Yapılıp edilenlere ibadet niteliği kazandıran, takva elbisesidir. Bu manada geçen aylarda yerine getirdiğimiz ve İslâm’ın beş ana esasından olan oruç ibadeti, takva olmadığında sadece açlık ve susuzluk sayılmaktadır.
Dünya bir imtihan yurdudur. Kulluk, imtihanı kazanma mücadelesidir. İmtihan ise yasaklananlardan kaçınmak, emredilenleri yapmakla kazanılır. Mülk suresinin ikinci ayeti bu hususa işaret eden bütün haberleri temsil etmektedir:
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, Azîz’dir, Gafûr’dur.”
Yüce Mevlâ ayet-i kerimede ölümü hayattan önce zikretmiştir. Çünkü ölümün de hayatın da yaratılmasındaki hikmet güzel ameldir. Bu açıdan bakıldığında insanı güzel amele daha fazla sevk eden, ölüm gerçeğidir. Ayet-i kerimedeki güzel amelin ne olduğunu Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle tefsir etmiştir:
“Allah, hanginizin daha akıllı olduğunu, haram kıldığı şeylerden hanginizin daha fazla kaçındığını ve Allah’ın taatine daha fazla koştuğunu denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (Sa‘lebî, el-Keşf, 9/55; Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, 5/124; İbn Acîbe, Bahrü’l-Medîd, 7/92)
Hadis-i şerifin ifadesine göre ölüm ve hayatın yaratılışındaki gayeyi tam manasıyla ancak kâmil bir akla sahip olanlar kavrayabilir. Bunun tezahürü ise haramlardan kaçınmak ve itaate sarılmaktır. Allah Resûlu sallallahu aleyhi vesellemin, “Hangi mümin daha akıllıdır?” sorusuna verdiği şu cevap da bu manayı destekler mahiyettedir:
“Ölümü çokça hatırlayan ve ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapan kimsedir. İşte gerçek akıllı insanlar onlardır.” (İbn Mâce, Zühd 31)
Ölümü sık sık hatırlamak ve âhiret için tedbir almak dünya hayatında güzel amel yapmakla mümkündür. Bu da Allah Teâlâ’dan gereği gibi sakınmayı gerektirir. Aslında Yüce Mevlâ’nın yasakladıklarından sakınmak, emrettiklerine ittiba etmek, “Allah Teâlâ’dan gereği gibi sakınmak” anlamına gelen takva halini ifade eder. Ancak takva hassasiyetine sahip olanlar sakınmayı ve tâbi olmayı gerçek manada yerine getirebilir, ölümü unutmaz ve sonrası için hazırlık yapabilirler.
Buna göre kâmil manada akıl sahibi olanlar aynı zamanda takva hassasiyetine sahip olanlardır. Kâmil/yetkin akıl ile takva arasındaki irtibata Kur’an-ı Kerim’de de yer verilmekte ve “ulû’l-elbâb” olarak ifade edilen gerçek akıl sahipleri Allah Teâlâ’ya karşı takva hassasiyeti içerisinde olmaya davet edilmektedir. (İlgili ayetler için bkz. Bakara 179, 197; Mâide 100; Talâk 10)
Takvadaki inceliği, “sakıncalı olandan kaçınmak için sakıncalı olmayan şeyleri bile terk etmek” (Tirmizî, Kıyâme 19) şeklinde tarif eden Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, işte bu hassasiyete dikkat çekmektedir. Yine O’nun rahle-i tedrisinde yetişen Übey b. Ka’b radıyallahu anhunun takva tarifi aynı hassasiyete dikkat çekmektedir. Hz. Ömer radıyallahu anhu ona takvanın ne olduğunu sorar. Übey radıyallahu anhu:
– Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer, diye sorar. Hz. Ömer:
– Evet, yürüdüm, der.
– Peki ne yaptın, diye sorar.
– Elbisemi topladım ve dikenlerden korunmak için bütün dikkatimi verdim, cevabını verir. Bunun üzerine Übey b. Kâ’b radıyallahu anhu:
– İşte takva budur, der. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, 1/164)
Kulluğun özü olan takva, ibadetlerin de ruhudur. Yapılıp edilenlere ibadet niteliği kazandıran, takva elbisesidir. Bu manada geçen aylarda yerine getirdiğimiz ve İslâm’ın beş ana esasından olan oruç ibadeti, takva olmadığında sadece açlık ve susuzluk sayılmaktadır. (İbn Mâce, Sıyâm, 21). Çünkü oruç ibadeti bizzat takvanın kazanılması için emredilmiştir. Oruç emrinin verildiği ayet-i kerimeyi hatırlayalım:
“Ey iman edenler! Takva sahibi olmanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara 183)
Kısa bir zaman sonra idrak edeceğimiz kurban ibadetinde de durum aynıdır. Zira Yüce Mevlâ’nın itibar ettiği, kestiğimiz kurbanların etleri ve derileri değil kalbimizdeki takva hassasiyetidir. İlgili ayet-i kerime mealen şöyledir:
“Onların ne etleri Allah’a ulaşır ne de kanları. O’na ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır.” (Hac 37)
Aslında Yüce Mevlâ, kurban misali üzerinden kendisine karşı göstermemiz gereken takva hassasiyetinin kulluğumuzun özü olduğunu bize haber verir. İlk insan ve ilk peygamber Adem aleyhisselamın oğulları Hâbil ile Kâbil’in takdim ettikleri kurbanlar da kalplerindeki takva hassasiyetine göre karşılık bulmuştur. Hâbil, sürüsü içerisindeki en güzel koyunu seçip Rabbi’ne takdim ederken, ziraatle uğraşan Kâbil ise ekini içindeki en değersiz buğdayı kurban olarak sunmuştu. Bununla Rablerine yakınlaşmayı arzu eden iki kardeşten Hâbil’in kurbanı kabul edilmiş, niyeti bozuk olan Kâbil’in kurbanı ise reddedilmişti. Bu durum ayet-i kerimede mealen şöyle haber verilir:
“(Ey Muhammed!) Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, ‘Andolsun, seni mutlaka öldüreceğim’ demişti. Diğeri ise ‘Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder’ demişti.” (Mâide 27)
Mülk suresinin ikinci ayetinde geçen ve dünya imtihanını kazanmamıza vesile olacak güzel amel, takva sahiplerinin amelidir. Yani Yüce Mevlâ’nın rızasını gözeterek yapılanlardır. Bir diğer ifadeyle Allah Teâlâ müttakî kullarının ihlâsla yaptığı amelleri kabul eder. Güzel amelin, sadece ilâhî rızayı gözeterek ihlâsla yapılması kadar doğru yapılması da önemlidir. Amelin doğru olması ise sünnet üzere yapılmasına bağlıdır. İhlâs ve takva rehberimiz Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin duasıyla niyaz ediyoruz:
“Allahım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Zikir 72)