Aramak

Yazık Oldu

Şimdilerde Şaban ustanın pastanesini mesken tutum. Sağ olsun, bize muhabbet edeceğimiz bir köşe ayırdığından, müşterileri rahatsız etmeden dostlarla buluşup sohbetimizi yapıyoruz. Bazen tek başıma da uğrayıp bu köşede çalışmalarıma yoğunlaşma imkânı buluyorum. Yine böyle bir günde Şaban usta yanıma geldi:

– Gördün mü adamcağızı? Sürekli “yazık oldu yazık” deyip dolanıyor.

– Hayırdır Şaban usta, kimden bahsediyorsun?

– Fark etmedin mi, şu adamcağız! Her gün uğruyor, simit veya poğaça alıp gidiyor. Aslında meczuba da benzemiyor ama sürekli sessizden “yazık oldu yazık” deyip dolanıyor.

– Enteresan! Bir geldiğinde benimle de tanıştırsana.

Derken bir gün Şaban usta beni çağırdı.

– Bizimki geliyor, istersen sen de gel bak bakalım neyin nesi adamcağız. Belki tanışırsın da.

Aslında üstüme vazife değildi ama merak etmiştim. Bir de belki adamcağızın bir derdi vardır, hasbelkader yardımcı oluruz niyeti ile tezgâha yanaşmıştım ki bizimki içeri girer girmez kibar bir dille:

– İki simit ustam, bir de şu dere otlu poğaçadan versen, dedi. Şaban usta siparişi hazırlarken selamla söze girdim:

– Mahalleye yeni geldiniz herhalde, nasılsınız efendim? 

Beklenmedik şekilde benim araya girmem biraz tedirgin etse de selamımı aldıktan sonra:

– Yok yok, taşınmadık. Burada oğlum oturuyor da onu ziyarete geldik, dedi. Ve peşinden kendi kendine konuşuyormuşçasına “Yaşıyoruz gördüğünüz gibi ama yazık oldu yazık!” diye ekledi. 

– Hayırdır, kötü bir şey yoktur inşallah, dedim; kusura bakmayın haddime değil ama bu mahallede uzun zamandır yaşadığımızdan ister istemez yeni gelenlerle tanışmak isteriz. Bir de yapacağımız bir şey varsa…

Demeye kalmadı, adamcağızın paketi alıp dışarı çıkması bir oldu. Şaban usta ile bakakaldık. 

– Adam belli ki çok dertli kardeş, bir iki kelam etmek bile ağır geliyor ama dert de dertleşmeden çözülmez ki, dedi Şaban usta. 

– Doğru söylüyorsun Şaban usta, ama bu zamanda öyle birbirimizden kopuk yaşıyoruz ki aynı çatı altında eşimizle, evladımızla bile dertleşemez olduk. Ama yine de yılmayalım, bu adamcağızla konuşmaya çalışalım bakalım. Mevlâna Hazretleri Mesnevî’de ne diyor biliyor musun: “Dertli adamın tereddütle, dumanla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun. Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu olunca, gönül yurdunda o acı duman azalır.”

– Eyvallah! O zaman biz de ne yapıp edip bu adamcağızla konuşacağız. Sen onu bana bırak, bir yolunu bulurum inşallah.

Kaç gün geçti bilmiyorum, Şaban usta dertli adamcağızı bizim sohbet köşesine getirmeyi başarmıştı. Bir anda yerimden fırlayarak: 

– Hoş geldiniz, buyurun lütfen, derken Şaban usta: 

– Kardeş, bu Hikmet abimiz. İstedim ki şöyle bir soluklansın bir de seninle tanışsın, dedi.

Adamcağız buyur ettiğim sandalyeye ilişti. Sanki her an kalkacakmış gibi yüzümüze bakıyor, bir taraftan da sürekli bir dizini titretiyordu. Söze nasıl başlayacağımı bilemiyordum, Şaban usta da;

– Hele siz bir muhabbete başlayın, ben de fırından yeni çıkardığım sütlacı getireyim, tadına bir bakın, diyerek yanımızdan sıvışıverdi. 

– Hikmet bey, burası küçük bir pastane ama Şaban ustanın maşallahı var, her tatlısı lezzet pınarıdır, diye lafa girdim ki Hikmet bey yüzüme şaşkın şaşkın bakıp:

– Lezzet pınarı öyle mi, dedi; aylar oldu ağzımda hiçbir tat diğerinden faklı değil. Lezzet neydi, tatlar nasıldı? Yazık oldu yazık!

