İslâm, hayatın bütün alanlarına nüfuz eder. Müslüman kimse elindeki bütün imkânları Allah için kullanarak O’nun rızasına ulaşmayı ümit eder. Bedeniyle namaz, oruç, insanlara hizmet gibi ibadetlerle meşgul olurken, zekât ve sadaka vererek malıyla da ihtiyaç sahiplerini gözetir. Ümmetin faydasına olacak hizmetler için teberruda bulunarak “razı olunmuş kullar” zümresine girmek için gayret eder.
İbadet, sözlükte boyun eğme, tevazu ile itaat ve kulluk anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak insanın Allah Tealâ’ya saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O’nun rızasını kazanmak niyetiyle yaptığı, usulleri din tarafından belirlenmiş davranışlardır. Daha genel olarak aynı niyet ve hassasiyetle yapılan bütün işler, sözler, düşünceler de ibadet kapsamına girer. İbadetin bu genel anlamı sadece namaz, oruç, zekât gibi vecibeleri değil, hayatın bütününü, her anı ve işi kuşatır.
İkrama teşekkür
Allah Tealâ bize gören gözler, duyan kulaklar, tutan eller, yürüyen ayaklar bahşetmiş, akıl ve fikir nimeti vererek de bizleri diğer canlılardan üstün kılmıştır. Kuran-ı Kerim’de “Allah’ın size verdiği nimetleri sayacak olsanız bitiremezsiniz.” (Nahl 18) buyurularak verilen nimetlerin çokluğuna dikkat çekilmiştir.
İnsan kendisine yapılan iyiliğe teşekkür etmeyi borç bilir. Aksi halde vicdanen rahatsız olur. Teşekkürün büyüklüğü ise yapılan iyiliğe göredir. Küçük bir işimizi halleden kimseye güzel duygularla, söz ile teşekkür ederken, herkesin güç yetiremediği bir sıkıntımızı gideren veya iyilikte bulunan kimseye minnet duygumuz oluşur. Sadece sözlü teşekkürle yetinmek istemez, hediye vermek, ikramda bulunmak gibi yollar ararız.
Allah Tealâ’nın bize verdiği bunca nimete karşılık da teşekkürü borç biliriz. Fakat yalnızca söylemek yeterli değildir. Nitekim Atâ b. Ebu Rebah radıyallahu anhûdan rivayet edilen şu hâdise, Peygamber Efendimiz sallahu aleyhi vesellemin Allah Tealâ’ya şükretme şeklini göstererek örnek olmaktadır. Şöyle anlatır:
Ubeyd b. Umeyr ile birlikte Hz. Âişe radıyallahu anhânın yanına gittik. Kendisine;
– Bize Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemden gördüğün en hayret verici hadiseyi anlatır mısın, diye sordum. Hz. Âişe ağladı ve şöyle dedi:
– Onun hangi hali hayret verici değildi ki! Rasulullah bir gece yanıma geldi. Benimle birlikte yatağa girdi. Bedeni bedenime değiyordu. Bana;
– Ey Ebu Bekir’in kızı, bana müsaade et de Rabbime ibadet edeyim, diyerek izin istedi. Ben de:
– Senin yakınlığını severim ama Rabbine ibadet etmeni daha fazla severim, diyerek müsaade ettim.
Kalktı su kırbasına gitti, abdest aldı. Abdest azalarına bolca su döktü. Sonra namaza durdu. Namazda ağladı. Öyle ki gözyaşları göğsüne aktı. Sonra rükûya eğildi, rükûda ağladı. Sonra secdeye gitti, orada da ağladı. Sonra başını kaldırdı, yine ağladı. Bu hal Bilâl gelip sabah namazına çağırana kadar devam etti. Ben kendisine:
– Ya Rasulallah! Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde seni böyle ağlatan nedir, diye sordum. Şöyle buyurdular:
– Ben şükreden bir kul olmayayım mı? Bunu niye yapmayayım ki? Allah Tealâ bana, ‘Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde gerçek akıl sahipleri için nice ayetler vardır.’ ayetini indirdi.”(Buharî, Teheccüd, 6; Müslim, Münafikun, 18; Tirmizî, Salât, 187)
İbadetin ruhu
Bir devlet büyüğüyle münasebet kurarken bile dikkat etmemiz gereken usul ve edepler varken, Âlemlerin Rabbi ile olan münasebetimizde de elbette usul ve edepler vardır. O, gönderdiği yüce kitabı ve peygamberiyle bu usul ve edepleri bize öğretmiştir. Bu çizgide olan ibadetler O’nun katında makbul bir şükürdür.
Dinin belirlediği usullere göre yapılan bu ibadetlerde niyetin Allah Tealâ’nın rızası olması son derece önemlidir. Çünkü ibadetin ruhu niyettir. Sadaka vermekle para vermenin, namaz kılmakla spor yapmanın, hacca gitmekle seyahate çıkmanın, oruç tutmakla diyet yapmanın arasını ayıran niyettir.
Niyet ise sadece ibadetin başında mırıldanan bir sözden ibaret değildir. “Niyet, Allah’ın rızasını kazanma isteği ve O’nun hükmüne tâbi olmak üzere yapılacak işe yönelen iradedir.” İmam Beyzâvî rahmetullahi aleyhe nisbet edilen bu tariften, niyetin yalın düşünceden ibaret olmadığı, bilinçli bir tercih ve kararlılıkla yapılacak şeye yönelmek gerektiği anlaşılıyor. Şu halde bir kimse hacca gitmeyi düşünse, ama sadece düşünse ve bazı sebeplerden dolayı gidemese bu kimseye sevap yazılmaz. Nitekim Buharî’de ilk sırada zikredilen hadis-i şerif, amellerin düşüncelere göre olduğunu değil, niyetlere göre olduğunu ifade ediyor. Hacca gitmeye niyet eden kimse ise bunun için hazırlık yapar. Mesela ismini yazdırır, parasını denkleştirir. Bütün bunlardan sonra bir hacca gidemezse gitmiş gibi sevap alır.
İbadet, saygı ve itaatin en yüksek derecesi olduğundan niyetin de sırf Allah için olması gerekir. Buna ihlâs denir. İhlâsın ne demek olduğunu Hüccetü’l İslâm İmam Gazâli rahmetullahi aleyh İhyâ’da anlatırken, bir ibadette Allah Tealâ’nın rızası dışında ikinci bir teşvik unsuru bulunması halinde ihlâsın olamayacağını belirtmiştir. Mesela “Allah için oruç tutayım, hem sıhhat bulurum.”; “Kur’an okuyayım, hem bunamam”; “Falanca kimseye Allah rızası için bir hayırda bulunayım, hem bir gün darda kalırsam o da bana iyilik yapar.” gibi onlarca misal veren İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh, bu niyetlerle yapılan ibadetlerin katışıksız yani ihlâslı bir ibadet olmayacağını vurgulamıştır.
Abdülkerîm el-Kuşeyrî kuddise sırruhû meşhur Risâlesi’nde Cüneyd-i Bağdâdî’nin üstadı Ebu Cafer Haddâd kuddise sırruhumânın başından geçen bir hikâyeyi nakleder. Saçları uzayan ve yanında saçlarını keseceği bir aleti bulunmayan Ebu Cafer, iyilik yapacağını sezdiği için Müzeyyin’e gelir ve;
– Allah için saçlarımı keser misin, diye rica eder. O da;
– Olur, memnuniyetle, diye karşılık verir ve önünde oturan dünya ehli kişiyi kaldırarak Ebu Cafer’i oturtur.
Saçlarını tıraş ettikten sonra da içinde gümüş para bulunan bir keseyi ihtiyaçlarında kullanması için verir. Ebu Cafer bu ikramı kabul ederek, “Bana nasip olacak ilk şeyi getirip buna vereceğim” diye karar verir ve mescide gider. Orada arkadaşlarından biriyle karşılaşır. Arkadaşı, Basra’daki dostlarından birinin kendisine 300 gümüş para gönderdiğini söyler. Ebu Cafer parayı alarak Müzeyyin’e gider.
– Burada 300 gümüş para var. Bunları al, kullanırsın, diyerek yapılan iyiliğe karşılık vermek ister.
Fakat yaptıklarını sadece Allah rızası niyetiyle yapan Müzeyyin bu teklifi geri çevirir ve şöyle der:
– Ey şeyh, böyle bir teklif yapmaya utanmıyor musun? Hem bana gelip “Allah için başımı tıraş et” diyorsun, sonra da karşılığında bir şey almamı istiyorsun. Git işine bak, Allah sana afiyet versin!
Cenab-ı Hak, menkıbede zikredilen zâtlara rahmet eylesin, onlardan razı olsun.
İmam Gazâlî rahmetullahi aleyhin duasıyla bitirelim:
“Allah Tealâ bizleri ölmeden önce nimetlerinin çokluğuyla şımarmayan, günah işlemeyerek O’na itaatte kusur etmeyen, öldükten sonra da hasret ve pişmanlık içinde bırakmadığı kullarından eylesin. O bütün duaları işitendir. Dilediğini yapandır.”