Aramak

Güldeste

Dünya İmtihanı, Âhiret Mükâfatı 

17. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû Mektûbât’ında şöyle der: 

Bu dünya nimet ve sefa yeri değildir. Nimet ve sefa için hazırlanmış olan yer âhirettir. Dünya ile âhiret arasında zıtlık ilişkisi bulunur. Bunlardan birinin memnuniyeti diğerinin öfkesine yol açar. Dolayısıyla bunlardan birinde mutlu olmak diğerinde mutsuz olmayı gerektirir.

Kâfir, Allah Teâlâ’nın düşmanıdır ve sonsuz azabı hak etmiştir. Dünyada cehennem sıkıntılarının ondan giderilmiş olması, mevcut şartlar içinde yaşaması onun için mutluluğun ta kendisidir. Bu bakımdan kâfirler için bu dünyanın cennet olduğu söylenmiştir. Sonuç olarak bazı kâfirlere dünyada azap edilmediği gibi ayrıca bir kısım nimetlere de erişirler. Bazılarına ise azaplarının âhirete bırakılmasının yanı sıra dünyada bir şey verilmez. Bütün bunların arkasında hikmetler bulunmaktadır.

Cenâb-ı Hakk’ın dostları kısa süreli dünya hayatında sıkıntı çekmeseydiler sonsuz nimetlerin kıymetini bilemezler, ebedî sıhhat ve afiyet nimetini gereği gibi takdir edemezlerdi. Nitekim karnı acıkmayan kimse yemeğin, başı sıkışmayan kimse boş vaktin kıymetini bilemez. Şu halde Allah dostlarının geçici olarak sıkıntı çekmelerinin sebebi, ebedî huzurun tam ve eksiksiz olmasıdır diyebiliriz. Allah Teâlâ’nın cemâli ehlullahta kendisini celâl suretinde gösterir; böylece sıradan insanlar imtihan edilir. Yüce Allah onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da hidayete erdirir.

Sıradan insanlara göre bela ve musibetler ıstırap sebebi kabul edilse de “Mutlak Güzel”den gelen her şey Allah dostlarına haz verir. Büyükler nimetlerden ne kadar tat alıyorlarsa belalardan da o kadar tat alırlar. Hatta onların belalardan aldıkları tadın nimetlerden aldıklarından daha fazla olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü belalar sadece ve sadece sevgilinin isteğidir. Nimetler ise sevgilinin muradı olduğu kadar nefsin de muradıdır. Çünkü nefs belalardan kaçmak ister, nimetleri talep eder. Bu sebeple Allah dostlarına göre bela nimetten daha değerlidir. 

Allah dostları, dünyanın tuzu biberi gibi gördükleri bela ve musibetlerin bulunmaması halinde dünyaya tüy kadar kıymet vermezler, böyle tatlardan mahrum bir dünyayı abes olarak görürlerdi. Allah dostları hem bu dünyada hem öte dünyada mutludurlar. Bu dünyadaki mutlulukları öte dünyadaki mutluluklarına engel değildir. Öte dünyanın mutluluğuna mani olan mutluluk, sıradan insanlarınkidir ki bu husus konumuzun dışındadır.

Allahım! Dostlarına şaşıyorum! Diğerleri için ıstırap sebebi olan şeyler onlarda mutluluk kaynağına, başkalarına zahmet olan şeyler onlarda rahmete dönüşmektedir. Cümle âlem nimete gülüp, sıkıntıya ağlar. Onlar ise hem nimete hem de belalara gülümser. Onların gözü iyi ya da kötü işleri aşmış, işlerin gerçek fâili olan Mutlak Güzel’e odaklanmıştır. İşleri, yapandan dolayı sever ve mutluluk kaynağı görürler. Hüzün ya da neşe olsun, Yaratıcı’nın iradesi doğrultusunda âlemde meydana gelen her şeyden mutluluk duyarlar.

Allahım! Bu ne keramettir ki, bu gizli ve fakat yüce nimeti başkalarının gözlerinden gizleyerek dostlarına bağışladın; onları her daim iradene râm ettin. Hoşnutsuzluk mefhumunu yüreklerinden kazıyıp başkalarının nasibi kıldın. Başkalarının gözünde kusur sayılan şeyleri bu yüce zümre için güzellik ve kemâl sebebi eyledin. Kendi arzularının meydana gelmemesini yine kendileri için biricik arzu kıldın. Başkalarının aksine bu dünyadaki huzur ve neşelerini öte dünyadaki neşelerinin artması için birer vesile yaptın. “Bu Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Cuma 4)

Bu dünya imtihan dünyasıdır. Bu dünyada hak ile bâtıl bir yere kadar iç içedir; haklı ile haksız birbirine karışmıştır. Eğer bela ve sıkıntılar Allah dostlarına değil de Allah düşmanlarına verilmiş olsaydı, bu durumda Allah dostlarıyla Allah düşmanları birbirlerinden ayrılmaz; imtihan ve seçme özgürlüğünün altında yatan hikmetin bir anlamı kalmazdı. Bu durum, dünya ve âhiret saadetinin sebebi olan gayba iman ilkesine aykırıdır. Şu ayetler bu manaya işaret etmektedir:

“Onlar gayba iman ederler...” (Bakara 3)

“Bu, Allah’ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir.” (Hadîd 25)

Allah Teâlâ, dostlarını dışarıdan bela gibi görünen bir kısım sıkıntılara müptela kılarak düşmanların gözüne toprak serpmiş ve böylece imtihan sırrını tamamlamıştır. Bunun sonucu olarak hem dostları bela içinde huzuru bulmuş hem de düşmanlarının basireti kapanarak hüsrana uğramıştır. Cenâb-ı Hak onunla birçoklarını saptırırken birçoklarını da hidayete erdirir.

Allah Teâlâ’nın peygamberle olan muamelesi de böyledir. Onlara bir gün zafer verirken başka bir gün diğerlerine zafer vermiştir. Bedir’de Müslümanlar galip olurken, Uhud’da kâfirler galip gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah’ın şu buyruğu bu gerçeğe işaret eder niteliktedir:

“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz). Ta ki Allah iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” (Âl-i İmrân 140)

Hak Sübhânehû her şeye kadirdir. O dostlarına hem dünya hem âhiret nimetlerini tattırmaya muktedirdir. Fakat bu durum O’nun hikmet ve âdetine terstir. Hak Sübhânehû sonsuz kudretini hikmet ve âdetiyle örtmeyi ve görünen sebepleri Cenâb-ı Âlîleri’ne perde yapmayı sever. 

Dünyayla âhiret arasında bulunan zıtlık ilişkisi gereği Allah dostlarının dünya sıkıntılarına maruz kalması kaçınılmaz bir durumdur. Allah dostları bu merhaleyi atlatarak âhiretin nimetlerinden afiyetle faydalanırlar.



Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy