Aşağıda aktaracağımız hadis-i şerifte, bir annenin kucağındaki yavrusu için dilek ve yakarışları konu edilmekte, bu vesileyle inananlara tutum ve davranışlarında, değer yargılarında nasıl ve neye göre hareket etmeleri gerektiği bildirilmektedir.
Bütün ebeveynlerin ortak derdi çocuklarını sağlıklı ve iyi birer insan olarak yetiştirmektir. Onların başarılı, yaşadıkları çevrede saygın olmaları ebeveynler için en büyük mutluluk kaynağıdır. Çocuklarının geleceği için fedakârlık yapar, zorluklara katlanır ve onları kendilerine tercih ederler. Bu fıtrî bir duygudur ve ilâhî bir armağan olarak son nefeslerine kadar devam eder.
Hadis-i şerifteki anne, yaşadığı çevrede insan tiplerine bakıp, biri itibarlı diğeri itibarsız sayılan iki kişiyi misal göstererek çocuğunun iyi biri olması için Rabbi'ne dua etmektedir. Cenâb-ı Allah kundaktaki çocuğu konuşturarak hakikatin göründüğü gibi olmadığını bildirmiştir. Çünkü konu insan olunca hüküm vermede yanılmak kolaydır. Her halükârda Cenâb-ı Allah’a yönelmenin, O’ndan hayırlı olanı dilemenin daha isabetli olacağı ise açıktır.
Kundakta konuşan çocuk
Ebû Hüreyre radıyallahu anhudan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Sadece şu üç kişi beşikteyken konuşmuştur. Bunlardan biri Meryem oğlu İsa, ikincisi Cüreyc’in kıssasındaki çocuktur. (Üçüncüsünün kıssası ise şöyledir): Bir çocuk, annesini emiyordu. Derken önlerinden yağız bir ata binmiş oldukça fiyakalı bir adam geçti. Çocuğun annesi;
– Allahım, oğluma onun gibi olmayı nasip eyle, diye dua etti. Çocuk memeyi bıraktı, atlıya döndü ve ona bakarak;
– Allahım, beni onun gibi yapma, dedi, sonra yine annesini emmeye koyuldu.
Ebû Hüreyre radıyallahu anhu;
[Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şehadet parmağını ağzına koyup çocuğun emişini anlatan hali gözümün önündedir, dedi ve hadis-i şerife devam etti.]
Sonra oradan bir gurup insan geçti. Bir cariyeyi dövüyorlar ve ona 'zina ettin, hırsızlık yaptın' diye hakaret ediyorlardı. Kadın ise sadece;
– Hasbî Allah ve ni’mel vekîl (Bana Allah yeter, O ne güzel vekildir) diyordu.
Bu durumu gören anne;
– Allahım, oğlumu buna benzetme, diye dua etti. Çocuk yine emmeyi bıraktı ve o kadına bakarak;
– Allahım, onun gibi olmayı bana nasip eyle, dedi.
Bunun üzerine anne neden böyle yaptığını anlamak için çocuğu konuşturdu. Anne şöyle dedi:
– Vay başıma gelene! Ben o fiyakalı adam geçince, 'Allahım, oğlumu da onun gibi yap!' diye dua ettim. Sen ise, 'Allahım, beni onun gibi yapma' dedin. Zina etti, hırsızlık yaptı diye sövüp dövdükleri o kadın geçince, ‘Allahım, oğlumu onun gibi eyleme’ dedim, sen ise, ‘Allahım, beni onun gibi eyle' diye dua ettin, diye sitem edince çocuk dedi ki:
– O adam azgın bir zorba idi. Bundan dolayı ‘Allahım, beni onun gibi eyleme’ dedim. O kadın ise masumdu. Zina etmediği halde ‘zina ettin’ hırsızlık yapmadığı halde, ‘hırsızlık yaptın’ diye suçluyor, dövüyorlardı. Bu sebeple ‘Allahım beni de onun gibi –masum ve teslimiyeti sağlam- eyle’ dedim, dedi." (Buhârî, Enbiyâ 48 (nr. 3436); Müslim, Birr 2 (nr. 8)
Hadis-i şerifin mesajı
Beşikte konuşan bu üçüncü çocuğun kıssası diğerlerine göre daha ibretli ve dikkat çekicidir. Sıradan insanlardan bahsettiği için mi yoksa tecrübelerimize ve hislerimize tercüman olduğundan mıdır, düşünmek lazım.
Konuşan bebekle ilgili diğer iki kıssanın aksine burada şahıslar değil, olay ve karakterler ön plandadır. İlk iki kıssanın zamanı, ilgili şahıslar ve maksadı bellidir. Biri büyük peygamberlerden Hz. İsa ve annesi Hz. Meryem aleyhimesselam, diğeri İsrailoğulları’ndan Âbid Cüreyc hakkında idi. Hz. İsa aleyhisselam kundakta konuşarak annesini töhmet ve iftiradan kurtarmış, diğer çocuk ise Âbid Cüreyc’i düştüğü zor durumdan kurtarmıştı. Her iki kıssada, Allah Teâlâ’nın dostlarını kuşatan yardımı ve onlara yapılmak istenen oyunların bir mucizeyle nasıl bozulduğu, sonucun nasıl değiştiği bildirilmektedir.
Bu üçüncü kıssada ise, olayın geçtiği yer, zaman ve şahıslar ile ilgili bilgi yoktur. Aynı şekilde kundaktaki çocuğun konuşması olayların seyrini değiştirmiş mi, zorbanın foyası belli olmuş ve cezalandırılmış mı, iftiraya uğrayan kadının masumiyeti belli olmuş ve kurtulmuş mu? Hadis-i şerifin metninde ve şerhlerinde de böyle bir açıklama yapılmamıştır. Bu da kıssayı daha ibretlik ve ilgi çekici hale getirmiştir.
Öncelikle Allah Teâlâ’nın mutlak kudret sahibi olduğunu biliyor ve inanıyoruz. Dilediğini yoktan var eder, var ettiğini de halden hale çevirir. Görmeyeni gördürür, konuşamayanı konuşturur. Bela ve sıkıntılar kulları için bir imtihandır; dilediğini anında kurtarır, dilediğini de erteler. Yardımı sonsuzdur; hem dünya hem âhiret hayatını kapsar. İlâhî takdir sebeplere bağlı değildir, sorgulanmaz. Bazen sebepsiz yahut alışılmışın dışında sebeplerle sonuçları yaratır. Mucize ve kerametler böyledir.
Normal şartlarda konuşması mümkün olmayan üç çocuk, henüz kundakta iken ilâhî mucizeyle dile gelmiş ve insanlarla konuşmuştur. İlâhî inâyet ve rahmet kime ne zaman ve nasıl isabet eder, bilinmez. Öyle veya böyle herkes ondan nasibini alır. Bunu hatırdan çıkarmamak gerekir.
Gerçek itibar
Hadis-i şerif, sıradan bir annenin, yavrusunun ileride itibar sahibi, saygın bir insan olması için Cenâb-ı Allah’a yakarışını anlatmaktadır. Anne, evladı için toplumsal değer ve yargılara göre biri iyi diğeri kötü iki şahsiyeti misal göstererek dua eder. Cenâb-ı Allah da kundaktaki çocuğu annesinin kendisi için yaptığı duaya tepki olarak mucizevî bir şekilde konuşturur.
Belli ki annenin Allah’a olan inancı ve teslimiyeti sağlam. Bebeğin konuşması onu etkilemiş ki ‘Vay başıma gelene! Ben ne yaptım, dilim tutulaydı' dercesine yanlış yaptığını itiraf eder. İşin sırrını, hikmetini öğrenmek için de çocuğu tekrar konuşturur. Böylece hakikat ortaya çıkar; annenin örnek seçtiği kimseler göründükleri gibi değildir.
Biri, inançsız ve zorba olduğu halde kılık kıyafeti ve gücünden dolayı itibar edilen zalim, diğeri ise inançlı ve iffetli olduğu halde iftiraya maruz kalmış, savunmasız mazlum. İlki dünya ölçülerine göre ne kadar itibarlıysa Allah katında o kadar değersiz, diğeri dünyalık itibar ve rahatı kaybetmiş olsa da Allah Teâlâ’nın katında değerli ve makamı yüce bir kuldur.
Hadis-i şerif, henüz düşünce ve temenni aşamasında olsa da tercihlerimizi düzeltmemizi, Hakk'ın rızasına uygun olmasına dikkat etmememiz gerektiğini hatırlatmakta, insan için sûretin değil sîretin daha önemli olduğunu, kulluk ve insanî ilişkilerde ahlâk güzelliğine çok daha önem verilmesi gerektiğini bildirmektedir.
Vahye dayanmayan, ilâhî ölçülere uymayan değer ve yargılar insanı yanıltır ve yanlışa götürür. Dünya ehli için önemli olsa da bu türden değer ve yargılarla gelen itibarın yahut kazanımların hakikatte bir kıymeti yoktur.
Anne babanın görevi
Hadis-i şeriften, çocuklarının geleceğini düşünen ve planlayan anne babaların ne istedikleri hususunda çok dikkatli olmaları gerektiğini anlıyoruz. Bütün nebevî uyarılara rağmen fert veya toplum olarak maalesef bu hususta başarılı olduğumuz söylenemez. Gençlerimizin örnek aldığı rol modellere ve kariyer olarak seçtiklerine bakarsak bu hususta sınıfta kaldığımız aşikâr. Dinî ve ahlâkî değerlerin aksine çevre neye ve kime itibar ediyorsa ebeveynler de çocuklar da o yönde tercihte bulunuyor, sosyal mecraların öne çıkardığı bizim dünyamıza ait olmayan modeller hem görünüş hem de ahlâk olarak toplumda yaygınlaşıyor.
Hikmet ehlinden birine sormuşlar:
– Çocuk eğitimine ne zaman başlamalı?
Şöyle cevap vermiş:
– Erkek ve kadın evlenmeye karar verdikleri an çocuğun eğitimi bitmiştir!
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin evlilik kararı öncesindeki adaylara “Dindar olanı seçin” (Buhârî, Nikâh 15), “Doğacak nesliniz için araştırın, münasip olanla evlenin” (İbn Mâce, Nikâh 46) tavsiyelerini hatırlarsak, bugün bu hususta eğitim ve yönlendirmede yaşanan kaygıların aslında başta yapılan hatalı tercihleri düzeltmeye yönelik çabalar olduğu anlaşılacaktır. "Arpa ekilen yerden buğday bitmez" denilmiştir.
Hadis-i şerifin uyarı ve tavsiyeleri
Hadis-i şerif, yaşanmış ve halen yaşanmakta olan bir sosyal hadiseyi hikâye etmektedir. Kıssada geçen insanlar aslında her insan topluluğunda karşılaşılan tiplerdir. Dışı seni içi beni yakanlar, haksızlığa uğrayan masumlar, zalim olduğu halde zirvede olanlar, doğruyu söylediği için kovulanlar, doğru veya yanlış demeden çoğunluğa uyanlar... Kısaca hak ile bâtılı birbirine karıştıran tiplere her yerde ve her ortamda rastlamak mümkün. Kim bilir, farkında olarak olmayarak biz de benzer tavır ve hadiseler içinde bulunmuş olabiliriz.
Hadis-i şerif, işin aslını öğrenmeden sırf dış görüntüsüne bakarak herhangi bir şey hakkında hüküm vermenin doğru olmadığı yönünde bir uyarı ve tavsiye niteliğindedir. Biri zalim diğeri mazlum birbirinin zıddı iki meçhul insanın zâhir ve bâtın halleri örnek gösterilmek suretiyle insanlar hakkında karar vermenin zor ve bir o kadar da tehlikeli olduğu ifade edilmektedir. Künhüne vâkıf olunmayan meselelerde hüküm vermek haddi aşmaktır. Özellikle dinî ve ahlâkî değerlerin yerine dünyevî menfaatlerin öne çıktığı toplumlarda ve zamanlarda daha da dikkatli olmak gerekir. Başkaları hakkında yanlış düşünmek veya önyargılı olmak, kimseye zararı olmasa bile dinen haram olan sûizana sebep olduğu için tehlikeli ve günahtır. Bu, hadis-i şerifin uyarı tarafıdır.
Tavsiye yönü ise insanlar hakkında hüküm vermeyi bırakıp kendimize dönmenin, kendi hal ve tavırlarımızı hesaba çekmenin daha doğru olacağıdır. Kimsenin iç dünyasını, Cenâb-ı Allah’a olan yakınlığını bilemeyeceğimize göre, kendi sîretimizi güzelleştirmenin kaygısına düşmenin daha anlamlı ve faydalı olacağı tavsiye edilmektedir. Eğer nefsimizi bu türden bir muhasebe ve kaygı içine çekemiyorsak, en azından başkaları hakkında hüsnüzan beslemenin daha erdemli bir davranış olduğu muhakkak.
Hadis-i şerifteki bir diğer tavsiye, zâhir güzellikten ziyade kalp ve ahlâk güzelliğine daha öncelik verilmesidir. Müslüman, içi ve dışı (sîreti ve sûreti) güzel olan insandır; iç dünyasındaki güzellik dışına, ahlâk ve davranışlarına yansır. Dışı içine uymayan amelin sahibine bir faydası yoktur. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi: "Şüphesiz ki Allah sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak kalplerinize bakar" (Müslim, “Birr” 10) buyurmuştur.
Hadis-i şerif, dünyevî ölçülerin insanı nasıl yanılttığını, toplumu nasıl acımasız hale getirdiğini, insanların zulme nasıl ortak olduklarını haber vermektedir. Zorba olduğu halde sırf gücü ve görüntüsünden dolayı kimlerin toplumda itibar kazandığını, iffetli ve temiz olduğu halde sahipsiz veya yoksul olduğu için kimlerin değersizleştirildiği, horlanıp dövüldüğüne şahitlik etmektedir. Oysa değer ve yargı ölçüleri dine uygun olsa, sîrette ve sûrette ilâhî rıza ve muhabbetullah gözetilse olayların seyri değişecek, dünya daha anlamlı, kolay ve yaşanılır bir hale gelecek.
Kur'an-ı Kerim, Karun’un zenginliğine ve gösterişli haline gıpta eden dostlarından bahsederek onları bu hallerinden dolayı şöyle kınar: “Dünya hayatını isteyenler, 'Keşke Karun’a verilenlerin benzeri bize de verilseydi!' dediler. Kendilerine ilim verilenler ise onlara: 'Yazıklar olsun size! İman edip sâlih amel işleyen bir kimse için Allah’ın mükâfatı daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler erişir' dediler.” (Kasas 79-80)
İbn Hacer rahmetullahi aleyh hadis-i şerifin şerhinde der ki:
"Dünya ehli görünüşe önem verir. Dünyanın görünen hayaline takılır, ancak onunla tatmin olurlar. Korktukları tek şey bu durumun kötüye gitmesidir. Hâlbuki neyi kaybettiklerinin farkında değillerdir. Basiret kapanınca dünyanın verdiği zararı göremiyorlar. Hakikat ehlinin durumu ise tam tersinedir. Hakikati bildikleri için sûrete değil sîrete önem verirler. Mâsivâyla ilişkilerini sınırlı tuttukları için tuzağa düşmezler." (Delîlü’l-Fâlihîn, 3/72)
Anne duası
Anne ve babalar, evlatlarıyla ilgili duygu ve düşüncelerinde samimidirler, onlar için içten dua ederler. Bu yüzden ebeveynlerin duası makbuldür, geri çevrilmez. Kıssada olduğu gibi anne, meselenin iç yüzünü bilmediği için samimi bir şekilde Allah’a dua eder ve yavrusunun ileride yanlarından geçen güçlü, herkesin itibar ettiği o süvari gibi iyi bir insan olmasını diler. Yanlış yaptı zannıyla toplumca horlanan ve kovalanan o kadın gibi biri olmaması için yalvarır.
Annenin niyeti iyi, fakat tercih kriterleri yanlış. Cenâb-ı Allah çocuğu konuşturarak işin göründüğü gibi olmadığını, sırf dünyevî ölçü ve sonuçlarına bakarak Cenâb-ı Allah’tan dilekte bulunmanın yanlış olduğunu, dolayısıyla duasının kabul edilmediğini kendisine bildirmiştir. Takdir edilene razı olmak ve teslimiyet göstermek, Allah Teâlâ’dan kendisi ve evladı hakkında hayırlı olanı dilemenin kulluğa daha layık ve doğru olduğu hatırlatılmıştır.
Annenin duası kabul edilseydi oğlunun akıbeti, gösterişli haline aldanıp tercih ettiği kişiye benzeyecekti. Hâlbuki o kimse, Allah Teâlâ’nın buğzettiği kibirli ve zalim biriydi. İnanç ve teslimiyet eksikliğinden kaynaklan bu durumun sonu cehennemdir.
Diğeri ise inançlı ve takva ehliydi. Mazlumdu, yapılan zulme dayanıyor, sabrediyor ve 'Hasbî Allah' diyerek halini Allah Teâlâ’ya arz ediyordu. Cennet ehlinden olduğunu kimse bilmiyordu. Anne de işin hakikatini bilmediği için herkes gibi o da onun kötü biri olduğunu düşünmüştü. Çocuğun dilinde anne uyarıldı, tercih ve dualarının kabul edilmediği ilham edildi.
Son olarak hadis-i şeriften çıkarılabilecek bir ders, mazlumun Allah Teâlâ katında daha kıymetli olduğudur. Bu durum, mazlumun hakkını aramayacağı anlamına gelmez. Elbette gücü yettiği nisbette hakkını savunması, zulme karşı mücadele etmesi dinî bir vecibedir. Fakat buna rağmen zulmü ve zalimleri önleyemiyorsa, Hasbî Allah deyip Cenâb-ı Allah'a sığınması, O’nun inayetini beklemesi en doğru davranıştır.
İlâhî yardım gecikmiş gibi görünse de diğer tarafta insanın kemâlâtına yönelik hayır, nefs tezkiyesi, günahtan temizlenme veya makam yükselmesi olduğunu bilmek önemlidir. Unutmamak gerekir ki hayat, güzellikleri ve sıkıntılarıyla bir imtihan sahasıdır. Asıl önem verilmesi gereken, ilâhî rızaya tâlip olmak ve ebedi huzura yönelmektir.