde olsa iğne ucu kadar kıymeti yoktur. Ama Allah için olursa iğne ucu kadar da olsa kıymeti vardır. 

Biz artık ihtiyarladık, ihtiyarlar içinde sayılırız. Gavs ile Seydâ âhirete ne götürdü? Allah için hizmet götürdü, sâlih amel götürdü. Biz de hizmet ve sâlih amel götürmek istiyoruz. 

Gayret

Çalışmakta çok büyük menfaat vardır. Özellikle bu zamanda, bu asırda gece gündüz çalışmak gerek. Çünkü bizim gayemiz Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi hoşnut etmektir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ümmetini çok sever. Başka peygamberler gibi değildir. 

İnsan eziyet görmeden cennete giderse o cennet hoşuna gitmez. İnsan yorulduktan sonra rahatça oturunca, ancak o rahatlık insanın hoşuna gider. 

Kıyamet günü Allah Teâlâ cehennemin gemlerini bırakınca, cehennem bütün insanların üzerine gelir. O vakit Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem kalkıp “Ya Rabbi ümmetimi kurtar” der. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kendi nefsini değil, ümmetini istiyor. Biz de O’nun için çalışmalıyız. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ümmetini çok sever. Bunun için biz de O’nu
hoşnut edelim.


Diğer peygamberler zamanında bir günaha bir günah, bir hayra da bir hayır verilirdi. Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin hayrını fazlalaştırmak için O’na mükâfat olarak bir sevaba en az on sevap yazdırır. Bazı sevaplar vardır ki bin sevap yazdırır, bin beş yüz sevap yazdırır. 

Bu sevaplar çoktur. Mesela insan Mekke’de bir hayır işlerse, bir Lafza-i Celâl söylerse sanki yüz bin Lafza-i Celâl söylemiş gibi sevap yazdırır. Yani Mekke’de bire yüz bindir. Medine’de bire bindir; o kadar sevap vardır. Herkes kendi memleketinde bir kelime Lafza-i Celâl söylerse Allah
on yazdırıyor.


Gavs-ı Kasrevî hazretlerinin bir sohbeti var: Adamın biri bal topluyormuş. Kendisinin de bir kovanı varmış. Çevre köylerden bal toplar, kovanındaki arılara dermiş ki: “Siz vızıldayın, ben balı bulup getiririm. Benim bulduklarım size de yeter bize de. Siz ölürseniz sırrım meydana çıkar. Sakın ölmeyin, vızıldayın.” 

Siz de vızıldayın Sâdât’ın balı çoktur, size himmet eder. Onların himmeti çoktur. Siz ne kadar gayret ederseniz o kadar himmet gelir. Allah indinde Sâdât’ın balı çoktur, çeşit çeşittir. Arılar gibi siz de ölmeyin. Sâdât gece gündüz tâlip arıyor, bal vermek için. Allah Teâlâ bize çok tâlip nasip etsin.

Vızıldamak nedir? Önce niyet, sonra Allah Teâlâ’ya göre hareket etmek, Şeriat-ı Garrâ’ya, Sâdât’ın âdâbına uymak ve çalışmaktır. Allah Teâlâ her şeyi sebebe bağlamıştır. Oturmakla olmaz. Allah Teâlâ oturanı sevmez. Çalışmak lazım, gayret etmek lazım. Allah Teâlâ bizi bu yoldan ayırmasın. Bu yolun mükâfatını bize versin. Gaye, bu Tarik-i Âliyye’yi taşımak. Biraz gayret göstermek lazım.


Niyetimiz Allah Teâlâ’nın rızasıdır. İnşallah başka şeyler olmasın. Allah Teâlâ’nın rızası için olmayanları kaldırıp atalım. Yalnız çalışmanızı, gayret etmenizi istiyoruz ki Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem hoşnut olsun. O’nun huzuruna yüzümüz ak gidelim, böylece O’nu memnun edelim. Allah Teâlâ, Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme çok şeyler vermiş. O en büyük peygamberdir. O’na çok büyük bir makam vermiş, Allah Teâlâ başka kimseye böyle bir makam vermemiş. Onun için ümmeti de öyle sâdık olsun. 

Bu Tarik-i Nakşibendiyye büyük bir yoldur. Müstakimdir. Sâdık bir yoldur. Çünkü Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhûnun yoludur. O sıdkıyla gidiyor. Onun sıdkıyla sâdık olmak şarttır. Sâdık olalım ki menfaat görelim. 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ümmetine çok düşkündür. Âhirette diğer peygamberler kendi nefslerini düşünürken, bizim peygamberimiz “ümmetim ümmetim” der. Ama bizim de çalışmamız lazım. Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’in şefaatini size de bize de nasip eylesin.


Sofi, musibet geldiğinde sabredecek. Gelen musibeti maneviyata döküp muhabbete döndürecek. Her ne olursa olsun yılmayacak, gayretli olacak. Mürşidin himmeti müridin gayretine göredir. Ölçü şeriattır. Şeriatta olmayan tarikatta yoktur. 

Allah Teâlâ bu Tarik-i Müstakim’den bizleri nasipdâr etsin. Bu Tarik-i Müstakim tâ kıyamete kadar devam etsin. Bizi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şefaatinden ayırmasın. Sâdât-ı Nakşibendiyye’nin gölgesinden ayırmasın. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yolundan ayırmasın. Sâdât-ı Nakşibendiyye’nin yolundan, Tarik-i Müstakim’den ayırmasın. Allah yardımcınız olsun. 


İnşallah bizler de sizler de Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin izinden gidelim. Bütün gaye odur. Hep onun için çalışalım. Hep onun için ileri götürelim. Çünkü biz çok büyük bir zarardayız. Çok büyük bir kıyamet gününün en dehşetli, en zahmetli, en tehlikeli zamanındayız. Bu tehlikeli zamanda çalışmak şarttır. Gece gündüz çalışacağız. 

Çalışmayı Allah Teâlâ çok seviyor. Sâdât-ı Kiram çok seviyor. Onun için dünya değil de âhiret için, Allah Teâlâ’nın rızası için, Sâdât’ın nazarlarında olmak için Allah Teâlâ bu yolu insanımıza nasip etsin. Yetmiş milyona nasip etsin. Allah yardımcınız olsun, Allah muhafaza etsin. İnşallah kıyamet günü birlik beraberlik içinde oluruz. Allah yardımcınız olsun.

Güzel Ahlâk

İslâm güzel ahlâktır. Halim, sabırlı, mazlum olmak lazım. Peygamberlere bir bakın. Hz. Âdem aleyhisselamdan Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme kadar hepsi mazlum. Herkes onlara zulmetmiş. Allah Teâlâ zalimleri sevmez, mazlumları sever. İşte bu Tarik-i A’lâ daima kendini mazlum görmek, mazlum olmak, sabırlı olmak, halim olmaktır. 

İbadet yalnız namaz değildir. Namaz kılmak çok mühim, her Müslümanın yerine getirmesi gerek. Yoksa Allah Teâlâ azap eder. Güzel huylu olmak, yalan konuşmamak, sağlam çalışmak lazım. Bunlar amel-i sâlihtir.

Hiç kimseye sert davranmayın. Güzel ahlâkla güzel sözlerle insanlara davranın, çok dikkat edin.

İnsanların hatalarını yüzlerine vurmamak lazım. Bir dedikodu varsa kontrol altına alacaksınız. Yumuşak davranın, kötü kelimeler kullanmayın.

Karşınızdakiler size ne kadar kızarsa kızsın, yumuşak davranın. Gaye, Ümmet-i Muhammed’in hidayetidir. Bana şunu dedin, bunu dedin diye karşılık vermeyin. 

Sofiler arasında kimse kimseye küs ve dargın kalmasın. Şayet varsa barıştırın. Âdem aleyhisselamdan kıyamete kadar gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün insanların en hayırlısı, en büyüğü, en yücesi, en güzeli, en şereflisi bütün peygamberlerin imamı Peygamberimiz Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemdir. O, yumuşak huyuyla, güzel ahlâkıyla tek başına dünyayı fethetmiştir. 

Seydâmız kuddise sırruhû bu Ümmet-i Muhammed’e yumuşak davranmasaydı bunca kalabalık olmazdı. Sofi, sofiye yumuşak davranıp güzel ahlâkıyla doğruyu anlatıp, kulun değil Allah Teâlâ’nın hatırını gözetecek. 

Sadakat

Bu Tarik-i Âliyye Ebu Bekir Sıddık’tan gelmiştir. Pîri odur. Peygamber’e çok sâdık, ameli de çok. Ameli kendisinden daha çok olan sahabilere göre ashabın en büyüğüdür. Bu makamı sadakatinden kazanmıştır. Bu tarikat ondan gelmiştir. Sâdıklık çok büyük makamdır. Onun için sâdık olmak çok mühimdir. 


Bu yol Ebu Bekir Sıddık’ın yoludur. Ondan tevârüs edilmiştir. Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhu en büyük sahabî idi. Onun önünde başka bir sahabî yok idi. Ondan daha fazla ibadet yapan vardı, fakat Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anhuda sâdıklık gâlip idi. Allah Teâlâ bizi bu yoldan ayırmasın. 

Sohbet

Sohbet muhabbet verir. Muhabbet, insana amel yaptırır. Muhabbet olmasa insan hiçbir şey yapamaz. İslâm kök, tasavvuf gövde, amel ise meyveleridir. Bu üçü şarttır. Kök olmazsa gövde ayakta duramaz. Gövde olmasa meyveleri olmaz. Yalnız, kök ve gövde olsa meyvesi olmasa, meyvesiz ağaç ancak kesilip yakacak odun olur. 

Dergâhlarda vekiller bol bol tasavvuf sohbetleri yapacak. Seydâmız’ı, Sâdâtlar’ı anlatacak. Sohbet yapılan yerde Sâdât’ın ruhaniyeti hazır olur. Sofiler de râbıtalı dinlerse rahmet zuhur eder. Rahmet muhabbete, muhabbet amel işlemeye, amel işlemek de sofinin kurtuluşuna, yakınlığa vesiledir. 

Bir vekilin sohbet yapması, şeriatı anlatması için illâ molla, âlim olması şart değildir. Kitaplardan açıp okuyabilirsiniz. 

Üç sebep vardır ki bu üç sebepten biri ya da birkaçı varsa o ortamdan feyz ve muhabbet kesilir: 

• Ya sohbet eden kendi nefsinden konuşuyordur. Yani gâfildir. Varlık duygusu ile konuşuyordur. Allah’ın rahmetine, Sâdât’ın himmetine yönelmemiştir. 

• Cemaat gaflet içindedir ve âdâbı gözetmeksizin mecliste bulunmaktadırlar. Yani kalpler dağınık, beklentiler farklıdır. Allah’ın rahmetine, Sâdât-ı Kiram’ın feyzine yönelmemişlerdir. 

• Yahut cemaat sohbette geçen konularda birbirlerinin eksiklerini, kusurlarını görme gayreti içindedir. Yani şu şunun eksiği, bu da bunun eksiği gibi düşünerek herkesin topu birbirine atmasıdır. Vallahi biz bundan nefret ediyoruz.

Tevazu

Kimse birbiriyle itişmesin, kimse birbirini kırmasın, hepiniz alçak gönüllü olun. Allah Teâlâ Kâbe’yi, Mekke’nin en çukur yerinde yaratmış. Eğer isteseydi tepelere, dağlara kurardı. Ama Mekke’nin en çukur yerine kurmuştur. Bununla birlikte Allah indinde en ulvî yerdir. Suyun çukura aktığı gibi Allah Teâlâ’nın rahmeti de alçak gönüllere akar.

Şâh-ı Nakşibend hazretleri bu makamı alçak gönüllülükle kazandı. Siz suyun hiç yukarı doğru aktığını gördünüz mü? Hep aşağılara akar. Siz de alçak gönüllü, mütevazı olun ki Allah’ın rahmeti ile gönlünüz dolsun. O rahmetten istifade edelim, elimiz boş dönmeyelim. İnsan kendini alçak görürse Allah Teâlâ huzurunda o kadar büyür. Kâbe çukurda, ama manen yüksekte. Nefsini kim yüksekte görürse, Allah Teâlâ onu alçaltır. 

Hak tâlibi sofi tavus kuşu gibi olmalıdır, karga gibi olmamalıdır. Tavus kuşu vücudunun onca güzelliğine değil, ayaklarının siyahlığına bakar, boynunu büker. Sofi bu düşünce ve hal üzere olmalı; sahip olduğu güzel hallere değil, nefsinin kusurlarına bakmalıdır. Çünkü insanın iyi hallerine bakması kendisinde kibre ve gurura sebep olur. Tavus kuşu o kadar güzel renkli olmasına rağmen siyah bacağından dolayı mahcuptur. Karga ise iki renkli olduğu, ağzı her pisliğe değdiği halde sanki kendisinden başka kuş yokmuş, en güzel kuş kendisiymiş gibi avaz avaz bağırır. 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurdu: “Mümin müminin aynasıdır.” (Ebu Davud, Edeb, 57) Bu hadis-i şerife göre insan, mümin kardeşinde gördüğü hata ve noksanlığı kendisinde görmediği müddetçe kemâlâta ermesi mümkün değildir. 

İnsan azamet-i ilâhiyye karşısında nefsini tezek gibi basit ve değersiz görmedikçe su üstünde kalamaz, maneviyatta yol alamaz. Kendisinde bir değer ve ağırlık gören kimse taş gibi suyun içine batar, kimseye faydası olmaz. Mahlûkattaki bütün kemâlât, Allah Teâlâ’nın kemâlâtının bir tezahürüdür. İnsanın kemâlâtı kendinden bilmesi boş bir iddia ve büyük bir kusurdur. 

Yağmur yağdığında tepelerde bir şey kalmaz, sular hep alçak yerlerde, derelerde birikir. İşte Allah’ın rahmeti, Sâdât’ın tasarrufu da alçak gönüllerdedir.

Sâlihlerle Beraber Olmak

Nuh aleyhisselam çok büyük bir peygamber olduğu halde oğlu kötülerle beraber oturup kalktığı için o da kötülerden oldu. Nuh aleyhisselam, “Bu benim yarımdır, benden bir parçadır” diyerek oğlu için Allah’tan şefaat diledi. Allah “O senden değildir” dedi. O da kötülerden oldu. 

Evliyalarla, sofilerle beraber oturun, onlar bize yol verir. Gavs kuddise sırruhû; “Evliyalarla oturan evliya olur” dedi. Münafıklardan uzak durmak lazım. Eğer bilginiz ve gücünüz varsa, onları hayra ve iyi yola çekebiliyorsanız, o zaman olabilir. Yoksa zararlı olur, çok dikkatli olmak lazım. 

Evliyaları ziyaret etmek gerekir. Onların bu dine hizmeti çoktur. Onlar bu Din-i İslâm için hayatlarından feragat ettiler. 

O zamanlar şimdiki gibi değildi. Bir gün Gavsımız zamanında biz Kasrik’teyken köye baskın yaptılar. Gavs kuddise sırruhûyu götürmek için gelmişlerdi. Bir Cuma günüydü. Cuma’ya yirmi, yirmi beş dakika kalmıştı.

Gavsımız komutana haber gönderdi: “Müsaade var mı? Yarım saat sonra gitsek, Cuma namazını kılıp gitsek olmaz mı?” Onlar da; “Tamam, olur” dediler, izin verdiler. Namazı kılıp gittiler. 

Bitlis’te herkesi ayakta sıraya dizmişlerdi. Askerler Gavs kuddise sırruhûyu görünce hemen ayağı kalktılar. Alay komutanı; “Tamam bu şeyhtir” dedi. Sırada duran diğerlerine işaret ederek “Siz hepiniz sahte şeyhsiniz” dedi. 

Sonra çay istediler, Gavs hazretlerine de çay getirdiler. Onu yere oturttular. Hiç ifadesini almadan geri gönderdiler. 

Gavs hazretleri büyük bir zattı. O zaman çok sıkıydı. Şimdiki gibi değildi. İşte bu büyük zatlar burada yatıyor. Onları ziyaret etmek, onlara Kur’an okumak, dua etmek çok büyük bir nimettir.

Tasavvufun Gayesi

Kim dese ki “İslâm ayrı tasavvuf ayrıdır”, bunu diyen zındıktır. Bu Tarik-i Âliyye Kur’an’ın özü, hikmeti, takvasıdır. Bu Tarik-i A’lâ’nın gayesi, emr-i maruf nehy-i münkerdir. Bu Nakşibendî Tarikatı’nın gayesi Allah Teâlâ’nın rızasıdır. Allah Teâlâ’nın emrini yerine getirmek, yasak ettiği hareketlerden uzak kalmaktır. Burada gaye İslâm’ı insanın kalbine nakşetmektir, bu da ibadettir. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de böyle buyurmuş: “Ey Âdemoğulları! Ben size ‘Şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur’ diye emretmedim mi?” (Yâsîn 60-61) 

İbadet etmek Tarik-i Müstakim’dir. Hep gaye odur. Gaye Allah Teâlâ’nın emrini yerine getirmek, yasak ettiğinden uzak kalmaktır. İnsan bunu yaparsa amel-i sâlih olur. Allah Teâlâ’nın rızası amel-i sâlihtedir. 

İşte bunun için Tarik-i Âliyye üzerinde duruyoruz. Bunun için de insanın çalışması lazım, niyet koyması lazım. Sonra bütün ameller de niyetle olur; niyet olmazsa o amel olmaz. İnsan abdest alırken niyet olması şarttır, ibadet yaparken niyet olması şarttır. Bütün amellerde kalben niyet olmalıdır.

Bu Tarik-i Âliyye çok değerlidir, çok hassastır, naziktir. Bembeyazdır; en ufak bir leke olursa hemen gösterir. Leke değmemesi için çok dikkatli olmak lazım. 

Sâdât-ı Kiram, insanların Allah Teâlâ’ya ulaşması için çaba sarfetmişlerdir. Uzun yola gidenin arabasının bakımını yapması lazım, her şeyini kontrol etmesi lazım. Arabanı sert kullanırsan kaza yaparsın. Yoldayız, dikkatli olmak lazım. 

Biz Ümmet-i Muhammed’in imanını kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz. İnsana en lazım olan şey imandır. En mühim meselesi de ölüm sekeratında imanla gidebilmesidir. İnsan imanla gittikten sonra âhirette işi kolaydır. 

Bu Tarik-i Nakşibendiyye’nin gayesi cihaddır. En büyük cihad nefs ve şeytanladır. İnsanın ilk önce kendi nefsine dikkat etmesi gerekir. Nakşibendîlerin amellerinin, zikirlerinin gayesi kalbin hidayeti içindir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem “Vücutta bir et parçası vardır. O ıslah olursa bütün vücut ıslah olur. O ifsat olunca bütün vücut ifsat olur. Dikkat edin, o kalptir” buyuruyor. (Buhârî, İmân, 39) 

Bu Tarik-i Âliyye’nin hedefi kalbin hidayetidir. Bu Tarik-i Âliyye kalbin takvasıdır. 