Ne diyeceğimi şaşırmıştım, aslında mahcup olmuştum. Yine de kararlıydım onu dinlemeye, bodoslama sordum:

– Hikmet bey, haddim değil ama nedir bu kadar sizi dertlendiren? Allah tabii ki dert vermesin ama her derdin de bir dermanı vardır derler.

Hikmet bey anlamsız bir ifade ile yüzüme baktıktan sonra derin bir iç çekti ve ilgimi karşılıksız bırakmayıp anlatmaya başladı: 

– Bir yıl öncesine kadar zengin bir iş adamıydım, büyük bir iflas yaşadım. Hayatım boyunca çalışıp biriktirdiğim bütün servetim bir anda elimden kayıp gitti. İnsanın biriktirdiği her şeyi kaybetmesi hiç kolay değil. Bu durum yalnızca beni de değil, çalışanlarımı, onların ailelerinin hayatını da etkiledi. Yazık oldu yazık! Benim için bu sadece para kaybı değil, hayatımın tamamıydı. İşim, kariyerim, itibarım... Hepsi bir anda yok oldu. 

– Nasıl oldu Hikmet bey? Böyle bir hayal kırıklığı yaşadığınıza göre bir ihanete mi kurban gittiniz?

– Hayır, kimse bana ihanet etmedi. Kendimden başka! Kendime yaptığım ihanet beni bu hale getirdi. Hırslarım, savurganlığım, yanlış yatırımlarım beni iflasa sürükledi. Kendime olan güvenimi öylesine yitirdim ki artık hiçbir şeyin üstesinden gelemiyorum. Yazık ettim kendime ve bana güvenenlere. Yazık oldu yazık!

Adamcağız nasıl bir hayal kırıklığı yaşıyordu ki sürekli “yazık oldu yazık” diyordu. Acaba onunla konuşarak, belki dostluk ederek bu yaşadığı çöküşten çıkmasına yardım edebilir miydim? Biraz resmiyetten uzaklaşarak:

– Abi, sizin yaşadığınız durum dünyada çok insanın başına gelmiştir, öyle değil mi? Evet gerçekten yazık olmuş ama yapacak bir şeyler kalmadı mı sizce, diye sordum.

Hikmet bey belli ki teselli istemiyordu. Kim bilir etrafındakiler olup bitenler üzerine neler söylemişlerdir. Bir pastanede yeni tanıştığı birinden ne fayda umabilir? Yüz ifadesi, konuşmak istemiyor gibi görünmesi üzerine ben bunları düşünürken yutkunarak ağır ağır anlatmaya başladı: 

– Hayal kırıklığım sadece mal varlığı kaybetmem değil, asıl etrafımda hiç kimsenin kalmaması. Demek ki bir tek bile hakiki dost edinememişim. Ne kadar acı değil mi? Her gün onlarca insanla muhatap olurken şimdi dertleşecek bir tek insan bulamıyorum. 

– Hikmet abi! En azından aileniz yanınızda öyle değil mi?

Hikmet Bey acı tebessümle:

– Evet yanımdalar, dedi; her gün yaptıklarımı başıma kakmak için. Öç alıyorlar öç! Yazık oldu yazık!

Bir anda ne diyeceğimi şaşırmıştım. Adamcağız bir de vefasızlık uçurumuna yuvarlanmıştı.

– Niye öç alsınlar abi? Belli ki onlar da seninle aynı hayal kırıklığını yaşıyorlar. 

– Doğru ama bu nefret niye! Neyin sahibi oldularsa benim sayemde olmadılar mı? Üstelik iflas eden onlar değil, benim! Onlara verdiklerim fazlasıyla yeter, kimseye muhtaç değiller ki.

Hikmet abi bu kadar çok konuşmadan sıkılmış olacak ki: 

– Bana müsaade kardeşim! Elinize sağlık Şaban usta, deyip hızla pastaneden ayrıldı. Ardından bakakaldım. 

Hata etmiştim belki. Daha tanışır tanışmaz adamcağızın ateşini körüklemiştim. Kendimi böyle suçlarken Şaban usta pastanenin diğer ucunda yüreğimi soğuttu:

– Helal olsun sana, adamcağızı konuşturdun vallahi. Artık arkası gelir. 

– Hikmet abiyi sıktım herhalde Şaban usta. Baksana çıkıp gitti.

– Yahu sen de amma acelecisin! Adamcağızın gönlündeki çıbanını patlattın. Tabii ki cerahat akacak, sonra merhem süreceksin yaraya.

Artık pastaneye her geldiğimde gözüm kapıdaydı. Hikmet abi gelir mi diye bakınıyordum. Epey zaman ortada görünmedi. Sonra bir gün kapıda gözüktü. Bu sefer bir şey almadan doğrudan yanıma geldi.

– Oturabilir miyim? Vaktiniz varsa biraz konuşmak isterim.

– Estağrufullah! Ne demek, lütfen buyurun Hikmet abi.

– O gün için özür dilerim, bir anda çektim gittim. Ne yapayım elimde değil, çok sıkılmıştım her şeyi yeniden hatırlamaktan. Aslında aklımdan hiç çıkmıyor ki.

– Asıl ben özür dilerim, o gün belki patavatsızlık ettim, size çok yüklendim herhalde. 

– Yok yok özür dileme! Seninle konuştuktan sonra uzun uzun düşündüm. Seni daha önceden tanımıyorum, benden bir çıkarın yok, zaten iflas etmiş bir adamım. Benimle konuşmalarında samimi olduğuna inanıyorum.

Hikmet abi belli ki yaşadıkları yüzünden insanlara güvenini kaybetmişti. Haksız da sayılmazdı, ailesi bile adamcağızı hırpalamıştı. Sohbete nereden başlayacağımı bilemiyordum. O an aklıma eskilerin deyimi ile “tefeül” yapmak geldi. Elimdeki kitabı rastgele açtım ve sesli olarak okumaya başladım:

– “Hayal kırıklıkları ve vefasızlıklar insanı Allah’a yaklaştıran yollardır.”

Sanki baştan ayarlamışım gibi önüme çıkan bu cümleye kendim de şaşırdım, Hikmet abinin yüzüne baka kaldım. Hikmet abinin gözleri dolmuştu. Hırıltılı bir sesle, lütfen devam et, dedi. Kitaptaki ifadeler hayal kırıklığı üzerine devam ediyordu:

– “Hayal kırıklığına uğradığında, gerçeklerle yüzleşmenin başındasın demektir”

Ama asıl vurucu söz şimdi geliyordu: “İnsanın hayatındaki en büyük hayal kırıklığı kendisini tanımadığında ortaya çıkar.” 

Bu cümle ile Hikmet abi kendisini bırakmış, inleye inleye ağlamaya başlamıştı. Şaban usta uzaktan bizi izliyordu. Bizi duymasa da başıyla “işler yolunda devam et” diyordu ama daha fazla devam edemedim. Hikmet abinin sakinleşmesi gerekiyordu. Biraz kendine geldiğinde:

– Eyvallah kardeş, dedi; yıllarca sadece başarıya, zenginliğe odaklanarak yaşayınca kaybettiklerimi hazmetmen hiç kolay olmuyor. Bu halden nasıl kurtulurum onu da bilmiyorum. Ah! Yazık oldu yazık!

– Hikmet abi! Önce nereden başlayacaksın biliyor musun? “Yazık oldu yazık” demeyi bırakacaksın. Belki farkında değilsin ama sen böyle dedikçe sabır zırhının seni korumasına izin vermiyorsun. 

– Belki haklısın ama yapamıyorum işte. Sen yine şu kitaptan bana bir şeyler okusana. Hastalığımı teşhis etti, belki tedavisi için de bir şeyler söyler.

– Bu sefer istersen sen rastgele bir yer aç, bakalım ne çıkacak gönlüne şifa olacak…

Hikmet abi kitabı eline aldı, gözlerini kapattı ama yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Dudaklarını kıpırdatmasından anlıyordum ki dua ediyor, hatta yalvarırcasına inliyordu. Derken kitabı açtı ve okumaya başladı: 

“Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. Yusuf suresi 87. Ayet.” 

Sonra bir daha okudu, bir daha…

– Çok anlamadım ama herhalde bana bir mesaj var değil mi?

– Evet Hikmet abi tabii ki var. Çok açık değil mi? Hz. Yusuf aleyhisselamın babası Hz. Yakup aleyhisselam çocuklarını kaybetmişti ve çok kederliydi. Buna rağmen sabırla ve ümitle bekledi. Oğullarını aramayı da bırakmadı. Sen de artık “yazık oldu” demeyi bırak, sabır zırhını kuşan, ümit atına bin ve kendine yeni bir yol tut. Aksini düşünme bile. İşte okuduğun ayetten sana düşen hisse!

Hikmet abi bu sefer “yazık oldu yazık” yerine “Eyvallah kardeş eyvallah…” diye diye pastaneden ayrıldı. Belli ki haline rıza göstermeye başlamıştı.




Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy