Aramak

Derviş Bohçası

Fütüvvet

Sözlüklerde yiğit, genç, kuvvetli, kahraman ve cömert anlamlarına gelen “fetâ” kökünden türeyen “fütüvvet” gençlik, cömertlik, yiğitlik gibi manalara gelir. 

Tasavvuf ehli bu kavramı îsar yani başkalarını kendine tercih etmek, cömertlik, diğergâmlık, tekellüfü (yapmacık ve zorlama davranışları) terk ve merhameti de kapsayan hayli geniş bir anlamı ifade etmek için kullanır. 

Nitekim Ebu Abdurrahman Sülemî hazretleri fütüvveti; “Âdem gibi özür dileyen, Nuh gibi iyi, İbrahim gibi vefalı, İsmail gibi dürüst, Musa gibi ihlâslı, Eyyûb gibi sabırlı, Davud gibi cömert, Hz. Muhammed gibi merhametli, Ebû Bekir gibi hamiyetli, Ömer gibi adaletli, Osman gibi hayâlı, Ali gibi bilgili olmaktır” diye tarif etmiştir.


Sûfîler; “Hakikaten onlar Rablerine inanmış bir grup gençti. Biz onların hidayetini artırdık.” (Kehf 13) ayet-i kerimesinde geçen “fityetün” (gençler) kelimesinin fütüvveti işaret ettiğini söylemişler. Bu ayet-i kerimede sözü edilen gençler yani Ashâb-ı Kehf; hiç kimseden çekinmeden hakkın ortaya çıkması için gayret etmeleri, dolayısıyla imanları sebebiyle Allah Teâlâ tarafından övülmüştür. İşte sûfîler bu anlama atıf yaparak fütüvvet ehlinin yiğit olması ve Hak Teâlâ hariç hiç kimseden korkmadan gerçeği ifade etmesi gerektiğini söylerler. 

Çok yönlü bir âlim olan İbn Fûrek rahmetullahi aleyh, fütüvvetin doğruluk (sıdk), sabır ve cesaretten ibaret olduğunu söylerken yine Ashâb-ı Kehf’e atıf yapmaktadır. Zira bu gençler imanları için dünyevî zevk ve menfaatleri reddetmiş, sabır ve kahramanlıkları ile nesillere örnek olmuşlardır.


İmam Gazâlî hazretleri fütüvvet konusunu anlatırken “Allah müminlerden mallarını ve canlarını, kendilerine cenneti verme karşılığında satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler.” (Tevbe 111) ayet-i kerimesini örnek gösterir. Çünkü burada yiğit ve korkusuz müminlerin vasıfları anlatılmaktadır. Onlar Allah’ın rızası için cihad etmekten çekinmedikleri gibi gerektiğinde canlarını vermekten de çekinmezler. Yine onlar cimrilikten son derece uzaktırlar; ihtiyaç sahipleri için mallarını gönül hoşluğu ile verirler.


Üstad Ebu Ali Dekkâk hazretleri fütüvvetin kâmil manasıyla sadece Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme has olduğunu şöyle ifade eder:

“Bu ahlâkî vasıf (fütüvvet) kâmil manasıyla Resûlullah’tan başkasında tecelli etmemiştir. Kıyamet günü bütün insanların ‘Nefsim, nefsim! Ben, ben!’ diyecekleri bir zamanda O ‘Ümmetim, ümmetim!’ diyecektir.”


Sûfîler fütüvvet hakkında; kendini başkalarından üstün görmemek, insanların kusurlarını hoş görmek, nefsine düşman olup nefs putunu devirmek, zenginlere yaranmaya çalışmamak, fakirleri sevmek ve güzel ahlâk sahibi olmak olarak çeşitli ifadelerle tanımlamışlardır. 

Cafer es-Sâdık hazretleri; “Bize göre fütüvvet ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmektir.” derken, Hallâc-ı Mansur ise fütüvveti; “Bir dava sahibi olmak ve neye mal olursa olsun bu davadan dönmemek” diye tarif eder.


İmam Muhâsibî rahmetullahi aleyh fütüvveti; “Başkalarına insaf ettiğin halde onlardan insaf beklememek, başkalarını bağışlamak, fakat başkalarının bağışlamasını beklememektir.” şeklinde tarif ederek fütüvvet ehlinin sadece Allah’a tevekkül ettiğini ve kimseden bir beklenti içinde olmadığına işaret eder. 

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri ise fütüvveti; “Eziyeti kaldırmak, başkalarından bir şey beklememek ve şikâyeti terk etmek” olarak tanımlayarak hem Allah’a tevekkülü hem de her halde O’ndan razı olmanın gerekliliğini vurgulamıştır.


Amr b. Osman el-Mekkî rahmetullahi aleyh ve daha pek çok sûfî de fütüvvetin güzel ahlâktan ibaret olduğunu dile getirirler. Çünkü güzel ahlâk fütüvveti de içine alan geniş bir anlama sahiptir. Başkalarına yük olan, fakirleri sevmeyen, geçim ehli olmayan birinin fütüvvetten bahsetmesi zaten imkânsızdır. 

Ebu’l-Hüseyin İbn Sem’un hazretlerinin şu tanımı da fütüvvetin güzel ahlâk olduğunu ifade etmektedir:

“Fütüvvet şu huylardadır: Az muhalefet, insaf sahibi olmak, hataların peşine düşmemek, görünen kusurları düzeltmeye çalışmak, özrü kabul etmek, eziyeti yüklenmek, nefsi yermek, küçüğe ve büyüğe karşı güler yüzlü olmak, çok iyilik yapmak, halka öğüt vermek, halkın öğüdünü kabul etmek, dostlarla kardeş olmak, düşmanları idare etmek... İşte bunlar fütüvvetin tezahürleridir.”


Yine sûfîler fütüvveti, kişinin kendi nefsine yiğitlik yapması açısından şöyle tanımlarlar: “Bir kimsenin nefsi onun putudur. Hakiki fetâ (yiğit ve kahraman) nefsinin hevâ ve hevesine muhalefet eden kimsedir.” O halde fütüvvet ehli kişi nefsine karşı son derece sert olduğu kadar başkalarına karşı da son derece müsamahalıdır. 


Bağdatlı sûfîler ise; “Fütüvvet lâf değil iş ve faaliyettir” diyerek fütüvvet ehlinin boş sözlerden uzak olduğunu, vakitlerini konuşmakla değil içinde bulunduğu vakit için en hayırlı amel neyse onu işleyerek geçirdiğini ve tembellikten uzak durduğunu ifade eder.




Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy