“Düşünmek savaşmaktır” diyor merhum Cemil Meriç; “Bir nesil uğruna, bir millet uğruna, bir medeniyet uğruna savaşmak.”
Peş peşe yaşadığımız âfetler, hayatın coşkun akan ırmak gibi bizi istediği yere sürükleme çabası, bu hengâmenin içerinde yitirdiklerimiz, savaşı şimdilerde daha anlamlı kılıyor.
Savaşmanın kelime olarak ürperten bir tarafı da var. Ancak ne için ve nasıl savaştığımız, savaşı uğruna yaşanılacak bir şeye de dönüştürebiliyor. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem en kalabalık ordusuyla katıldığı Tebük Seferi’nden dönerken ashabına; “Hoşgeldiniz küçük cihaddan büyük cihada!” buyuruyor. Sahabiler büyük cihadın ne olduğunu sorunca da “Nefsin istek ve yönlendirmelerine (hevâ ve hevesine) karşı yapılan cihaddır.” cevabını veriyor.
Her hadis-i şerifte olduğu gibi bu ifadelerde de anlam içerisinde anlam var. Kişinin nefsiyle yaptığı savaş, kazandığı takdirde onu insan-ı kâmile dönüştürüyor, kaybettiği durumda ise aşağıların aşağısına itiyor. Ve kâmil insanlardan oluşan toplumlar kendileri gibi nesiller yetiştiriyor, büyük medeniyetlerin mimarları oluyor.
Zirvelere zirve insanlarla çıkılır
Tıpkı Osmanlı Medeniyeti’nin zirveye çıktığı dönemin mimarı olan toplum gibi.
Batı’nın “Muhteşem Süleyman” dediği Kanunî yalnızca büyük bir komutan değil, aynı zamanda müthiş bir medeniyetin de mimarıydı. Sultan Süleyman, babasından devraldığı sınırları genişletmekle kalmadı, ortaya koyduğu sistemle asırlar sonra bile örnek alınacak bir miras bıraktı.
Bu tek başına tek kişinin yapabileceği bir şey değil elbette. Onca deprem geçirse de dimdik ayakta kalan yapıları inşa eden Mimar Sinanları, her okunduğunda yeni hikmetlere kapı aralayan şiirlerin şairi Fuzulîleri, aradan yüzlerce yıl geçse de fetvaları yaşayan Ebussuud Efendileri, Taşlıcalı Yahyaları, Sokullu Mehmed Paşaları, Barbaros Hayrettin Paşaları yetiştiren, kendisinden iki yüz elli yıl önce temeli atılan sistemdi.
Büyüklüğüne, insanîliğine hayran bırakan bu sistem, yaşanan bütün badirelere rağmen Osmanlı’yı asırlarca ayakta tuttu. “Muasır medeniyetler”in izinden gitmek üzere dönüştürüldüğünde ise çözülmeye başladı. Sonradan enjekte edilen ne varsa bünyeyi kurtçuklar gibi kemire kemire tüketti. Sadece ıslah edilmeye ihtiyacı olan birikim yok edilince de, bir zamanlar sesi kıtalar ötesine taşan toplum, okyanusların ötesinden gelecek seslere kulak kabartır hale geldi.
Tarih geçmiş değil gelecektir
İyi şeylerden bahsederken hep maziden dem vuruyoruz. Fakat tarihte yaşanan güzellikleri sıkça hatırlamak ve hatırlatmak, bugünü anlamamız ve geleceği şekillendirmemiz açısından son derece kıymetli.
İnancımız bize sadece kendi hayatımızı değil dünyayı da değiştirecek şekilde yaşamayı salık veriyor. “Emr-i bi’l-Maruf, nehy-i ani’l-Münker” kaidesi bize doğru olanı anlatmayı öğütlüyor. Dolayısıyla geleceği yeşertmek gibi bir gayemiz her zaman olmalı.
Tarih bu açıdan önemli referans kaynağı. Bizden öncekilerin yaptığı doğru ve yanlışlar, atacağımız adımlarda yol haritası oluyor. Dolayısıyla tarih bu anlamda geçmiş değil, gelecek aslında. Mimar Sinan’ı, Fuzulî’yi, Ebussuud Efendi’yi, Taşlıcalı Yahya’yı, Sokullu Mehmet Paşa’yı, Barbaros Hayrettin Paşa’yı ve dahası Fatih’i, Yavuz’u, Kanunî’yi insanlığa kazandıran; adaleti hayatın merkezine yerleştiren sistem, bize geçmişten değil gelecekten haber veriyor.
Yaşanan depremlerden sonra “binalar neden yıkılıyor?” diye düşünmemek, kitap okurken “niçin haz almıyoruz?” diye sormamak, zihnimizi kurcalayan dinî bir mesele olduğunda “İslâm dünyasında neden büyük âlimler yetişmiyor?” diye hayıflanmamak için tarihi yarınları aydınlatacak güneş gibi görmemiz ve ibret almamız gerekiyor.
Tarih güneşi, bugün sıradağlar gibi önümüze çıkan sorunları çözmede yolumuzu aydınlatıyor. Günün sonunda daima önümüze çıkan hakikate burada da rastlıyoruz: Gönül dünyamızla meşgul olmadan, âhireti bir adım öne alarak yapması gereken ne varsa hakkıyla yerine getirenleri örnek almadan toplumu, milleti, devleti, dünyayı ihyâ edemeyiz. Medeniyet mefkûresi diye nitelendirilen hakikat bize tam olarak bunu söylüyor.
Halen karşı karşıya kaldığımız meselelerin altında yatan temel sebep biziz. Bir nesil uğruna, bir millet uğruna, bir medeniyet uğruna savaşmak için öncelikle büyük cihada odaklanmak zorundayız. Bunun için de yine büyüklere kulak vermemiz icap ediyor:
“Bu nefs seni bir gün dosta düşman edecek
Yürü dil mülküne bir ehlî kumandan ara bul.”