Nefsin ve Şeytanın Hileleri

Şeytan insanla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. Şeytan ve nefs çok büyük düşmandır. Kedi nasıl fareyi delikten gözetliyor, nefes bile almıyor, ses çıkarmıyor, fare onu bilmesin, çıksın diye. Şeytan ve nefs de öyledir. Şeytan da aynı kedi gibi nerede açık nokta görürse oradan vurur. Siz dikkat edin, kendinizi şeytanın pençesinden iyi kollayın. Sâdât-ı Kiram sizi bırakmayacaktır. 

İnsan nasıl dünyalık işler için muhasebeci tutuyor, kârını zararını gözetiyorsa sofi de nefsini muhasebeye çekecek, nefsinden hesap soracak. Herkesi affedecek, yalnız nefsini affetmeyecek.

İşimizi şeytana bırakmayalım, nefse bırakmayalım. Onlar düşmandır. Düşman düşmana acımaz. Düşmandan düşmana hayır gelmez. Daima kötülük ister. Nefs-i emmâre daima insandan kötülük ister. Hayır istemez. 

Dünya çok kirlidir, insana çok zarar verir. Bütün günahlar ondan peydahlanıyor. İnsanın dünyadan kendini muhafaza etmesi şarttır. Dikkatli olacaksınız. Niyeti Allah rızası için yapıp çalışmak lazım. 

Çalışmalarınıza dikkat edin. Nefs insandan hiç vazgeçmez, şeytan da insandan vazgeçmez. Onun için dikkatli olun. 

İnsanlar her zaman hata yapabilir. Biz de hata yapabiliriz, hâşâ peygamber değiliz. Şeytan insanı kandırabilir. Birbirinize yardımcı olun, hatalarınızı düzeltin. Bakın, ben mollalara, evlatlarıma benim bir hatam olursa mutlaka beni ikaz edin diyorum. 

İnsanın bir düşünüp kendi nefsi ile konuşması lazım. Gavs hazretleri dedi ki: “Bir genç zina etmek istemiş. Bir an durup kendi nefsine demiş ki: ‘Bu birkaç dakikada biter. Sen cehennem ateşine nasıl dayanacaksın?’ Bir kibrit yakmış, elini tutmuş, iki dakika dayanamamış, yara olmuş. Sonra genç; ‘Ey zalim nefsim! Sen kibritin ateşine iki dakika dayanamıyorsun, cehennem ateşine nasıl dayanacaksın?’ demiş oradan uzaklaşıp gitmiş.” 

Şeytan nefsi kandırıyor. O kurt gibidir ama korkaktır. Bir ses gelince kaçar gider. Zikir sesi gelince dayanamıyor. Nefs öyle değildir. Nefs kaçmıyor, nefs-i emmâre kaçmıyor. İbadet yaparsa gururlanıyor. Çok dikkatli, uyanık olmalı. Nefsi emmârenin peşinden gitmemeli; daima Allah rızasını gözetmeli. Nefsi emmâreye dikkat etmek lazımdır ki ameller kaybolmasın. Nefs, Allah rızası için yapılan amellerle bir arada duramaz. Ateşle su gibi... 

Fitne

Birlik beraberlik içinde olun, kardeş olun! Birlik beraberlikle kardeşlerinizi muhafaza etmeye çalışın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Fitnenin önüne geçmek için çok dikkat edin. 

Memleketinizde çıkan fitnelere dikkat edin, meydan vermeyin. Mümkünse kendi aranızda halletmeye çalışın. Kendi aranızda hallolmazsa, altından kalkamayacağınız şekilde olursa o zaman bize bildirirsiniz. 

Size herhangi birisi, sofi de olsa bir mesele getirmişse hemen hüküm vermeyin. Üstünkörü hüküm verilmez. Sorun soruşturun öyle hüküm verin. Çünkü şeriat zâhire hükmeder. Hz. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem; “Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun” buyurmuştur. (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, nr. 5975) Sofiler arasında kimse kimseye küs ve dargın kalmasın. Şayet varsa onları barıştırın. 

Bu iş Allah ve Peygamber işidir. Mutlaka yürüyecek. Bu işe fitne bulaştırmayın. Ya gayretle bu hizmette çalışın ya da fitne çıkartacaksanız geri durun, evinizde oturun. Bu işe hiç girmeyin, yoksa zarar edeceksiniz, perişan olacaksınız. 

Seydâ hazretleri; “Fitnenin haklı haksız olduğuna bakmayız. Fitnenin olduğu yerde biz olmayız” buyurdular. 

Dünya ve Âhiret

Çalışmak dünyada olur. Âhirette çalışma yoktur, amel yoktur, tevbe yoktur. Biz pişman olmadan pişman olalım. Âhirete gitmeden dünyada pişman olalım. 

Dünyada da âhirette de illâ para lazım. Para yoksa elbiseyi nasıl alacak, yiyecek nasıl alacak? Âhirette de zengin olana hürmet edilir. Âhiret parası olana Allah Teâlâ makâmât verir, kapılar açılır. O kişinin âhiret parası yani amel-i sâlihi olduğu için. 

Dünyada hangi fakir yüksek makamlarda itibar görür? Âhirette de öyledir. Âhiret zengini de dünya zengininin dünya keyfi ile kıyaslanmayacak ölçüde âhirette keyif yapar. 

Dünya parası olursa azap, âhiret parası olursa makam olur. Dünya parası âhirete hizmet ederek gerçek kazancı bulur. Dünya mel’un; Allah lanet etmiş. O mel’unun altına girmeyelim. Niyet Allah rızası olursa dünyanın parası âhiret parasına döner.

Çalışmak vaciptir. Çalışmazsanız olmaz. Sırtüstü yatıp sofilerden beklemek, onun bunun sırtından geçinmek olmaz. 

İmam-ı Gazâlî hazretleri bir beldeye gidiyor, camide çok takva, huşû içinde namaz kılan bir derviş görüyor. Cübbeli sarıklı tam bir sofi. Cemaate sordu:

– Kimdir bu mübarek derviş, imrendim ona. 

Cemaat şöyle dedi: 

– Efendim bu derviş her zaman böyledir. İbadet ile meşguldür. 

– Peki, bu derviş ne iş yapar, geçimini ne ile sağlar, dediğinde cemaat şöyle dedi:

– Bu dervişin sarhoş bir kardeşi var. O demiş ki: “Abi, sen hak yoldasın, sen çalışma, ben çalışır geçimini sağlarım, sen ibadetini yap.” 

Bunun üzerine İmam Gazâlî hazretleri şöyle dedi:

– Desene, esas sarhoş âbiddir. 

Dünya da lazım, ama niyet Allah rızası olursa ibadet yerine geçer. Sizin paranız olmasa buraya nasıl gelecektiniz? Elbise, yiyecek nasıl alacaktınız? Fakat sizin amacınız sadece dünya olmamalı, amacınız âhiret olmalı. Amacınız dünya parası değil, âhiret parası kazanmak olmalı. 

İnsan tarlaya ne ekerse onu biçer. Buğday ekse buğday biçer. Dünya âhiretin tarlasıdır. Siz de takva tohumu ekerseniz âhirette karşılığını alırsınız. 


İnsan bütün kuvvetiyle elli altmış senelik dünya hayatı için çalışıyor. Ama belli olmuyor, belki bir gün, belki bir dakika sonra ölebilir. Kendim için çalışıyorum sanıyor, hâlbuki başkaları için çalışıyor. Öldükten sonra her şeyi bırakıyor, malı vârislerine kalıyor. 

Dünya böyle ama âhiret böyle değil. Yüz bin değil, beş yüz bin sene değil, ebedî olarak devam edecek olan âhiret hayatımız için çok çalışmamız lazım. Allah için çalışmak, ebedî hayat için çalışmak, aslında insanın kendisi için çalışmasıdır. 

Dünya âhiretin peşinden gelir ama âhiret dünyanın peşinden gelmez. Siz âhiret için, yani Allah rızası için çalışırsanız dünyalık size kendisi gelir. Aynen yuları tutulan hayvan gibi o da arkanızdan gelir. 

Niyetinizi Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ümmetini ateşten kurtarmak için yapın ve çalışın. Bir evladın ateşe atılması babasını nasıl üzerse, ümmetinin de ateşe atılması Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi o kadar üzer. 

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem ümmetinin üzerinde çok duruyor. Kendi nefsinden fazla ümmetini düşünüyor. Bütün peygamberler kendi nefsini kurtarmaya çalışıyor, sadece O ümmetini kurtarmak için çabalıyor. 

Her insanın üzerinde bir kamera vardır. İyisiyle kötüsüyle film gibi kayıt yapılır. Sofi, “mahşerde Rabbim’in huzurunda mahcup olmayayım” diye attığı her adıma dikkat edecek. Menzil’de nasılsa memleketinde aynı olacak. Dergâhta sofilerin arasında nasıl hakkı savunuyor, şeriatı yaşıyor, iş yerinde ve kendi evinin içerisinde de aynı olacak. Dünya ve âhiretini dengede tutacak. Dünya âhiretin tarlasıdır. Biri olsa diğeri olmasa olmaz. 


Sofi, sofi ile hediyeleşebilir, yardımlaşabilir, birbirine borç alıp verebilir. 

Çalışmak vaciptir. Hiçbir peygamber yoktur ki çalışmamış olsun. On sekiz bin âlem, Allah Teâlâ’nın “Habibim” dediği Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yüzü suyu hürmetine yaratıldı. Çalışmayabilirdi, ama O dahi hem dünyaya hem âhirete çalışır, kervanlara katılır, ticaret yapardı. 


İnsan en sonunda ölür. Ölüm vardır. Kimse ölüme itiraz edemez. İnsanın dünyada makamı ne kadar yüksek olsa da ölüm vardır. Herkes hesap verecek. Düşünelim; insan dünyadan ne götürür? Kefen götürür. Kefen çürür, çıplak kalırız. Ama takva elbisesi giyersek o bizi korur. 

Allah Teâlâ’nın yolunda, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yolundan, Sâdât-ı Kiram’ın yolundan gitmek lazım. Birbirimizi uyarmak lazım. Ne olacaksa dünyada olur. Âhirette defter kapanır. Gavs hazretleri buyurdu ki: “Biz dünyada pişman olalım. Âhirette pişman olmayalım. Öyle hesap yapmazsak âhiret hesabı çok zor oluyor. Dünya hesabı gibi değil. Âhiret hesabını dünyada alalım. Âhirete gitmesin.” 

Fakirlik, rezillik, sıkıntı da olsa dünya geçicidir ve geçer. Dünyada rahatlık yoktur. Allah’ın yolundan ve Sâdât-ı Kiram’ın yolundan gidelim. Dünya nasıl olsa gider. Ana vardır, baba vardır, kardeş vardır; bunlar ölüp gidiyorlar. Ölüme hiç kimse itiraz edemez. Muhakkak hepimiz öleceğiz. İyi yoldan gidersek Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şefaati, Allah’ın rahmeti çoktur. İnsan çok amel yapar, kurtulamaz. Sâdât-ı Kiram’la, sâlihlerle beraber olmakla kurtulur. Hınzırdan sonra en pis hayvan köpek olduğu halde Allah, Ashab-ı Kehf’in köpeğini onlarla birlikte olduğu için temizledi, onlarla beraber cennete koydu. 

Allah Teâlâ; “Zerre kadar iyilik yapsan karşılığını, zerre kadar kötülük yapsan karşılığını görürsün” (Zilzal 7-8) buyurdu. 

Dünya da lazım. İnsan âhireti tutarsa dünya arkasından gelir. Âhireti daha kuvvetli tutmak lazım. 





Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy