12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh “Minhâcü’l-Ârifîn” adlı meşhur eserinde şöyle der:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde buyurmuştur ki:
“İlim talep etmek her Müslümana farzdır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 224; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 1663)
Farz ilimler kapsamındaki hususlardan biri de alıp verilen nefesleri değerlendirmeyi bilmektir. Mürid nefesini ya şükür için ya da af dilemek için tüketmelidir. O halde mürid nefesini şükrü gerektirecek yerlerde tüketmişse şükretmeli, af dilemeyi gerektirecek yerlerde tüketmişse istiğfar etmelidir.
Böyle davrandığında Allah Teâlâ’nın yardımı ve korumasıyla bütün davranışlarında O’na karşı itaat içerisinde olur. Bu hal ise ancak Allah’a olan yalvarışının devam etmesiyle ve O’na olan muhtaçlığını bilmesiyle gerçekleşir.
Bunun anahtarı da ölümü hatırlamaktır. Çünkü ölümü hatırlamada ömrünü tek bir gün gibi düşünmek, mümin için hapis olan şu dünya hayatından, insanın düşmanı olan şeytan ve yardımcılarından kurtuluş vardır. Bu ancak daima ölümü düşünmekle elde edilir.
Tefekkürün kapısı, kalbi dünya meşgalelerinden temizlemektir. Bunun çaresi doludizgin dünyaya dalmamak, yani zühd sahibi olmaktır. Zühdün direği de takvadır. Takvayı besleyen Allah korkusu, Allah korkusunun dizgini şüphe ve tereddütten arınmış iman (yakîn), yakînin ölçüsü de halvet ve açlıktır. Bunların hepsini tamamlayan ise çalışıp çabalamak ve zorluklara karşı sabretmektir. Bunun yolu da doğruluktur. Doğruluğun delili ise ilimdir.
Kulun her hareketi ve işi için niyet gereklidir. Hadis-i şerifte niyetin önemi şöyle belirtilmiştir:
“Ameller ancak niyetlere göre karşılık bulur. Herkes niyetine göre karşılık bulur.” (Buhârî, İmân, 41; Ebû Davud, Talâk, 11)
“Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır.” (Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr, nr. 5942)
Vakitlerin değişmesi sebebiyle niyetler de değişir. (Müridin durumuna, o anki haline göre niyeti değişebilir. Niyeti bazen kuvvetli bazen de zayıf olabilir.) Mürid niyetinin değişmesinden dolayı nefsinde sıkıntı duyar, rahatsız olur. Diğer insanlar ise bu hususta rahattırlar. Mürid için niyetini korumaktan daha zor bir iş yoktur.
Kalbini dilinin kıblesi yap. Zikir esnasında Rubûbiyyetin heybetini ve kulluğunu hakkıyla yerine getirememenin mahcubiyetini hisset. Unutma ki Allah Teâlâ kalbindeki sırları biliyor, yaptıklarının iç yüzünü görüyor ve gizli konuşmalarını işitiyor. Kalbini hüzünle yıka ve orada korku ateşini yak. Kalbinden gaflet perdesini kaldırdığında, senin Cenâb-ı Hakk’ı zikrettiğin gibi Allah Teâlâ da seni zikreder. Ayet-i kerimede şöyle buyruluyor:
“Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür.” (Ankebût 45)
Çünkü sen O’na muhtaç olduğundan dolayı zikredersin. O ise sana ihtiyacı olmadığı halde seni zikreder. Kalpler ancak Allah Teâlâ’nın zikriyle mutmain olur ve O’nun zikri geçince titrer. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
“Bilesiniz ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra‘d 28)
“Müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen kimselerdir.” (Enfâl 2)
Zikir iki çeşittir. Birincisi halis zikirdir. Bu, kalbin Allah’tan başka bir şeyle uğraşmayıp sadece zikirle meşgul olmasıyla olur. İkincisi ise saf zikirdir. Bu da zikirden başka bütün kasıt ve yönelişleri yok etmekle hâsıl olur. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“Sana gereği gibi sena etmekten âcizim. Sen kendini senâ ettiğin gibi yücesin.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/58)